Pazar Haziran 16, 2024

NUBAR OZANYAN ÖLÜMSÜZDÜR | Orhan anısına: Hayalini kurduğumuz dünyaya seni taşıyacağız!

   Okşayıp okşayıp geçiyoruz birbirimizi

Nasıl mı?

Tabi ki kanatlarımızla.

Aynı kandanız çünkü.

Uzaktan da olsa

Birbirimize değdikçe

Anlıyoruz...

(Maria Rilke)

...

Bir insanı anlamak ya da onun hakkında birşeyler yazmak için kendisini yıllarca tanımak ya da aynı ideallere inanmak yeterli olmuyor ne yazık ki! O insalar artık hatırladığınız üç yıl önce görüştüğünüz insanlar olmayabilirler. O güzel insanlar belki de artık doğdukları yerlerin hayatları boyunca tanıdıkları dostlarının güzel ve kötü aşklarının yedikleri kazıkların, açlığın tokluğun ve öldükleri yerin insanı olmuşlardır. Bize şimdi karmaşık, garip ya da inanılmaz gelen her şey aslında hayatımızın küçük bir anında almış olduğumuz ve hayatımızda ne kadar büyük değişimler yaratacağını o zamanlar farkedemediğimiz bir takım kararlar dizisinin eseridir. Bu karar dizisi bazen öyle kötü finaller yapar ki bu kararın kendi tercihimiz olduğunu bile unuturuz. Ama unutmamak gerekir ki herkes kendi tercihlerinin sonuçlarını yaşıyor. Kimimiz mutlu, kimimiz mutsuz, kimimizse duygusal bir nötürleşme yaşıyor.

Hayatımızın son birkaç yılını beraber geçirdiğimiz birçok kez şans eseri beraber ölümden döndüğümüz arkadaşlarımdan bahsediyorum. Bizi uzaktayken yakından takip etmeye çalışan dostlarımızdan bahsediyorum belki de. Bir de aslında bir bahsetme konusundan çok daha değerli olan kaybettiğimiz yoldaşlarımızdan. Aslında esas olarak lafı çok uzatmamak gerekirse bu yazıda Orhan Bakırcıyan’dan bahsetmek istiyorum.

Kendisi birçoğumuzun aksine hayatını, yaptığı tercihlerden son derece emin olarak yaşıyordu. Tercihlerinin sonuçlarına katlanıyormuş gibi durmayan etrafımızdaki değerli insanlardan biriydi. Öyle yazıldığı gibi, haberlerde okunduğu gibi kolay değil ölümle yaşam arasında gidip gelmek. Belki çok kısa bir süre önce tanıştığın insanlar için hayatını vermek... Bir insana bir ilim öğretebilmek için tehlikeli işlere girmek. Gönlünü devrimciliğe kaptırıp herşeye rağmen kalanlar ve aramızdan istemsizce ayrılmak zorunda kalan ölümsüzleşen yoldaşlarımız. Hepsi de hayatlarının bir döneminde insanüstü bir maneviyatla savaşıp değerlerimizi yükselttiler. Fakat, Orhan yoldaş içerimizde en farklı olanımızdı.

İlk tanıştığımızda bana anlatacağı çok hikâyesi olan bir sahaf havası vermişti. Deniz kenarında oturup bütün gün topladığı kartonları yakan bir kâğıtçı havası da vardı. Öyle derin öyle bilge bir sessizliği vardı. Karşımda uzun uzun boş laflarla kendini övmekten çok uzak ama tüm edasıyla da kendisinin ne kadar değerli bir insan olduğunu belli eden mütevazı bir duruşu vardı. Bir süre daha kendisini tanıma fırsatı edinince onun, 60 yaşında olmak istediğim insan olduğuna karar verdim.

Cephede ve kendisini ziyaret ettiğim tüm zamanlarda bizi utandıracak kadar gençleşebileceğini gördüm. Bir bakmışız bir jeneratör tamircisi bir bakmışız bir sucu. Benim içinse bazen bir filozof bazen de bir bilim insanı oluyordu. Elimizdeki kısıtlı imkanlarla yapmaya çalıştığımız onlarca deneyde öyle yöntemler öğretiyordu ki bana, ben kendisinin bir bilim insanı olabileceğini düşünüyordüm. Gülümseyerek...

Çok cana yakın insan da değildi ya da öyle bir olayı, mizacı yoktu. Tuhaf belki ama çok tanıdık gelirdi bana. İçten içe kıskanırdım onunla kalan arkadaşlarımızı. Kimyayı iyi biliyordu bir kere, bizimle kalmalı diye düşünürdüm. Kimyayı iyi bilmesi de önemli değildi aslında. Bizim evimizden biri gibiydi. İşimizi sever miydik ya da bazen yalnızca işimiz olduğu için mi yapardık bilmiyorum ama kendisiyle beraber herhangi bir şey yapmak oldukça öğretici ve güzel olurdu.

Onun bir işi yaparken ki üretkenlik azmi ve ürettikçe sevinen hali yalnızca devrimcilikle ilişkilendirilmeyecek kadar fazlaydı. Bazı işleri yaparken tüm insanlığıyla, insanlığın tüm acılarını didirecek bir formül bulmaya çalışır gibi yapıyordu. Şimdi inkar etmemek gerek. Bizim tüm kabalıklarımız içerisinde bu insanlarla dostluk kurmuş olmamız bizim için bir şanstı. Gerçekten Rojava sahası içerisinde ki TKP/ML TİKKO savaşçısı arkadaşlar insanlık değerlerini hep önde tutarlardı. Güzel bir insanın güzel dostları... Birgün devrimimiz gerçekleştiğinde eğer güzel bir son olmuş olursa sanırım en güzellerimizi toprağa verdiğimiz için olacak. O kadar güzel insanlar ki öldüklerinde badem gözlü olmuyorlar, öyle ölümsüzleşiyorlar.

Orhan yoldaş hakkında yazılan yazılara ve tanışma fırsatı bulduğumuz birkaç eski yoldaşına bakıyorum. Bu kendisinin hayattaki küstahça olamayan seçiciliğinden kaynaklanıyor olsa gerek hepsi de iyi insanlar. Belki içlerinden bazıları onunla beraber tanımışlardı devrimciliği. Zaten bir yerlerde güzel ve devrimci insanlar varsa hala onlar ya Orhan yoldaşın dostlarıdır ya da olabilirlerdi. Ondaki sohbetlerine kadar işlemiş, oturmuş seçiciliğin başka bir yönlenmesi olamaz diye düşünüyorum. Belki de olabilirdi. Kendisinin aynı zamanda bu farkındalığa uygun hareket etmeyecek kadar samimi bir rahatlığı vardı. Birgün sorarlarsa “Nasıl biriydi?” diye ağız dolusu haykırmak isterdim: “İnsandı be, insandı” diye.

Normal şartlarda bir övgü konusu olmayacak bu sadelik bunca kabalığın içinde çok değerli oluyordu işte. Bu nedenledir ki kendisinden bahsederken şöyle mücedeleciydi, böyle devrimciydi gibi vurgulardan kaçınmak istedim. Nitekim, biz ne kadar anlamakta zorlansak da bu özellikler insanı devrimci olmaya iter ve bu özelliklerle Orhan yoldaş gibi devrimci kalabilir insan. Ne yazık ki bu dönemde devrimcilik daha çok söylemlere indirgenen ve davranış kalıplarımız içerisinde de ele alınan bir hal aldı. Örgüt fetişizminin kadro egoizmine dönüştüğü bir zamanda Orhan yoldaş başka bir yerde duracak her zaman hayatımızda.

Biz çok vakit geçiremedik ama onunla yıllarını eskitmiş dostlarının şu cümleyi kurduklarına eminim: “Hiç yaşamadan ölmedi.” Maalesef birçoğumuz yaşamadan ölüyoruz ya da öleceğiz. Bilmiyoruz çünkü gerçekten gülmek ve ağlamak ne demek! Tanıdığım kadarıyla Orhan yoldaş gerektiğinde gülen gerektiğinde gözleri dolan biriydi. Benim anlayışımla işte Orhan yoldaş gerektiğinde gülen gerektiğinde gözleri dolan biriydi. Benim anlayışımla işte Orhan yoldaş gibi devrimci olan, duygularını gizleyen değil duygularını, kalbini halka açabilen, halkın bamteline dokunabilendir. Şüphesiz ki hayatlarımızda bir yerde yaşamaya devam ediyorsun Orhan yoldaş.

Senin özgürlüğün uğruna verdiğin bu yaşam bizim hayatlarımızla birleşiyor. Bizim değişimimize olan katkını, sevgi ve saygıyla büyütmeye çalışıyoruz. Yanımızda bir resmin her zaman olacak.

Beraber yaşıyoruz ve beraber ölümsüzleşiyoruz. Birgün sen ve senin gibi halklar uğruna ölümsüzleşmiş bütün kahramanlarımız anısına “bizim” değil halkın devrimci örgütünü kuracağız ve zaferi karşılayacağız. Belki bizler için “Bile bile ölüyorlar” diyenler var. Hayır bile bile tutkulu oluyoruz biz. Yaşamanın ve yaşatabilmenin her detayına her hücresine tutkuluyuz. İnsanlığın ve kadınların kurtuluşuna sonu ne olursa olsun varacağız. Karanlık bitecek, aydınlık insanlıkla beraber gelecek. Hayalini kurduğumuz dünyaya seni, sizleri taşıyacağız. Yaşasın Devrim, Yaşasın Sosyalizm!

Bilhak Efe / 12.03.2018 

48128

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar