Pazar Haziran 16, 2024

Özgüç Yalçın’ın kaleminden… ŞİMDİ DAĞLARDAYIM…..

Bazı anılar vardır insanın yaşamında. Bir sürü anlatıma, düzinelerce okumayı bedeldir. Bazı şeyleri daha iyi kavratır insana. Hani deriz ya kafamda bir şimşek çaktı diye. İşte öyle anlardır bahsettiğim. Benim hayatımda da oldu öyle anlar.

Çocukluğumun geçtiği yerler Altındağ sokakları kavrattı bana bazı şeyleri. Çinçin Bağları, Çalışkanlar, Yenidoğan, Hıdırlık Tepe’nin çamurlu yolları. Bu yollarda her türlü romantizminden ve inceliğinden sıyrılmış, en kaba haliyle duruyordu yoksulluk. Çamurlu yollarda on santim kar yağdığında arabaların çıkmadığı o yollarda, sokakta oynayan çocukların yırtık yamalı üst başlarında, işten dönüşte alışveriş yapılmış ama yine de yarısı boş poşetlerde, kısacası her şeyde yaşanıyordu yoksulluk.

Buralarda fazla alternatifi yoktu kurtarmak için; bazıları mafyatik işlere bulaşır, bu işlere girmek için çok fazla zorlanmazsın buralarda. Zaten köşe başı bu konuda bağlantılarla doludur. Torba tutanlar hırsızlık çeteleri, yankesici-cepçi şebekeleri… Her isteyen istediği mesleği seçebilirdi. İş bulmakta sorun yoktur. Zaten eleman aramaktadır kendisine bütün işverenler.

Bazıları ise daha risksiz işler ararlar kendilerine. Hoş mafyatik mevzularında bir riski yoktur aslında. Zira polis çok karışmaz. Hatta çorba parası alır bu çetelerden. Ama yine de daha az riskli işlerde vardır. Çankaya, Oran gibi zengin semtlere temizliğe, çocuk bakıcılığına giden kadınlar. Sömürünün doludizgin gittiği siteler, OSB'de işe giren, boğaz tokluğuna çalışan gençler vs. bunlarda bu gurubu oluştururlar.

Bazıları vardır ki; aslında en riskli işe giren onlardır. Bu sorunları bir tek kendilerinin yaşamadığını ve daha köklü bir değişim için çaba harcamak gerekirse bedel ödemek gerektiğini kavrayarak mücadeleye katılırlar.

Düzenin sokaklarımıza saçtığı tüm pisliğine rağmen buraların devrimci geleneği de eskidir. Yoksul dayanışması daha başkadır. Her dönem devrimcilere de kapılarını açmıştır buraların halkı. İşte ben bu noktada şanslı olanlardan biriydim. Ailem zaten bedel ödemiş bir aileydi devrimci mücadelede. Evde genelde politika konuşuluyordu. Aynı zamanda devrimcilerin sürekli uğradığı ailelerden biriydi. İlkokula gidiyordum yaşım küçüktü ama onlarda bir farklılık olduğunu biliyordum. Oturup kalkmalarından konuşmalarına, üsluplarına benzemiyorlardı diğer insanlara. Ve ben mahallenin külhanlarına kabadayılarına değil; onlara öykünmeye başladım.

Artık ortaokula başlamıştım. Bazı şeyler daha iyi netleşiyordu. Bu içinde bulunduğumuz durumu değiştirmek için bir şeyler yapmak gerektiğini düşünüyordum bende onlar gibi. Ama nasıl olacağı konusunda kafam çok net değildi. Bir yandan yavaş yavaş devrimci abilerimize yardımcı olmaya da başlamıştık. Afişlerde gözcüydük. Toplatması çıkan yayınları biz götürüyorduk çünkü yaşımız küçüktü çok şüphe çekmiyorduk. Silahlı mücadele bize destansı bir kahramanlık gibi geliyordu. Ama çok gerekli ve olmazsa olmaz olduğunu anlayamıyorduk. Sadece silaha olan meraktı bizdeki.

İşte bu insanlardan birisi vardı ki beni en çok etkileyen o olmuştu. Ulucanlar katliamında sonuna kadar savaşarak devrimciliğin adına layık bir şekilde canını veren ABUZER ÇAT (MLKP şehidi).

Görünüşte bizim oturduğumuz bölgeye hiç uymuyordu o. Kibar, naif biriydi. Ama mahallede olağanüstü bir saygınlığı vardı. Çünkü insanlara değer veriyor; onları dinleyip anlamaya çalışıyordu. Hatta herkesin serseri çakal, adam olmaz gözüyle baktığı mafyatik çevrelere girmiş gençlerle bile diyaloğu vardı. Kazandığı bile oldu içlerinden.

Sonra tutsak düştüğü haberini aldık onun. Ve en sonunda da şehadet haberini. Ulucanlar zindanında partimiz savaşçısı Halil Türker yoldaşında arlarında olduğu on devrimci tutsak yapılan operasyon sonrasında hapishanenin hamamına götürülerek kalas, jop ve demir çubuklarla dövülerek, vücutları jiletle, kasatura ile kesilerek, vücutlarına paslı çiviler çakılarak vahşice katledilmişlerdir. Abuzer abinin lime lime olmuş bedenini devrimci bir yayında gördüm. O an babamın söylediği bir söz aklıma geldi; ''insanlık insan olana yapılır.'' Bu kadar insan sevgisiyle dolu kimseyi incitmeyi geçtim bir kötü sözle kırmaya çekinen Abuzer abinin -ki diğerlerini tanımıyorum ama devrimciliği seçtiklerine göre onlarda öyle insanlardır- vücuduna kasatura jilet vb. ile faşist semboller çizilmiş paslı çiviler çakılmış. Benim kafamda şimşeği çaktıran anın bu olduğunu söylemeliyim.

Yoksulluğumuzun nedeni olarak devleti görmesek de onun bir parçası olan polisiyle oturduğumuz yer ve siyasi meselelerden kaynaklı yoğun bir şekilde karşı karşıya gelme oluyordu. Mahallede çetecilerle olan temasları mahalle giriş çıkışları rasgele insanları taciz etmeleri, kadınlara tacizde bulunmaları, kimlik kontrolü yaparak bahane aramaları vs… Mahallenin çok içlerine girmeye genelde çekiniyorlardı. Dik başlıydı ve kendimizi ezdirmiyorduk. Onun için giriş çıkışlarda yakalamaya çalışıyorlardı.

Bu yüzden Ulucanlar katliamı ve bu yaşananlar hepsi birleştiğinde tam olarak meseleyi çözmesem de bağlantıyı kurmam zor olmadı. Düşmanımız Onlar’dı ve Onlar'a “insanlık” yapılmazdı. Bize bu vahşeti reva görenler, hak ediyorlardı karşılığı. Onun için silahlı mücadelenin sadece basit bir kahramanlık değil; bu çektiklerimizi bitirecek bir zorunluluk olduğunu kavramaya başladım.

Ulucanlar katliamının ertesi günü, hayatımdaki ilk eyleme katıldım. Henüz 13 yaşındaydım. Akşam saat 7 sıralarında Çalışkanlar Dörtyol’dan yürüyüş başlamıştı. Abuzer abinin mahallede tanınan sevilen biri olmasından kaynaklı herkes hınçla sokağa akmıştı. Hiç ummadığınız, çete-mafya işleriyle uğraşan insanlar bile vardı aralarında. Saat 8'de Dışkapı SSK önünde düşmanla karşı karşıya gelmiştik. Ve ilk taşlar atılmaya başlamış, yüzlerinde kızıl maske olan devrimciler ilk molotofları yağdırmaya başlamıştı. İlk olmasından kaynaklı biraz korksam da, yaşanan olayın hıncıyla biz çocuklar da taş atmıştık. Ardından mahalleye doğru geri çekiliş, yağmaya devam ediyor taşlar, alev topları... Mahalleye girdiğimizde ilk barikatlar kurulmaya başlamıştı. Biz görmemiştik ama düşmanın ateş açtığı söyleniyordu. Bunu duyduğumuzda herkesin tepkisi aynı olmuştu. Ne olurdu bizim de silahımız olsaydı…

İki gün sonra cenazeler alınmıştı. Karşıyaka mezarlığında, katliamda şehit düşen 3 devrimcinin uğurlaması vardı: İsmet Kavaklıoğlu, Önder Gençarslan ve Mahir Emsalsiz... Aralarında Abuzer abi yoktu ama biz yine de katılmayı bir görev bildik kendimize. Çünkü “On”lar da ayrı değildi. Beraber dövüşmüşlerdi aynı barikatta, bizim de düşmanımıza karşı. Ondan her türlü saygıyı hak eden insanlardı. Orada anaların konuşmasını dinlediğimde birkaç gün içinde bende uyanmaya başlayan şeyler iyice pekişti.

Şimdi dağlardayım, ama artık sadece Abuzer abimin değil tüm devrim şehitlerinin hatta vergilere bağlanan, evleri başlarına yıkılan, her gün her türlü sömürüyü tekrar tekrar yaşayan, kadınsa tacize tecavüze her gün maruz kalan, yok sayılan, Kürt’se kimliği çalınan, köyleri yakılan, toprağından sürülen, gençse geleceği çalınan... Bütün bir halkın intikamı için savaşıyorum artık. Faşist katiller sürüsü, Ulucanlar'da “başarılı” bir operasyon yaptığını düşünüyordu. Ama bilmiyorlar ki; o katliamdan sonra benim gibi bir sürü gençte oluşan “bunlara insanlık yapılmaz” düşüncesi, onların sonunu getirecek.

(Bu makale Şahverdi Şehitleri’nden Özgüç Yalçın (Sefkan) tarafından kaleme alınmıştır. Özgüç Yalçın yoldaş, faşizme karşı mücadele içerisindeyken çatışarak şehit düşen Özgüç Tuncay adlı Devrimci Yol şehidinden aldığı adını, militan bir mücadele içinde taşımayı başarmış ve tıpkı adını andığı ya da yazısında ifade ettiği devrim şehitlerinin direniş pratiğine uygun olarak, 21 Ekim tarihinde düşmanla yaşanan çatışmada şehit düşmüştür.)

 

46081

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar