Pazar Haziran 16, 2024

”SAF TÜRK OLMAYANIN HAKKI, HİZMETÇİLİK VE KÖLELİKTİR” (M.E.B.) Sait Çetinoğlu

Resmi İdeoloji’nin Seyir Defteri Resmi Tarih ve “Azınlıklar”

Tarihin hiçbir safhası eğilmeyen, dönmeyen ve daima yüksek duran Türkün başı bu badirede de yine yüksek ve vakur kaldı. Tanrı istemiş ki bütün eğilen başlar, solan tarihler içinde Türkün başı eğilmesin, tarihi solmasın. İnsanlık, vicdan,şeref ve haysiyet örneğini Türk denilen abideden alsın… Türkiye Türklerindir.

Mahmut Esat Bozkurt (Saday-ı Hak,25 Mayıs 1924)

CHF Katibi umumisi Recep Peker’in 1931 yılında İstanbul Darülfunun’unda  ki konferanslarında CHF programını açıklarken milliyetçilik üzerine söylevinde Resmi tarih tezine uygun olarak Türk unsurunun dışında kalan Müslüman unsurları yok sayar, gayri Türk unsurlar tarihi değişimlerin  ürünüdürler ve bunların millet olarak sayılması da bilimsel gerçeklere de aykırı olduğunu ifade ederken Gayrimüslim unsurları bunlardan ayrırarak dil ve emel birliği kaydı altında Türk sayma lütfunda bulunmaktadır. Gayri Türk unsurların asimile olmaktan başka bir yol bırakılmadığı gibi, muhalefeti sınıfları da yok sayarak, her unsurun Türk milliyetçiliğinin etrafında kümelenmesini emreder : “Bugünkü türk milleti siyasî ve içtimaî camiası içinde kendilerine kürtlük, çerkeslik ve hattâ lazlık ve pomaklık gibi fikirler telkin edilmiş olan vatandaşlarımızı kendimizden sayarız. Mazinin karanlık istipdat devirlerinden kalma bir mi­ras olan ve uzun tarihî tekallübatın [değişmelerin] mahsulü bulunan bu yanlış telakkileri hulusla ve samimiyetle düzeltmek vazifedir. Bu günkü ilmî hakikatler beş on bin, bir kaç yüz bin ve hattâ me­sela bir milyonluk kütlelerde müstakil bir milliyet tasavvur etmeğe imkân bırakmaz. Bizim bu milletdaşlarımız hakkında duyduğumuz bağlılığın münkariz Osmanlı Hükümetinin güt­tüğü (ümmet siyaseti) ile hiç bir alâkası yoktur. Biz bu mev­zuu saf bir milliyet fikrile alıyoruz. Hiristiyan ve musevî vatandaşlar içinde aynı açıklıkla fikirlerimizi söylemek lâzımdır. Fırkamız bu vatandaşları da biraz evel iyzah ettiğimiz dil ve emel birliğinde iştirak kaydi altında tamamen türk olarak kabul eder. Bu te-lekkilerimizde de istibdat devirlerindeki raayâ zihniyetin­den eser olmadığını söylemek bile zaittir. Bundan başka bu samimî sözlerimizde imparatorluğun son senelerinde meş­rutiyet gürültüleri arasındaki sunî ve câlî vatandaşlık teza­hüratına benzemiyen ve prensiplerimize uyan hakiykî bir mana görmek lâzımdır. Milliyet ruhu fırka programının her faslında yer almıştır. Sermayede, talim ve terbiyede, amelelik ve işçilikte millî düşünceden esas olarak bahsolunuyor. Bilhassa maa­rif esaslarında biribirlerini takip eden maddelerde bu fikir tekrar olunuyor. Programa göre (Cümhuriyetçi, Milliyetçi ve Lâyık vatandaş yetiştirmek tahsilin her derecesi için mecburî ihtimam noktasıdır.) Son mebus intihabatında müs­takil mebusların evsafı hakkında Fırka Riyaset Divanının neşrettiği beyannamede de bu şartın   mühim bir yeri vardı. Bazı yeni mefkûrecilerin    unutur    göründükleri   milliyetçilik vasfı mevcudiyetimize temel olan mefhumların başındadır. Yeni rejimin doğuşunda, ilerleyişinde ve muvaffak oluşunda en büyük tesirleri yapan milliyet ruhu Halk Fırkasının maddi ve mefkürevi hayatında sonuna kadar hükümran olacaktır.”[1] Sözleriyle günümüze uzanan; devletin  değişmeyen temel politikasını çizmiştir.

Bu sözler Mahmut Esat Bozkurt’un 1924 tarihinde Saday-ı Hak gazetesinde Türk İnkılabının Düsturları serisinden verdiği konferans metinlerinde  yazdıklarıyla da örtüşmektedir. Kemalizmi ilk sistemleştirme çabası olarak nitelenen bu konferans metinlerini Mustafa Kemal’in sağlığında kitaplaştırarak bir anlamda Ebedi Şefin de onayını alan Bozkurt daha da ileri giderek, Türkün en kötüsü türk olmayanın en iyisinden iyidir[2]. Diyecektir. Görüldüğü gibi bu cümlelerde sadece Türk vardır ve diğer unsurlara iki seçenek bırakılmaktadır: Asimilasyon yada kovulma. Bu düsturlardan hareketle resmi ideolojinin seyir defteri olan resmi tarihin gayri Türklere bakışı bu derlemenin konusudur.

“Yeni” Türkiye Cumhuriyeti, İttihad ve Terakkinin yarım bıraktığı yerden devam eder. Milliyetçi yönelimi  ırkçı temalara dayanır. Ancak Türk milliyetçilğine içkin olan ırkçı temalar görmezden gelinerek  hasır altı edilir. Özellikle 1934 üniversite reformu adı altında üniversitelerin ehilleştirilmesiyle birlikte öğretim üyelerinin işlevinin bu tonlamanın fırçaları görevini üstlenmişlerdir. “Türk milletinin tanımlayıcı bir unsuru olarak ırka yapılan vur­gu, Türk milliyetçiliğinin en çok hasıraltı edilmiş ve bilinçli şekil­de bastırılmış öğelerinden biridir. Türkiye’de milletin ve milliyetçi­liğin tahayyülü üzerine çok sayıda araştırma varsa da, bunlardan hiçbiri milliyetçi söylemdeki ırkçı aksanı derinlemesine incelememektedir. Bunun yanında, devletin özellikle üniversite reformu sonrasında yerleştirdiği bilimsel hegemonya ile bağlantılı olarak, üniversite mensubu akademisyen seçkinlerle kurduğu kunt ilişkiler ağının, ırkçı temellerin yaratılması ve yeniden üretilmesi açısından ne kadar belirleyici olduğu da gölgede kalmış bir konudur.”[3]

Nazan Maksudyan “yeni rejimin”/Kemalistlerin ırkçı yönelimini şu sözlerle ifade etmektedir: “1920’lerde ve 1930’larda tüm dünyada, milli kimliğin kurgulan­ması ve milli birliğin muhafazası için “ırk” kilit bir kavram olarak kullanılıyordu. Milletin ırkla özdeş olarak algılanmasının, ortak köken yanılsaması ve kader birliği hayaline dayanan bir toplum hissi yaratarak toplumsal dayanışmayı güçlendireceğine inanılı­yordu. Türkiye Cumhuriyeti yeni kurulmuş bir devlet olarak milli kimliğin oluşturulması ve milliyetçi ideolojinin yerleştirilmesini gerekli görüyordu. İki savaş arası dönemin faşist ve ırkçı ideoloji­lerinden esinlenerek ve hâlâ güçlü bir pozisyona sahip Türkçülük akımının da etkisiyle Türk milliyetçiliği, Türk dili ve devlet teke­line alınarak evcilleştirilmeye çalışılan Sünni İslam’ın yanı sıra, “Türk kökeni”ne dayandırılarak inşa edilmekteydi. Irkın milletin inşasında önem kazanmasının ardında yatan sebep, takip edilmek istenen laik siyaset ile döneme damgasını vuran -ve geç dönem milliyetçi hareketlere de hâkim olan- ırkçı temalardır.”[4] Irkçı yönelim başat olunca diğerlerine yer olmayacağı açıktır.

Milliyetçilik, İttihad ve Terakki’nin devamı olan Kemalistlerin Yeni Türkiye Cumhuriyetin kuruluşuna içkindir. İcra vekilleri heyetince 16.9.1923 tarih ve 2767 sayılı kararla milliyetçiliğin babası “Ernest Renan’ın doğumunun 100.yılı sebebiyle Paris’te yapılacak Beynelmilel Tarihi Edyan[5] kongresine Fuad [Köprülü]nün gönderilmesi” kararlaştırılmıştır.[6] Bu karar Kemalistlerin yöneldikleri  muasır medeniyetin öncelikle milliyetçiliğini incelemekle işe çok sıkı sarıldıklarının örneğidir.

Hakim unsurun Türklerin olduğu ve Atatürk milliyetçiliğinin/Kemalizmin/ milliyetçiliğin şekillendirdiği T.C.’nin resmi ideolojisinin seyir defteri resmi tarihini incelediğimizde iktidardaki elit azınlığın siyasal olarak zayıf/veya zayıf düşürdüğü grupların, asimilasyon, ezilme ve sindirme tarihinin eşsiz örneklerini görürüz. Kemalizm rejimi milliyetçidir. Bunun anlamı kısaca şudur: Her şey ve her şey türk milleti içindir. İslamlık, insanlık, bundan sonra gelir.[7]

İşte biz bu derlemede Türk etnisitesi dışında kalan unsurların resmi ideolojinin seyir defteri resmi tarih açısından irdelemek istedik. Egemen literatürde azınlık olarak tarif edilen bu grupları tek tek ele aldık.   Azınlık’tan kastımız  sayıca az ve T.C.’nin kurucu anlaşması Lozan’da azınlık olarak tarif edilen unsurlar değildir. Siyaseten zayıf düşürülmüş unsurları azınlık olarak tarif ettik. Oysa iktidar azınlıktır. İktidar, bilindiği gibi sayıca az bir seçkin grup tarafından gasp edilir. Diğerleri zor da dahil olmak üzere çeşitli yollarla zayıf düşürülerek üzerlerindeki hegemonya pekiştirilir.

Türkiye’de azınlık terimi olumsuz bir niteleme  olarak alınmaktadır. Bu anlamda bu derlemede yer alan grup yada milliyetlerin azınlık olarak yer almaları en hafif deyimiyle kendilerince bir rütbe tenzili olarak algılanma riski taşır. Bu bakımdan çalışmaya başlarken bu riski göze aldık. Almak zorundaydık konu tartışılmalıydı. Türk devleti işlerini Türkten başkasına vermiyelim  türk devleti işlerinin başına öz Türkten başkası geçmemelidir.[8]diyen kurucu elit kadronun sözcüsü Mahmut Esat bozkurt ‘a göre  Gayri Türk unsurlara bir tek köle olma hakkı vardı.  Bozkurt bir demecinde: Saf Türk olmayan hiç kimsenin bu ülkede hiçbir hakkı yoktur; onlar sadece ve sadece hizmetçi ve köle olma  hakkına sahiptirler. Bu gerçeği dost, düşman, herkes dağlar bile bilmek zorundadır’[9] der. Milli Şef İsmet İnönü’nün de aynı kanıda olduğunu birçok demecinde görmek mümkün. Şovenlikte herkesin birbirleriyle yarıştığı o günlerde, Sivas demiryolunun açılışı nedeniyle şunları söyler İnönü: ‘Sadece Türk milleti bu ülkede etnik ya da ırki bir takım haklar isteyebilir. Başka hiçbir kişinin buna hakkı yoktur.[10]

Türkçü/ırkçı gruplar tezlerinde bu yönelime uygun olarak Türk milliyetçiliğini/ Kemalizmi referans vermektedirler. 1951 yılındaki ırkçıların kümelendiği bir odak olan  Orkun dergisinde şu satırları okumaktayız: “Irkçılık içtimai hadiselerin sebeplerini antropolojik temellere dayandır­mak bakımından ele alındığı takdirde; Muhtaç olduğun kudret damarların­daki asil kanda mevcuttur, diyen Mustafa Kemal’in -çapraşık içtimai meseleleri halledecek ilkeyi kanda aramak suretiyle- ırkçılığını ilan ettiği sarih değil midir? Irkçılık yabancı ırktan gelenlerin önemli mevkilere geçirilmemesi bakımından ele alındığı takdirde; Aranıza alacağınız arkadaşların mümkünse kanını tahlil edin, fetvasını veren ve Türk ırkından olmayan askeri mekteplere giremez[11], hükmünü yıllarca tatbik edenlerin iplerini elinde tutan Mustafa Kemal’in ırkçılığını görmemek için kör olmak gerekmez mi? Irkçılık kendi ırkının üstünlüğünü iddia etmek bakımından ele alındığı takdirde; Bir Türk cihana bedel diyen Mustafa Kemal, ırkımızı üstün tut­mak suçunu işlemiş olmuyor mu? Türk ırkının medeniyet kurma kabiliyetinin üstünlüğünü yıllarca okul sıralarında Türk yavrularına telkin ettiren ve hatta bütün dünyadaki menşei meçhul veya münazaalı insanların Türk ırkından çıkmış gösterecek kadar ırkçılık yapan Mustafa Kemal değil midir?”[12]

Kemalist  dönemde Türkçü akım ırkçı bir retorik­le yeniden kullanıma sokulmuş, bir dizi sosyal ve kültürel reform yoluyla imparatorluğun çokuluslu yapısı terk edilerek Anadolu Türklerinin etnisitesine dayanan, coğrafi sınırları daralmış yeni bir ulus tanımı yapılmıştır. Milli kültürel kimliğin öneminin ayırdına varan Kemalist elit, ihtiyaç duyulan etnik mitleri, hatıraları, değer ve sembolleri, Orta Asya’dan gelen köklere, Oğuz Kağan’a kadar uzanan soya ve Türk dilinin eskiliğine dayanarak tedarik etmeye çalışmıştır. Böylelikle Türk milliyetçiliği ırk kimliğine dayalı ba­zı siyasi görüşlerin yayılmasına ön ayak olmuş ve Cumhuriyet’in farklı halkları arasında “saf Türk kanına sahip soylar” lehine ırkçı bir ayrım yapılmıştır.[13] Bu dönemde bu uğurda hiçbir fedakarlıktan kaçınılmamaktadır. Dünya kapitalizminin krizi koşullarında Kemalistler bu konuda yazılacak en güzel esere 2.000 lira ödül konmuştur. Burhan Aşaf [Belge], ödüle rağman darülfunun hocalarının bu konuya ilgi göstermemelerini “ [Ödül] Müderrisleri müstakil tefekküre [düşünce] ve taharriye[araştırma] sevkedememişti.”[14] Söyleriyle Darülfununun duruşundan esefle bahseder. Resmi ideolojiye uygun bir tarih yazımına akademik destek adına Üniversite reformu adı altında Darülfunun tasfiye edilerek üniversitelerde  koşullara uygun uygun hale getirilmesi sağlanır, Burhan Asaf, Kadro Dergisinde Üniversitelerden beklentilerini sıralar:  “İnkılâp merkezinin tarih ilmini baştan aşağı yeni bir görüşle tasfiyeye tâbi tutmak cehti karşısında İstanbul Darülfünununun bunu kavramakta gösterdiği aciz yahut temerrüdü acaip bir hal olarak görülecektir… Ankara tarih kongresindeki yüksek mana şu idi: Siyasi istiklalden sonra ve iktisadi istiklal mücadelesi doludizgin devam ederken, milli tarihi görüşte de istiklale varmak. Eğer İstanbul hocaları bu manayı anlamış olsa­lar idi yeni tarih tezini büsbütün başka bir tarzda takdir edecekler ve aynı görüş istiklalini hukukta, felsefede ve diğer içtimai ilim şubelerinde de te­sisi lazım geleceğine yekten kanaat getireceklerdi. … Fakat onlar ilmi gö­rüşte istiklal olamayacağını ve ilmin her taraf için bir olduğunu ihsas etmek istediler.”[15] Tarih iktidara yedeklenmiştir.

Burhan Asaf’ın arzusunu üniversite reformu adı altındaki Darülfunun tasfiyelerinin ardından ve yıllar sonra YÖK’ün yetiştirdikleri fazlasıyla yerine getirmektedirler.

1927 nüfus sayımı İttihad’ın yarım bıraktığı asimilasyonun, etnik homojenliğin sağlanmasının bir aracıdır. Bu sayımla nüfus kompozisyonu en küçük yerleşim yerine kadar tek tek listelenerek asimilasyonun yeni zemini tespit edilmiştir. Homojen nüfusa sahip ulus devletin tesisi için gayri Türk unsurların asimilasyonundan kovulmalarına ve kitlesel kırımlarına kadar giden bir pratiğin yol haritası çizilmiştir. Süreç içinde bu unsurların bir kısmı gönüllü asimilasyonu tercih etmiş, bir kısmı göç ederek bu coğrafyadan uzaklaştırılmıştır.

T.C./Kemalistler, öncülleri İttihad’ın  kovmadan soykırıma uzanan politikaları sonucu  nispeten homojen devraldıkları coğrafyayı, Lozan’da yakaladıkları mübadele fırsatıyla bunu daha da ileri götürerek, Ulus devleti daha  homojen nüfusun (Müslüman) ağırlıklı bulunduğu bir yapıda şekillendirmişlerdir.[16] Bu homojen yapı içindeki istenmeyen Gayri Türk unsurlar sürekli gözetimde tutularak bir  sınav psikozu içine sokulmuştur. Bu unsurların savunma pozisyonunda kalmaları ve kımıldayamamaları için ellerinden gelen esirgenmemiştir. Bu savunma durumu da aslında asimilasyonun önemli bir parçasıdır. Sonradan Türk olan bu unsurların milliyetçiliğin en bağnaz savunucuları ve hatta milliyetçiliğin vurucu gücü olmalarında bu savunma ve kendilerini kanıtlama psikozu önemli bir etkendir. Nazan Maksudyan’dan ödünç aldığımız bir deyimle ifade edersek daima gayri Türk unsurların Türklüğü ölçülmektedir.

Daha lozan’ın mürekkebi kurumadan bu anlaşma ile bazı azınlıklara tanınan sınırlı haklardan vazgeçilmeye zorlanmış ve kısa süre içinde bunu başarmışlardır. Lozan’da güvenceye alınan sınırlı haklar buhar olup uçmuştur.

Kemalist iktidar kendisinin dışındaki hiçbir unsura iyi gözle bakmaz. Bulundukları ülkelerde baskıya uğradıklarından dolayı anavatan diyerek Türkiye’ye gelen Türki unsurlara bile iyi gözle bakmaz. Bu unsurların kitlesel göçü Türkiye’nin kalkınma hamlelerini baltalayan bir etmen olarak algılanır. Bu göçler kalkınma hamlesinin baltalanması için  komşuların bir komplosu olarak düşünülür[17]. Zaman zaman bu göç dalgalarını komşuların roman nüfusundan kurtulma eylemi olarak tanımlayarak sınırlarını bunlara kapatır. Türk olmayanların  takibi süreklidir. Arnavutlar, diğer Balkan kökenli gruplar sürekli takip edilir.[18]

Türkleştirilemeyenler ise yurttaş olarak olarak kabul edilmez içerideki yabancılardır. Kemalizmin ideolojik olarak kurumlaşmasında etkin olan Kadro’culardan Burhan Asaf Belge içerideki yabancılara gözdağı vermekten kaçınmamaktadır : “Almanya’daki Yahudi aleyhtarlığı, umarız ki, bizimkilere bir ders olur. Türk kadar misafirperver olmak için, Türk kadar tarih içinde efendi millet olmuş olmak lazımdır. Fakat her misafirliğin sonu ya evdekilere karışmak yahut misafirliği uzatmamak değil midir? Bizim azlıklar, evdekilerine ka­rışmasını şimdiye kadar hiç bilmediler. Fakat bundan sonrası için bunun sa­mimi yollarını, biz göstermeden kendilerinin arayıp bulmaları şüphe yok ki hem onların hem bizim lehimizedir.”[19]

Türk unsuruna dayandığını ifade eden elit azınlık kendilerinin dışında kalan grupları sürekli savunmada bırakır bu siyaseten zayıf/zayıf düşürülmüş gruplar sürekli bir aşağılanma ile karşı karşıyadırlar.Yahudi muhtekir, Çerkez hain… Bizim yakın tarihimizde görülen kaytaklık olaylarının çoğunu yabancılarla Türk olmayan Müslümanlar yapmıştır. Çerkes, Arnavut, Arap  v.s. gibi. Bunlara dikkat gerekir. Kaytaklık açık olursa mücadele kolay olur. Fakat bunun en tehlikelisi hak suretinde görünendir.[20]

Türkiye’de ethnologue.com’a göre 36 dil konuşulmakta, hepsini üst üste koyduğumuzda aslında çoğunluktan söz ediyoruz. Amacımız bu çoğunluğun farkına varılması ve siyaseten zayıf grupların tartışılmasıdır. Umarım bir kanal açabilmişizdir.

