Pazartesi Haziran 17, 2024

Onuru ile yürüyenler, onurumuzdur…İsmail Cem Özkan

Yıllardır resmi söylem içinde 12 Eylül öncesinden bahsedilirken sağ sol çatışması varmış gibi konuşulur, bu bilerek ve bilinç içinde yapılmış bir konuşma metnidir, çünkü resmi tarih yazıcıları öyle olmasını uygun görmüşlerdir.

12 Eylül ise sağ ve sol çatışmasını bitirmiş kaynaştırmıştır!

İlk kaynaştırma deneyi cezaevlerinde sağ ve sol davalardan yargılananların aynı hücreye ve koğuşa konması ile başlamış, sonra bir sağdan bir de soldan olmak üzere dengeli idam cezaları verilmiş ve infaz edilmiştir… Önce “sağ adım” atmak kutsallık içinde bir anlamı olduğu kabul edildiğinden olsa gerek sağcı birinin idamı için idam sehpaları kurulmuş, cellatlar sabaha karşı mesailerine başlamışlar. Sağcı asıldığında medyaya yansıyan onun ne kadar tepkili ve acınacak olduğu haberleri yansıtılmış, ideolojik nedenler değil de kullanıldığı için idama gitmiş bir mazlum fotoğrafının oluşması için haber bültenleri oluşturulmuştur… Arkasından solcu bir genç, suçu olmadığını bilinerek cuntanın bir kurbana ihtiyacı vardı ve o yüzden davası çok hızlı sonuçlandırılıp, kesinleşmiş karar hakimlerin ağzından çıkarılmış, kayıtlara hemen geçirilmiştir. Apar topar idam edilmesi gerekliydi, çünkü sağcıya karşı solcu idam edilmesi gerekliydi, edildi de… Cunta generallerin istediği oluyordu ve karşılığında bir toplumsal tepki olmuyordu, çünkü ölümden korkanlar idamları izlemeye razı edilmişti, halk değimi ile sıtmaya razı edilmişlerdi ve toplum sıtmaya tutulmuştu…

Antifaşist mücadele…

"12 Eylül öncesi sağ sol çatışması vardı" tezi aslında yanlış, sağ sol çatışması yoktu, faşist katliam vardı ve faşist saldırılara karşı devrimcilerin direnişi vardı ve biz ona "antifaşist" mücadele diyorduk. Ne yazık ki sivil faşistlere karşı direnişi gelen cunta ve faşist idareye karşı yapamadık, çünkü 12 Eylül öncesi devrimcileri öyle bir olayların içine çektiler ki, sivil faşist dışında bir saldırı olacağı akıla bile gelmiyordu...

12 Eylül’e giden en son “test” operasyonlardan biri olan “Nokta Operasyonu” bile devletin saldırısı gibi gösterilmedi, sanki “sivil faşistler ispiyonluyor, devlet tutukluyor” olarak yansıtıldı... Orada direniş çizgisini koyamayanlar elbette 12 Eylül’de varlık göstermesi şaşırtıcı olurdu, beklenen oldu, kısa sürede "merkez komite" yakalanarak “direniş çizgisi” “direniş komiteleri” de birer “ütopya” olduğu ortaya çıktı, teoride iyi olan pratikte karşılığını bulamamıştı...

Antiemperyalist mücadele…

 68 kuşağı ise daha farklı bir yol izlemişti, orada "antiemperyalist" çizgi daha belirgin ve küresel emperyalistler için karabasan olacak kadar korkunç sonuçları hesaplanmıştı. Henüz yolun başında, ilk adımlar atılırken 12 Mart muhtırası sol gibi gözüküp sağdan vurarak devrimcileri önceden hesaplayamadıkları bir noktada yakaladı, "madem kavgaya davet var, bizde bu daveti kabul ederiz" mantığı içinde kavganın içinde orantısız bir güç karşısında yenildiler...

68 kuşağı devlet ile hesaplaşmaya, köylüler ile birlikte emek mücadelesine, 15–16 Haziran’da işçiler ile barikatlara giden bir güçtü, devlet vardı karşılarında ve devlete karşı bir direniş...

Devrimciler ile devlet arasında görünürde suni denge vardı ama hesap edilemeyen ise dengeyi bozacak kadar güçlü bir devrimci örgütsel yapı henüz yoktu. Devrimci gençler gençlik mücadelesinden devlete karşı örgütlü bir siyasi güce dönüşürken yaşlarının getirmiş olduğu acelecilik ve kürsel olarak gelişen antiemperyalist mücadeleye eklenerek ülkemizde de kısa sürede başarıya ulaşacağı ütopyasını Küba’dan esinlemişlerdi… Her ne kadar “somut durumun somut tahlili” yapılmış olsa da pratikte oluşan ortamın yaratmış olduğu girdabın içine hızlı bir şekilde durup düşünecek zaman bırakmadan girmiş oldular…

Kontrgerilla “sürek avı” yapmak için siyasi ortam oluşturdu…

Devrimci mücadele ve onu yönlendiren siyasi örgütsel yapılar henüz filizlenirken, topraktan başlarını kaldıran bir filizin ucuyken onların üzerine devlet kontrgerilla gücü ve taktikleri ile bir “sürek avı” olduğunu görüyoruz... 12 Mart darbesinden sonra yapılan tüm operasyonlar merkezi olarak planlanmış ve canlı yakalamak yerine “öldürerek” bugünün dili ile söylersek “etkisiz hale” getirmek üzerine kurulmuştur… Yani öldürerek sisteme karşı “alternatif” olma ihtimali olan uyanışı yok etmişlerdir… Kontrgerillanın varlık sebebi; devlet tehlikedeyse onu tehlikeye sokanı “yok etmek” üzerine yer altından ve örtülü ödenekten beslenerek oluşturulmuş bir yapı değil miydi? NATO’ya girdiğimizden bu yana zaten bu amaçla oluşturulmuş bir gizli yapının görünür eylemleri düşmana korku, dosta bayram havası yaratmak için hayata geçirilmiştir… tarihinde en büyük ve kitlesel olarak kendisini kanıtlamak için fırsattı ve o fırsat bir “muhtıra” ile önlerine ödev olarak konmuştu…

Devrimciler henüz örgütlenemeden, örgüt ismini propaganda amaçlı ilan edip, çevre oluşturamadan bir sürek avının “avı” oldular...

Elbette 68 devrimcileri inanmıştı, yoldaşlarına çok güveniyorlardı, henüz yolun başında olmalarına rağmen yol ayrımı içinde tartışmalar ile uğraşırken, üzerilerine düşen görev çok ağırdı ve ağır yükü kaldırıp dik olarak yürümesini ve onurları ile bildikleri sona doğru gittiler...

Onların açtığı mücadele çizgisi ve birikimi 12 Eylül öncesi devrimcilere aktarıldı ama oluşan ortam içinde “antifaşist mücadele” daha ağır bastı... Devrimci yapılar dergilerinde yapmış oldukları tartışmalarında “somut durumun somut tahlilinde” üzerlerine “antifaşist mücadele” konduğunu ilan etmiş ve ona göre örgütlenme modeline uygun davranmışlardır. Onlarda ağır koşullar altında, mazlumların yanında faşist saldırıları durdurmak için canları ve başları ile çalıştılar, üstlerine düşen her görevi yerine getirdiler...

Devrimci yapılar ne yazık ki gerçek anlamda örgüt olamadan 12 Eylül karanlığında, zindanlarda direniş ve ölümler ile kendilerini korudular...

Elbette 12 Eylül darbesinden sonra devrimciler sadece cezaevlerinde direnmediler, yurtdışına sürgüne gidenler, yurtiçinde kalıp küçük çaplı direnişler koydular ve bu direnişlerde bir çok devrimci hayatını kaybetti, onların bir bölümünün anıları kitap ya da röportaj olarak yayınlandı…

Cezaevlerinde başlatılan “kaynaştırma” sivil siyasi yaşam içinde de karşılığını buldu, “24 Ocak Kararları” alan Turgut Özal’ın kurduğu parti bu kaynaştırmanın siyasi görünümü olarak karşılığını buldu… Uzun süre iktidarda kalan bu siyasi parti, 12 Eylül darbesinin amaçlarının bir bölümünü hayata geçirdi, geriye kalan amaçları ise “Ilımlı İslam” modeline uygun rejim değişikliği geçiş süreci ise gerçek anlamda bugünde halen iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi” ile hayat buldu. Liberalizm ülkemizde kendisine uygun söylemler ile toplumu illüzyon etmiş ve kullanılır olduğu süreç içinde toplumu değiştirmiş ve bu suret ile kullanılmış ve bir süre sonra tarihin çöplüğüne atılmıştır.

Bugün 68 kuşağı devrimcileri ve 78 kuşağı devrimcilerin birikimleri ve daha öncesi olan TKP tarihi birikimi ile daha deneyimli ve daha olgunlaşmıştır. Elbette tarihi birikim ile hareket edebilmenin ilk koşulu özeleştiri ile tarihe bakmak ve oradan ders çıkarılmasıdır…

Hayatını kaybeden tüm devrimciler onurumuzdur...

Onların anılarını, birikimlerini ileriye taşıyanlara bin selam!

 

İsmail Cem Özkan 

2991

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar