Pazartesi Haziran 17, 2024

Parlayan herşey altın değildir -2

Bu kadınlar da nereden çıktı!

Egemen sınıfların çıkarları uğruna kurulan düzen partilerinde yöneticiler, kadrolar, bürokratik bir mekanizmanın tepesine otururlar. “Tek adam”lık tümünün ortak kesenidir. Bu “adam”lar erkek egemenliğinin doğrudan tezahürüdür. “Er’ek bir dil”, “erk-ek bir kültür ve ahlak” sistematik olarak özellikle bu mekanizma üzerinden üretilir. İktidarın “erk”te temsili proletarya partilerinde bu “adam”lar eliyle gerçekleşir. Hegemonya kurdukça erkekleşir, erkekleştikçe de kadınlara “saldırırlar”. Kadının özgürlük mücadelesinde aktifleşmesi, özneleşmesi, inisiyatif alması onları korkutur. Çünkü kadınların bu derece aktifleşmesi ve özneleşmesi sadece yönetim anlayışındaki tekçi, şefçi yaklaşımları deşifre etmez, bununla birlikte ve aynı zamanda hücrelerine gizledikleri “erkekliklerini” de açık eder. En zayıf-geri ve haksız oldukları, bu yüzden de en çok çivisine çakıldıkları konulardan biri de budur. Aynaya bakma cesaretini gösteremeyenlerin, ışık hızıyla gericileştiğini ve kadın mücadelesinin karşısında konumlanmaktan başka gidecek adreslerinin olmadığını biliyoruz. Kadın hareketi karşısındaki tutum devrimciliğin turnusoludur zira. Erkek egemenliğinin kişilikte yarattığı tahribatı tespit etmeyen, edemeyen, tamir için emek vermeyen devrimcilik, en hafif söylemle sakatlanmış demektir.

Burjuvazinin proletarya partilerinde karşılık bulan çizgisinin en çok da kadın hareketine ve çalışmasına saldırmasının, onu yaralamak istemesinin nedeni de budur. Kadın çalışması, gündemi söz konusu olduğunda daima yapılması gereken daha önemli işleri olanlar, konu açıldığında “ama kadın çalışması da önemli” deyiverenler, bu mücadeleyi savunur görünüp ardından altını boşaltmakta ve tasfiye etmeye çalışmaktadır. Bu başarılı olamadığında da kadın çalışmasında ısrarlı kadınlar hedef tahtasına konabilmektedir. Birden bire kadın çalışmasının nerede nasıl tespit edildiği bilinmeyen eksikleri masaya yatırılıp büyük büyük laflarla orada burada konuşulmaya başlanmakta ve emek vurgulu cümleler eşliğinde bir feminizme kayış hikayesi yazılmaktadır. Bir yandan emekçi vurgusunun önemi keşfedilirken bir yandan da kadın-erkek ayrımı yapıldığı çığlıkları atılır. Kadınların erk’e yönelik isyanı karşısında hemen “proletaryanın kılıcı” kuşanılır ve feminizm, anarşizm, disiplinsizlik “eleştirileri” piyasaya sürülür. Sözünü sakınmayan, tartışan devrimcilerin kadın kimliğine saldırılar eşliğinde yapılır bu. Kadın mücadelesinin özgün yanları öyle bir topa tutulur ki, adeta bir akıl tutulması… Elde ne varsa eksik, yanlış, zaaf, öz eleştiri bol kepçe servis edilir. Bilindik, kadınların gündeminden artık çıkmış, sonlanmış ne kadar tartışma, aşılmış ne kadar belirleme varsa yeniden tartışmaya açılır, piyasaya sürülür. Ne de olsa kadınlar karşısında her şey mübahtır!

Kolektif içinde veya etrafında yaşanan kadına yönelik suçlarda “prestiji korumak” adına suçlar hasıraltı edilir, kadınlara karşı suç işlemiş unsurlarla kol kola “faaliyet” yürütülmeye devam edilir. Bu da olmuyorsa fatura birilerine kesilir, olur biter! Örnekleri çoğaltmak mümkün… Ama gerek yok. Burjuvazinin iktidarını sürdürmesinde erkekliğin yeniden üretilmesi temel dayanaklardan biridir. Bu da kadınlar için koyu karanlık demektir. İşte burjuvazinin çizgisi bu karanlığa yakılan, yakılacak meşalelerden ölesiye korkar. Bu meşaleleri söndürmek için her türlü çirkinliğe başvurabilir. Kadın mücadelesi söz konusu olduğunda tam bir erkektir.

Egemen ulus tavrı, Kürt sorununda Türk!

Burjuvazinin bir çizgiye dönüşen yaklaşımlarının proletaryanın partisinde temel dayanağı iktidar kavramıdır. Gücünü ideolojik sağlamlılıktan, gelişim ve üretimden beslenen dinamizmden alamadığında, eleştiri-özeleştiriden nasiplenmediğinde elde avuçta kalan hep o kirli iktidar olur. Statüyü korumak esas dert haline geldikçe rütbelerin sihirleri de daha görünür olur. Muktedir olmanın avantajı, ideolojik çürümeyi gizlemek için araçsallaştırılır.

Proletaryanın partilerinde, onun iç yaşamında, kadın sorununda iktidarı temsil eden erkekten yana saf tutulur. Kadın mücadelesindeki bu tutum, Kürt sorununda da koordinatları belirler. Zira ikisinde de temel parametre iktidar karşısındaki konumlanıştır.

Burjuvazinin çizgisi, ulusal sorunda teorik düzlemde “en doğru”, “en radikal” çıkışları yapsa da pratik onların foyasını ortaya çıkarmakta gecikmez. Kürt halkının özgürlüğü uğruna verdiği, sayısız bedeller ödediği taleplerine “programatik görüşleri”ne uygun olmadığı, sınıfsal bir ideolojiden beslenmediği, ezilen ulusu burjuvazisinin ideolojisinden etkilendiği gerekçesiyle sırt çevirirler. En bilimsel yolu bir kez göstermişlerdir, en doğrusu oturup Kürt halkının bu gerçeği görmesini beklemektir.

Bir ulusun, halkın hak arama bilincinin, değerlerinin, dilinin, kültürünün, siyasi varlığının, temsiliyetinin vb. adım adım elde edileceğini, kazanılacağını göz ardı ederler. Bunun sonucunda Kürt sorununda ezen ulus burjuvazisinin yanında hizaya dizilirler. Kürt halkı onların değil de ulusal hareketin çağrılarına ses verdiği için bu acıları yaşamaktadır ne de olsa! Ulusal taleplerle yürüttükleri radikal mücadelenin sırası değildir, uygun an, o an değildir!

Kaypakkaya’nın 45 yıl öncesinden analiz ettiği ve içine girdiği çelişkinin bugün ulaştığı düzeyle ilişkilenmemek adına sözde ona sarılırlar. Kürt halkının gelişen direnişinden öğrenmek, bunun parçası olmak ve Kaypakkaya’nın bilimsel görüşlerini buralara taşımak yerine adeta hakem misali kavgaya tutuşanların hakkında ahkam keser, sergilenen direnişlere ömür biçme pişkinliği sergilerler. İşçi sınıfının önderliğinden, Kürtlerin proletarya ideolojisi ile kurtuluşa ereceğinden bahsederler ancak bu konuda da üzerlerine düşeni yapmaktan acizdirler.

Tıpkı kadın mücadelesi başlığında olduğu gibi Kürt sorununda alınacak her tutum devrimciliğin ayracı gibidir. Çelişkinin Misak-ı Milli sınırlarını çoktan aştığı, Ortadoğu’da dengelerin yeni baştan planlandığı düzleme eriştiği bir zamanda bu kimyasal reaksiyon çok daha hızlı gerçekleşmektedir.

Kürt sorununda güçlü olandan, iktidardan yana tavır almak tesadüfi değildir. Zira bu alan tehlikelidir ve dokunanı yakmaktadır. Kürt sorununda Türk, kadın sorununda erkek, yönetimde şefçi, otoriter, yoldaşlarına yaklaşımda bencil, üstenci, hareketin sorunları karşısında yıkıcı olmaları da kendi içinde doğaldır!

Proletaryanın çizgisi kazanacak!

Proletaryanın çizgisi bu mücadelede sabırla, ilmek ilmek örülmek zorundadır. Haklı ve doğru olanı güçlü bir şekilde savunmak ve pratiğe uygulamak proleter devrimcilerin önünde duran acil bir görevdir. Unutmamalıyız ki, yaşanan burjuvazi ile proletarya arasındaki bir savaşımdır. Her sınıf da niteliğine uygun bir pratik ve söylem içindedir. Savunduğu doğrularda ısrar etmek ve bu bağlamda tutarlı olmak, burjuvazinin çizgisiyle aramızdaki farkı iyice görünür kılacaktır, ki bu iyi bir şeydir. Proletaryanın siyasi ahlakı, dürüst, kazanıcı ve birleştirici bir duruşu zorunlu kılar.

Yığınlara gerçekleri sabırla anlatmalıyız. Yaşanan süreç, kitlelerle birlikte aşılacaktır. Kitlelere doğru bilgi verilmeli ki, dedikodunun saflarımızda ilerlemesine engel olabilelim. Zira en önemlisi her türlü tartışmada kolektifimizin değerlerinin korunmasıdır. Bugün karşımıza çıkan sorun on yıllardır varolan ve bugüne taşınan çelişkilerin toplamıdır. Bunları açığa çıkaran zemine odaklanmak, buna kafa yormak ve politika üretmek doğru olacaktır. Önemli olan doğru halkayı bulmak ve kitlelerden kopmadan bununla uğraşmaktır. Proletaryanın müfrezesi, nice badireyi, darbeyi atlatmayı başarmış ve bugüne gelmiştir. 45 yıllık zengin tarihsel yolculuk, bizlere ilham ve güç vermelidir.

Sorunlar aşılabilir, çözülebilirdir. Bunun, sınıf mücadelesinin yakıcı, güncel gündemlerinden uzaklaşarak değil tersine bu engin denize tüm varlığımızla atılarak olacağı ise tartışmasızdır. Tarih bize öğretmiştir ki, keskin laflar, yersiz program savunuculuğu, her konuda üst perdeden yapılan çıkışla, esip gürlemeler sınıf mücadelesinin gerçekliğinde test edilir, herkes bilir/bilmelidir ki parlayan her şey altın değildir.

Proletaryanın umudu, umudu büyüten, geleceğe uzanan çizgisi kazanacak ve yakına ama ileriye, güçlü adımlar atacaktır. (Bitti)

48431

KEMALIZM MI?...MARKSIZM-LENINIZM MI ?

 

1 Mayıs 2014; Son Sözü Direnenler Söyler!

2014 1 Mayıs’ı; baskı, şiddete ve tüm engellemelere karşın yine büyük bir coşku ve kararlılıkla işçi ve emekçiler tarafından kutlandı.

2014 1 Mayıs’ını diğer 1 Mayıs’lardan ayıran en önemli yan, Gezi İsyanı sonrasında yaşanan ilk 1 Mayıs olmasıydı. Haziran İsyanın da, göğü fethe çıkan yığınların, kendi yaşamına dair her yerde sesini yüksek sözle söylemesi, giderek özneleşmesi, gücünün ve kudretinin farkına varması, toplumsal mücadeleye yeni bir soluğun katılması anlamına geliyordu.

Özgürlük Yürüyüşü

 

Hangi halktan, dinden veya mezhepten olursak olalım hiçbirimiz bilindik hırsızlar şebekesinin  çöreklendiği bu sömürü düzenini ve Tayyip diktatörlüğünü hak etmiyoruz. Bu diktatörlüğe  artık bir dakika bile tahammülümüz kalmamıştır. Onlar tarafından yönetilmek ayıplı bir durumdur, bu utançtan bir an önce kurtulmak gerekiyor.

Savaş Başladığı Yerde Kazanılır

Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı için Taksim’in tarihsel bir önemi vardır. Bu önem, sınıfın siyasal savaşımın genel olarak bu alanda verilmesinden kaynaklıdır. Bu gerçeği bilen Türk egemen sınıfları yıllarca Taksim’i 1 Mayıs’larda işçi sınıfına yasaklamıştır. Yasaklamakla kalmayıp 1 Mays 1977 yılında onlarca işçiyi katlederek burjuva sınıf tavrını net olarak ortaya koymuştur. İşçi sınıfı da aynı kararlılıkla mücadele ederek bugüne gelmiştir. Ve işçi sınıfı, Taksim’i, ölüler verek kazanmıştır. Bu nedenlede, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için direnmiş ve savaşmıştır.

TKP/ML TİKKO Militanlarından Eylem

Elimize e-posta yoluyla ulaşan bir açıklamaya göre TKP/ML TİKKO’nun kuruluşunun 42. savaş yılını selamlayan militanlar, İstanbul’da; Gazi, Sarıgazi, Yenidoğan ve Gülsuyu Mahallelerinde eylemler gerçekleştirdiler. Açıklamayı güncelliğinden ve haber değeri taşıdığı için paylaşıyoruz:

TKP/ML militanları Sarıgazi’de Kaymakamlığı yaktı

İstanbul: Bugün Taksim’e girmek isteyen kitleye yönelik saldırıyı protesto etmek için Sarıgazi’de yapılacak eylem öncesi TKP/ML militanları bir korsan gerçekleştirerek, Kaymakamlığı tamamen ateşe verdi.

Bugün Taksim’e çıkmak isteyen kitleye karşı uygulanan polis terörüne karşı Sarıgazi’de DHF, ESP, EMEP, Halkevleri ve Partizan tarafından bir protesto eylemi örgütleme kararı alındı. Eylem öncesi Demokrasi Caddesi’nde bir korsan düzenleyen silahlı TKP/ML militanları, Kaymakamlığa yönelik bir saldırı gerçekleştirdi.

Kaymakamlık tamamen yakıldı

TKP/ML MK'si:"Taksim hayal değil gerçek!"

Sokakları tutuşturmaya, barikatlar kurmaya, alanları zaptetmeye;

Taksim'i bir kez daha kazanmaya, 1 Mayıs'a!

Elinden gelen her şeyi yapmak

Egemenler her daim devletin bekaası ve güvencesi için sömürü ve baskı politikalarını gizlemeye, kendilerine yönelebilecek öfke ve tepkiyi yarattıkları hayali düşmana yöneltmeye çalışırlar. Bunun için her dönem içte ve dışta bir düşman bulmakta zorluk çekmezler.  Halkın biriken öfke ve isyanı “iç ve dış düşmanlara” yöneltmeye çalışarak, kurtulduklarını zannederler.

1918 Bir aşk destanı

1918'de Kars, Iğdır ve Ağrı'da, asırlar boyu kapı komşu olan Kürtler, Türkler ve Ermeniler arasında patlak veren korkunç savaşta hazin bir aşk yaşandı. Lilya, güzeller güzeli Erivanlı bir Ermeni kızıydı; Zürbe ise Lilya ile aynı köyden olan bir Kürt delikanlısıydı.

"Akılları ve vicdanları esir alan bu korkunç savaşın

Bir gün kendi hayatlarını da yağmalayacağını bilmeden

Zorbalığın hükümdar olduğu o dehşet dolu günlerde

Mezun oldular

Cıvıl cıvıl hayallerle süsledikleri Tiflis Üniversitesi’nden"

Secim sonuclarinin kaba bir analizi ve ana basliklar

Secim sonuclarının kaba bir analizi ve ana baslıklar;

Bir ulusun başına gelen Büyük Felaket, Bir coğrafyanın tanıklık ettiği, unutulamayacak bir yıkım…

Üzerinden yüzyıl geçmiş olmasına sadece bir yıl kaldı, o Büyük Felaket’in, o acımasız talanın ve o amansız soykırımın.Dillerin lal olduğu, kulakların tıkandığı, gözlerin kapatıldığı zamanlar hiç eksik olmadı bu yüzyıl boyunca. Ama hiçbir şeyin gücü yetmedi, bir ulusun acısını dindirmeye, soykırımla çoraklaştırılmış bir coğrafyanın kaderini değiştirmeye.
İşte, bugün vicdanlarda bir kez daha mahkum ediliyor, bir kez daha lanetleniyor, bir ulusun maruz bırakıldığı o acımasız yıkım ve kırım.

Sayfalar