 

[1] Recep Peker, Cumhuriyet Halk Fırkası Programının İzahı Mevzuu Üzerinde Konferans, Hakimiyeti Milliye Matbaası 1931, s 10-11 (alıntıların diline ve imlasına dokunulmamıştır)

[2] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk İhtilali, Altın kitaplar,1967, sh 216

[3] Nazan Maksudyan Türklüğü Ölçmek, Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Çehresi 1925*1939, Metis, 2005,  sh 11

[4] Nazan Maksudyan, Türklüğü Ölçmek… sh 9

[5] Buradaki edyan/din, millet/Müslüman-Türk olarak algılanmaktadır. Kongre bir anlamda milliyetçilik bayramı olarak da okunabilir.

[6] BCA 30.18.1.1/7.33.9

[7] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali… sh 298

[8] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali… sh 352

[9] Milliyet Gazetesi19 Eylül 1930

[10] Milliyet Gazetesi, 31 Ağustos 1930

[11] 16 nisan 1943 tarihli tasviri efkar gazetesindeki Harb okulu Komutanlığının, harp okuluna öğrenci alınmasına dair ilanında giriş şartları arasında Öz Türk ırkından olmak şartı  yeralmaktadır.

  1. [12] Hocaoğlu S. Ertürk, “Irkçı-Turancı Atatürk”, Orkun, cilt 41, 13 Temmuz 1951, s. 3-5. Akt. Maksudyan… s 54-55

[13] Maksudyan sh 53

[14] Burhan Asaf, Üniversitenin Manası, Kadro, 1933 Cilt 2, sy 20, sh 24  tıpkıbasım, Y.hazırlayan Cem Alpar, AİTİA, 1979 Burhan Asaf’ın yazısının altında Kadro’nun şu sloganı yer almaktadır: “Kayıtsız ve şartsız milliyetçilik; milletin umumi menfaatlerini bütün menfaatlardan üstün tutan milliyetçiliktir. Tam ve bütün millet mefküresi ancak bu suretle tahakkuk edebilir”

  1. [15] Burhan Asaf Belge, “Arkada Kalan Darülfünun”, Kadro, cilt 1, sayı 8, Ağustos 1932, s. 47-8. maksudyan 77

 

[16]İttihad ve Terakki Hükümetinin 27 Şubat 331 [1915] tarihli tezkeresi “Memalik-i Müstevliyeden gayrimüslim kabul edilmemesine”  yöneliktir (BCA 272… 11/8.8.18) bu kararla Osmanlı/Türk ülkesinde artık gayri Müslime yer olmadığına işaret ettiğini söylemek yanlış olmaz.

[17] Cahit Talas  gibi ciddi sayılan bir akademisyen bile bu tezi litaratüre geçirmekten çekinmemiştir

[18] BCA 272… 65/6.5.1 Boşnak ve Kıptiler hakkında istatistiki cetvel düzenlenir.(8.8.1926), BCA 272…65/6.5.4 Polatlı köylerindeki Türk, Tatar, Boşnak, Kürt, Alevi, Müslim, Kıpti nüfusa dair istatistiki (10 sahife) bilgiler (23.3.1927), BCA 272…65/6.5.5 Bulgaristan, Yunanistan,Romanya, Arnavutluk, Kıbrıs ve yugoslavya’dan gelen mültecilerin nüfus miktarlarını ihtiva eden ve yerleştirildikleri yerleri gösterir (34 sahife) cetvel düzenlenir (10.5.1927), BCA 272…65/6.5.6 Ayaş’ta iskan edilen Türk, Müslim, Kıpti, Boşnak, Bulgar, Romanyalı muhacirlerin nüfus ve hane miktarını gösterir cetveller çıkarılır(10.5.1927)

  1. [19] Burhan Asaf Belge, “Bizdeki Azlıklar”, Kadro, cilt II, sayı 16, Nisan 1933,
  2. 52. Aktaran Maksudtyan… sh 46

[20] Mahmut Esat Bozkurt, Atatürk ihtilali… sh 148

77286

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar