Pazartesi Haziran 17, 2024

Ölümüne seyirci kaldığınla barışamazsın: Ohannes Kılıçdağı

Zaten hep gergin olan ülkemiz ve bölgemiz bir kere daha ‘bıçak sırtında’. Bu sefer başrollerden biri, caniliği bu coğrafyaya bile (“Oryantalizm yapma” diyenler sıranın sonuna geçsin) fazla gelen IŞİD’e ait. Başrole yükselmesinde AKP idaresindeki Türkiye devletinin doğrudan desteği olup olmadığı tartışılıyor. Birçok iddia olmasına rağmen, hükümet ve onun savunucuları bunların hiçbirinin doğrudan desteğe dair somut delillere dayanmadığını söylüyorlar. Gerçektende söylenenlerin hiçbiri bu desteği tartışılmaz biçimde ispatlamaya yetmeyebilir. Bazı görüntüler var, bazı görgü tanıkları olduğu söyleniyor ama hepsi muğlak ve bunların hükümetin direktifiyle olduğunu göstermez. Fakat benim sormak istediğim soru başka: ne görseydik veya görürsek Türk hükümetinin IŞİD’e doğrudan destek verdiğine hiç şüphe duymaksızın inananırdık veya inanacağız? Gönderen hanesinde devletin bir kurumunun isminin yazıldığı, IŞİD kaşeli alındı belgesi mi lazım ya da resmi kimlikleri yakalarında Türk devlet görevlilerinin IŞİD’E silah teslimatı yaparken suçüstü yapılması mı gerek? Bu durum bana biraz “rüşvetin belgesi mi olur?” ‘menkıbesini’ hatırlatıyor. Demeye çalıştığım zaten bu tür ilişkiler hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın nasıl ispatlanabilir ki? Ancak birileri devletin gizli belgelerini ifşa edecek (ki çok hayırlı olur) ya da gelecek kuşaklar bu ilişkileri arşiv belgeleri üzerinden yazılmış tarih kitaplarından okuyacaklar. (Gerçi söz konusu olan Türk devletiyse o arşivler zor açılır ya neyse.)

Kesin kanıt arayışını bir tarafa koyarsak ortada yeterince ciddi çok şaibe ve şüphe var. İlk akla gelen meşhur tır baskınları. O tırlarda ne olduğunu ve nereye gittiğini tam olarak bilmiyoruz ama AKP hükümeti aksini ispatlamadıkça o tırlarda silah olduğu ve IŞİD’e gittiği yönünde kuvvetli bir algı var. Yanlış anlaşılmasın, o tırlarda silah vardı ve IŞİD’E gitti demiyorum, diyemem. Buna inanan çok insan var diyorum ve sosyolojide çok bilinen bir teoremi (Thomas teoremi) hatırlatıyorum: algılar sonuçları itibariyle gerçektir. AKP hükümetinin bütün o patırtının iki çuval bulgur için koptuğuna inanmamızı istemeyi bir kenara bırakıp, ikna edici bir açıklamayı yapması lazım. Devlet sırrı mı dediniz? Hangi sır Allah aşkına? Bugün “Esad’ı devirmek için savaşan hiçbir gruba silah yardımı yapmadık”, deseniz kimi inandırabilirsiniz ki tersini söyleyince sırrınızı itiraf etmiş olasınız?

Bunların üzerine bir de Amerikan Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın Türk hükümetini, Suriye muhalefetine, en hafif tabirle ‘özensizce’ yaptığı para ve silah yardımıyle itham eden sözleri eklendi. Gerçi Biden sonra özür diledi ama söyleyeceğini söyledi. Bu sözleri mutlaka bir hesap çerçevesinde söylemiştir demiyorum ama ‘koskoca’ ABD Başkan Yardımcısı hiçbir şey bilmeden bu sözleri sarfetti demek pek de inandırıcı değil.

Ama bir an için bütün bunları bir kenara bırakalım ve Türk hükümetinin IŞİD’e hiçbir doğrudan destek vermediğini kabul edelim. Yine de, şurası açık ki AKP hükümeti bu kadar büyümesini, gelişmesini engelleyebilecek ekonomik ve siyasi birçok girişimde bulunabilecekken bulunmadı ya da gafletten dolayı bulunamadı. “Bir yerde radikal gruplar varsa diğerlerini marjinalize eder, etkisizleştirir” gibi çok bilinen bir eğilimi ya unuttu ya umursamadı. Uzun bir süre bütün Suriye muhalefetine “our boys” (bizim çocuklar) gözüyle baktı, sadece arada ‘haylaz’ olanlar vardı, olsundu yeter ki Esad’ı devirsinlerdi. Fakat, Suriye muhalefetinin ‘ılımlı’ kanadını artık galiba sadece Esad ciddiye alıyor! IŞİD bugün Irak-Suriye bölgesinde Sünni esaslı siyasetin birincil ve en etkili aktörü oldu. Görünen o ki artık IŞİD’in geriletilmesi Sünnilik temelli siyasetin geriletilmesi demek olacak. Bölgede esaslı ve kalıcı bir barış için bu denklemin mutlaka bozulması gerek. Aksi takdirde, IŞİD’ın toplumsal desteğini kesmek zor olacaktır.

Bu denklem yüzünden AKP hükümeti de kendi politikasının yarattığı bir paradoksla karşı karşıya: ya IŞİD’e ‘vurarak’ bölgede şimdiye kadar desteklediği Sünni siyaseti geriletecek (ki eli buna gitmiyor) ya da IŞİD’le mücadeleye etkin destek vermeyerek ulusal ve uluslararası kamuoyunda böyle bir caniler sürüsünün en azından hamisi konumunda olmayı sineye çekecek, ki şu anda algı bu, siz istediğiniz kadar “Biz IŞİD’i terörist ilan ettik” deyin. Bu algıyı kırmanın fırsatı da tam manasıyla kapıda: Kobane. Orada gerçekten kahramanca direniş gösterenlere destek verilirse “AKP hükümeti IŞİD’i destekledi/destekliyor” laflarının hiçbir kıymeti kalmaz. Mutlaka tankların gönderilmesi de şart değil. İsterseniz bunun yollarını bulursunuz, eminim elinizin altında bir yerlerde Türk devletinin bu tür durumlarda kullandığı bir yönerge vardır.

Asıl soru AKP hükümeti Kobane’ye dolayısıyla Rojava’ya yardım etmek istiyor mu? Beyan var ama irade var mı? Önemli olan o. Orada ortaya konan yönetim ve yaşam modeli bölgede, Esad dahil, AKP hükümeti hatta Barzani yönetimi dahil hiçbir iktidarın hoşuna gidecek bir model değil. (Bu modelin ne olduğuna dair Fehim Taştekin’in Radikal yazılarına ve Boğaziçi Üniversitesi’nden Nazan Üstündağ’ın Rojava’da yaptığı çalışmaya (Özgür Gündem) bakılabilir.) Türkiye’nin destek karşılığında kantonların lağvedilmesini istemesi boşuna değil ama tabii bunun adı şantajdır. Boğazına bıçak dayanmış birine, “Benim haklı olduğumu ve hakimiyetimi kabul edersen seni kurtarırım”, diyorsun. Peki sonra ne olacak? Hükümet ölümüne seyirci kaldığı insanlarla mı barışacak? Burada kastedilen de sadece insanların bedensel ölümü değildir; dolayısıyla katliamdan kaçan insanları kapınızdan içeri almakla halledeceğiniz bir şey de değildir. Bu Rojava’da somutlaşan birlikte yaşam projesinin de ölümüdür ve bu size ilk anda hayırlı gözükebilir ama ister kendi elinizle ister taşeron marifetiyle ezdiğiniz muhatabınızla yapacağınız şeyin barış olmayacağını, sadece gelecek sefere kadar geçici bir hakimiyet demek olduğunu tarihten şimdiye kadar öğrenmiş olmanız gerekirdi. Kaldı ki, PKK/PYD’yi IŞİD’e ezdirmenin bedelsiz olmadığı, hatta yüksek bir bedeli olduğu da yakında anlaşılacaktır umulur ki çok geç olmasın.

Mesele dönüp dolaşıp “yeni Türkiye’nin” de eski Türkiye gibi Kürtlerin fikriyatını ve hissiyatını anlamamakta veya umursamamakta inat etmesinde düğümleniyor. Türkiye dış (ve iç) politikasının önceliği, Esad falan değil, nihai çözüme dek Kürtler olmak durumundadır. Tabiri caizse sahaya ilkönce Kürleri yerleştirip diğer oyuncuları ona göre yerleştireceksin. Kürt politikasını Esad politikasının yedeği yapmaya çalışmak hayati bir hata olabilir. Belli ki bu hercümerçten ya Türkiye Kürtleri ‘kazanarak’ çıkacak ya da başka bir çatışma dönemine gireceğiz. Klişe tabirle söyleyecek olursak krizin fırsata çevrilip çevrilmemesi hükümetin yapacağı tercihlere bağlı.


80221

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

Sayfalar