Pazartesi Haziran 17, 2024

Neden Öcalan’ın özgürlüğüne karşı sessizsiniz? (Vedat Yeler)

Üzülerek böyle bir yazıyı yazdığımı belirtmek istiyorum. Galiba ilk başta ifade etmem gereken mesele, ben ve benim gibi Marksizm suyuna bulaşmış birçok Kürdü ‘hüsrana uğratan bir konunun’ hüznünü dile getirmek oldu. Çok basit ve sade bir dille, hiçbir teorik ve ideolojik kriz yaratmadan 9 Ekim Komplosu’nun yıldönümünde 23 yıldır ağır tecrit altında olan bir halkın önderliği için örgütlenen bir kampanyaya ve bu kampanya nezdinde açığa çıkan Türkiye sol, sosyalist, devrimci, demokrat… kesimin sessizliğine değineceğim. Kişisel ve duygusal bir sitem olarak da ele alabilirsiniz. Ya da biraz daha düşünüp gerçekten Kürtlerle olan ilişkilerinizi sorgulayabilirsiniz.

Hatta hiç kaleye almadan yolunuza devam da edebilirsiniz. Veyahut en basitinden başınızı kaldırarak dünyanın dört bir yanından atılan yüz binlerce tweete bakıp, ‘Biz neden bir açıklama yapmadık? Biz neden olması gerek dayanışma, destek adımlarını atmadık?’ da diyebilirsiniz. Sizin tercihiniz. Saygı duyarım. Ama burada bir parantez açmam gerekiyor. Türkiye solunun kendi içinde uzun yıllardır tartıştığı, mücadele etmeye çalıştığı şovenizm ve sosyal-şovenizmin varlığı üzerine de düşünebilirsiniz. Umarım bu sonuca çıkmazsınız ama sizin takdirinizde olan bir şey.

Bir polemik yaratma derdinde de değilim. Sadece olması gerekenleri söylüyorum. Çünkü ortada bir halkın talebi var. Bu talep dört parçaya bölünmüş ve dört parçada egemen olan ulusların soykırım politikalarına karşı amasız-fakatsız direnen, bedel ödeyen Kürt halkının talebidir. Emperyalist güçlerin ve işbirlikçileri olan bölge gericilerinin Ortadoğu’yu cehenneme çeviren savaş politikalarına karşı bölge halklarına umut olan, mücadelesi sınırları aşan bir halkın ve hareketin talebidir. İster kabul edilsin, ister edilmesin; bu halk kendi özgürlüğünü Sayın Öcalan’ın özgürlüğü ile eşdeğer tutmaktadır ve bu yüzden her süreçte, her yerde ve her alanda yegâne talebi, ‘Rêber Apo’ya Özgürlük!’ şiarı üzerinden faşist Türk devletine karşı direniş mevzisine dönüşmektedir.

Kürt özgürlük mücadelesinin ilk olarak 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra Diyarbakır 5 Nolu Hapishanesi’nde gerçekleştirdiği açlık grevi, son 10 yılda tek bir talep ile gündeme geliyor; Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması. Sokak ortasında vahşice katledilen, bedenleri panzer arkalarında sürüklenen Kürt gençlerinin yüreğinden geçen de ‘Rêber Apo’ya Özgürlük!’ olmaktadır… istisnalar hariç, bunu biz Kürtlerden başka kimsenin anlamayacağı kanaatindeyim. Sadece anlamaya çalışılabilir. Herhangi bir sorun veya olayla karşılaşanlar en iyi o sorunu anlamlandırabilenlerdir. Çünkü hissiyatı ve teorik kavrayışı doğrudan pratiğinden gelir. Diğer türlü meselenin algılanma biçimi sadece teorik düzlem üzerinden anlaşılır. Bu da araya bir uçurum koyar. Burada Türkiye solunda hakim olan çizgiye dikkat çekebiliriz. Çünkü bugün yanı başında her türlü saldırı altında olan ve birçok alanda aynı düşmana karşı omuz omuza mücadele eden bir hareketin ve halkın talebine bu kadar yabancı kalabilmenin işaret ettiği bir nokta da burası olmaktadır. Umarım yanılıyorumdur. Çünkü birçok hareketin Rojava Devrimi ile beraber bu anlayışı yok etmeye çalıştığını da not düşmek gerekir. Ama bahsettiğimiz mesele öyle on yıllık bir sorun değil. On yıllara varan bir anlayışın kök salmasından ve bunun üzerinden şekillenen tabanlardan bahsediyoruz. Yani Türkiye solunda hala şovenizm veya sosyal şovenizmin en ufak bir kırıntısı varsa, bu da daha egemen ulus siyasetinden yani Türk kimliğinden kurtulamadığına işaret etmektedir ve böyle bir pratiğin bir nedeni olarak okuyabiliriz.

Eminim ki, birçok sol anlayış buna direk karşı da duracaktır. Sınıf ve ulus kavramları perdesinden çeşitli savunma argümanları ortaya koyacaktır. Hatta kendi iç sessizliğinde ulusal ve sınıfsal hareket, önderlik gibi kıyaslamalar üzerinden ‘Marksist’ bir tutumla bütün doğruluğunu teorize edecektir. Yani kendi argümanları ile kendisini vuran bir tutuma ortak olacaktır. Ki en trajikomik ve yaygın meselelerden biri de budur. Af eyleyin ama biz Kürtler de Marksizm ve sınıf mücadelesini az çok okuyabiliyoruz. Hatta bir şey söylemek gerekirse, bu topraklarda emeği en ucuza satılan, en kötü koşullarda çalıştırılan, en ağır iş kollarında yıpranan… bir halkız. Ama en çok sömürülen emeğimizle değil, var olan dilimiz ve kimliğimizden doğru katlediliyoruz. Kemalizm ile kol kola yürüyen bu anlayışların en iyi cevabı Kaypakkaya’dır. Bu noktada çok fazla söze gerek yok, zaten tarihin her sahnesinde egemen ulus kimliğinin sol savunucuları olarak berrak suyu bulandırma gibi bir görevi kendilerine rehber edinmişlerdir. 

Esasta IŞİD ve TC barbarlarına karşı omuz omuza yürüyen ve bedel ödeyen anlayışların bu konudaki tutumu sorgulatan bir kapı açmaktadır. Faşizme karşı bu kadar ortak mücadele, birlikte hareket etme sözlerinin pratikte yaşam bulduğu bir süreçte bu anlayışların sessizliğine karşı insan ister istemez, ‘Neden Sayın Abdullah Öcalan’ın özgülüğüne karşı sessizsiniz?’ sorusuna başvurmaktadır.  Misal dünyanın başka bir yerinde tutsak olan herhangi bir devrimci, sosyalist kişi veya önder için yürütülen kampanyalara can havli ile destek veren dayanışma çağrıları yapılabilmektedir. Ama günler öncesinden alt yapısı örülmüş, her yerde canla-başla çalışmaları yapılmış yanı başındaki halkın talebine, öfkesine, heyecanına sessiz kalınıyor. Af eyleyin niyet sorgulamıyorum. Sadece Marksizm suyuna bulanmış bir Kürt olarak ‘Neden’ sorusuna karşılık gelecek cevabı merak ediyorum.

3208

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

Sayfalar