Perşembe Mayıs 30, 2024

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

Emperyalistler, tüm Ortadoğu ve Kafkaslar’da ticaret yollarının yeniden paylaşımı için bölgedeki gerici devletler ve çeteler eliyle savaşı tırmandırmaya devam ediyor. Bu eksende de çeşitli pazarlıklar halkın canı ve geleceği üzerinden yapılıyor.

ABD, Ortadoğu’da güç kaybı yaşarken yeni pazarlık ihtimallerini artırabilmek için hem eski işbirlikçileri ile yeniden anlaşmaya çalışıyor hem de yeni işbirlikçiler yaratmaya çalışıyor. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi en başından beri ABD güdümünde olan ülkeler, pazarlık paylarını güçlendirebilmek ve yeni ihtimalleri değerlendirebilmek için Çin emperyalizmiyle masaya oturdular ve yeni anlaşmalar yaptılar. Bu durum, ABD için ciddi bir kayıp gibi görünse de Biden hükümeti yeni iş birliklerine açık olduğunu her fırsatta dile getirdi.

Der-Zor’da Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi’ne karşı başlayan ayaklanma Özerk Yönetim’le bazı aşiretler arasındaki çelişkilerin kışkırtılması sonucu ortaya çıktı. Uzunca süredir Arap aşiretlerinden oluşan yeni bir ordulaşma çalışmalarına devam eden ABD, bu süreci çeşitli ticari anlaşmaları yeniden yapabilmek için kendi lehine kullandı. Bölgede yükselen Çin-Rusya-İran etkisine karşı bir kez daha İsrail’i devreye soktu ve başta Gazze olmak üzere Filistin’in tamamını işgal etme çalışmalarına hız verdi.

Son yıllarda burjuvazinin ana akım medyası Filistin bölgesinde bir şey yokmuş gibi davranıyorduysa da İsrail saldırılarına hız kesmeden devam ediyordu. Aynı zamanda İsrail zindanlarında bulunan Filistinli tutsaklar da işkence ve tecrit altında yaşamlarını yitiriyordu. Bu gidişata dur demek için 14 örgütün birliği ile başlatılan Aksa Tufanı operasyonu bahane olarak kullanıldı. Her türlü yalan haber ile dünya kamuoyunun dikkati dağıtılmaya çalışıldı. Bu süreçte Gazze kuşatıldı ve soykırım başlatıldı.

Yine TC devletinin emperyalistlerle iş birliği içinde Rojava devrimini boğma saldırıları da devam etti. Bugün televizyonlarda hastanelerin, okulların, sivil yerleşim yerlerinin vb’nin bombalanmasının insani olmadığını haykıran R.T.Erdoğan hükümeti ve onun sözde muhalifleri, Rojava’da sürdürülen saldırılara “terörle mücadele” kılıfı ile kitleleri uyutmaya devam etti. Medya Savunma Alanları’nda kullanmadıkları kimyasal silah bırakmadılar.

Rusya bu süreç boyunca bir yandan Ukrayna’da NATO ordularıyla savaşmaya devam ederken diğer yandan ise Ortadoğu’da pazarını genişletecek yeni hamleler yaptı. Libya gibi ülkelerde kullanmak üzere Rusya desteği ile açılan Wagner savaş şirketi ile Putin hükümetinin çıkarları ters düştüğü anda ise mafya tipi bir hesaplaşma ile konu kapatılmış oldu. ABD ve Avrupalı emperyalistlerin birliğine karşı Çin-Rusya-İran iş birliğinin güçlendiği bir yılı geride bıraktık.

Ancak bu iş birliği de kendi içerisinde çelişki barındırmaya devam ediyor. Rusya’nın da desteklediği Artsakh işgali ile birlikte eli güçlenen Azerbaycan devleti, bu kez de İran’ın kuzeyinde bulunan Güney Azerbaycan’a kafa tutmaya başladı. Yine batılı emperyalistlerin güdümünde olan Hindistan’dan başlayan ve kuzeyde Rusya’ya açılan yeni ticaret yolu projesi çeşitli çelişkilere sebep oluyor.

Çin bu sürecin en kârlı aktörlerinden birisi oldu. Esasta 2010’lardan beri sürdürdüğü Kuşak ve Yol Projesinin meyvelerini alacağı anlaşmalar yapan Çin, bölgede esasta askeri değil ekonomik bir hegemonya kurmanın adımlarını atıyor. İran ise bir yandan içeride kitlelerin patlayan öfkesini durduramazken diğer yandan Şii Hilali projesine devam ediyor. Geçtiğimiz yıllarda önemli komutanlarını bu proje kapsamında kaybeden İran, çeteler eliyle bölgede bulunan ABD üslerini hedef almaya devam ediyor. Aynı zamanda Irak siyasetinde de rol oynamaya çalışıyor. İsrail’in işgali ile bölge halklarının tepkisini kendi lehine çevirmeye çalışıyor ve sözde anti-emperyalizm adına hegemonyasını güçlendirmeye devam ediyor.

Doğal felaket değil kâr hırsı

Türkiye, T.Kürdistanı, Suriye ve Fas’ta yaşanan depremlerde on binlerce kişi hayatını kaybetti. Bunca can kaybının sebebi kâr hırsıydı. Depremlerden sağ kurtulanların dağıtılan yardımlara ulaşmaları da cinsiyet, cinsel yönelim, etnik ve dini kökenleri gibi engellere takıldı. Ancak halkın kendi içinde ördüğü dayanışma ağıyla yaralar bir nebze de olsa sarılabildi. Ulaştırılmaya çalışan yardımlar devlet engeline takıldı. İnsanlar ölülerini kendi elleri ile enkazlardan çıkarmaya çalıştı.

Suriye’de de durum çok farklı değildi. TC devleti gibi gerici devletlerin desteğini alarak Suriye’nin ve Rojava’nın bazı bölgelerini işgal eden çeteler, ulaştırılmaya çalışan yardımları gasp etti. Rejim kontrolü altında olan bölgede de Esad rejimine bağlı memurlar, çetelerden farklı bir pratik izlemedi. Libya’da yaşanan sel baskınlarında da yine en büyük zararı halk kitleleri gördü. Emperyalistlerin ve gerici devletlerin politikaları nedeniyle bu bölgelerde yaşanan kayıplar net biçimde tespit edilemedi.

Sonuç itibari ile yaşanan bu doğal felaketlerin faturasını yine halk kitleleri ödedi. Bunca kaybın olmasının sebebi ise deprem ve sellerin büyüklüğünden çok, yıllardır ihaleler ile yandaşlara peşkeş çekilen ve halk için değil maksimum kâr için yapıl(may)an alt yapı ve üst yapı çalışmaları oldu. Kapitalizmin kâr hırsı nedeni ile had safhaya ulaşan küresel ısınma ile birlikte Ortadoğu halkları bir yandan sel felaketleri ile karşılaşırken diğer yandan da susuzluk ve kuraklık ile boğuşmak zorunda kalıyor. Bütün bu gelişmeler kitlesel göç dalgalarına da sebep oluyor.

Halkların gürleyen sesi yeri göğü sarsıyor, kitleler öncülerini arıyor

Bu süreçte artan savaşlar, yoksulluk ve iklim krizi sebebiyle açlığa itilen halk kitleleri sokaklara dökülmeye devam ediyor. Hem emperyalizmin hem de kendi gerici devletlerinin uygulamalarından yılan kitlelerin grevler, işgaller, eylemler ile sokakları meydanları, ovaları ve kampüsleri zapt etmeye devam ettiği bir yılı geride bırakıyoruz. Artık kendilerine verilenle yetinmeyeceklerini haykıran kitleler yalnızca açlıkla ve yoksullukla değil mafyalarla, çetelerle ve her türden devlet şiddetiyle kontrol edilmeye çalışılıyor. Ancak bölge gericilerinin her saldırısı ve kitleleri kandırmaya çalışması yeni bir öfke dalgasını da beraberinde getiriyor. Türkiye’nin dört bir yanı, yıl boyunca grevlerle ve eylemlerle doldu taştı.

Ezilen Kürt ulusu kazanılmış belediyelerinin gasp edilmesine, milletvekillerinin tutuklanmasına, Kürt ulusunun kurtuluşu için mücadele eden gerillaların vahşice katledilmesine, Kürt ulusal özgürlük hareketi önderi Abdullah Öcalan’ın ve diğer siyasi tutukluların tecrit ve işkence görmesine karşı sokakları terk etmedi. Yeni tipte kontrgerilla saldırıları düzenleyen AKP hükümeti, T.Kürdistanı’nda Hüda-Par’ı devreye sokmaya çalıştı. Siyasi partilerin kapatılması için çeşitli davalar açıldı. Çocukları gerillaya katılan bazı aileler manipüle edilerek anti-propaganda çalışmasına alet edildi. Ajanlaştırma, insan kaçırma gibi faaliyetler sürdü. Ancak bunların hiç birisi artık “bıçak kemiği geçti” diyen halkın direnişini bitiremedi.

İran’da Molla Rejiminin insanlık dışı uygulamalarından, rüşvet ve yalanlarından bıkan kitleler yıl boyunca sokakları doldurmaya devam etti. İran Rejiminin okullarda öğrencileri zehirleme politikaları da insan kaçırma ve idamları da kitleleri engellemeye yetmedi.

Irak’ta emperyalistlerin oyunları oyalanmaya çalışılan halk her defasında birbirine düşürülmeye çalışılmaya devam etti. Kürdistan; tarihin en vahşi kimyasal saldırılarına, insan yakmalarına, en kirli ihanetlerine sahne olmadı yalnızca. Aynı zamanda çağın direnişine sahne oldu. Gerilla savaş tünellerinden dağ başlarına her yerde hem KDP ihanetine hem de TC’nin saldırılarına cevap vermeye devam etti.

Suriye’de Esad rejimi emperyalistlerle anlaşarak Rojava devrimini de boğmanın planlarını yaparken diğer yandan da TC ve İsrail gibi başkaca işbirlikçilerin saldırılarında ağır kayıplar verdi.

Rojava tüm işgal saldırılarına, kirli oyunlara, ajanlaştırma ve imha politikalarına karşı devrimi korumaya devam etti. Kitleler her fırsatta keşif vb. gibi düşmanın teknik üstünlüğüne rağmen sokaklarda işgale karşı, kadına yönelik şiddet ve tecrite karşı gösteriler düzenleyerek dünya halklarını Rojava devrimine desteğe çağırdı.

75 yıldır sürekli saldırılara rağmen Filistin halkı yeniden örgütleniyor. İsrail’in insanlık dışı uygulamaları ve işgali bütün dünyada teşhir olmuş durumda. Yalanlarla, manipülasyonlarla artık kendi hegemonyasındaki kitleleri dahi kandıramayan Netanyahu hükümeti, köşeye sıkıştığı için vahşetini de artıyor. Ama Cenin’de, Ramallah’da, Gazze’de savaş henüz bitmedi. Filistin halkı bitti demeden de bitmeyecek.

Jin jiyan azadi, biji berxwedana LGBTİ

Kadınların ve LGBTİ+ların bölgede uğradıkları saldırılar ise katmerlenerek artıyor. Ama direniş de büyüyor. Emperyalistlerin bölgede destekledikleri gericilik kadınların ve LGBTİ+ların hayatlarını çembere almaya çalışsa da o çember her defasında bir kez daha kırılıyor. Geçtiğimiz yıl Jina Mahsa Amini’nin katledilmesinin ardından İran’da başlayan “Jin, Jiyan, Azadî” eylemleri tüm dünyaya yayılmıştı. İran içerisinde de kitlelerin öfkesi ile buluşup yıl boyunca sokakları yakmaya devam etti.

Bir kadın devrimi olma niteliği de taşıyan Rojava devrimi yalnızca DAİŞ karanlığını kırmadı, DAİŞ öncesinde de eve kapatılan kadınlar mücadele içinde özneleşmeye başlayarak kendi elleriyle özgürlüğün kapılarını araladı. Askeri alandan toplumsal alana her yerde erkek egemenliğine karşı mücadelede özneleşmeye başladılar. Rojava devrimi bu anlamıyla da hem Esad Rejimini, hem TC devletini hem de bölgedeki diğer gerici devletleri rahatsız etmeye devam ediyor.

Filistin direnişinde kadınlar yalnızca savaşın kurbanı değil direnişin öznesi olmaya da devam ediyorlar. Üstelik ana akım medyada gösterildiği gibi sadece sağlıkçı, mutfakçı vs. pozisyonunda değil aynı zamanda omuzlarında silahları ile FHKC saflarında örgütlenerek…

Büyük aile yürüyüşleri de mafya-çete-polis iş birliği de kentsel soylulaştırma adı altında sokakların boşaltılması da Irak vb. ülkelerde çıkarılan yeni yasalar da LGBTİ+ları durdurmaya yetmedi. Anti-emperyalizm adı altında sürdürülen LGBTİ+ düşmanlığına, bazı devrimci örgütlerin inkarcılığına, uzanan elin havada bırakılmaya çalışılmasına rağmen LGBTİ+lar birbirlerini buldu ve örgütlendiler. Ortadoğu’nun bazı ülkelerinde henüz kitlesel bir hareket olarak sokağa çıkamasa da LGBTİ+ kitleler İran’da “Jin, Jiyan, Azadî!” eylemlerinde yerlerini aldılar. Türkiye’de bütün saldırılara rağmen öğrenci kulüplerinde, sokaklarda, meydanlarda eylem ve etkinliklerini eksik etmediler. Filistin direnişinde pembe boyama politikalarına karşı direnişin tarafında yer tuttuklarını açıkladılar.

Bütün bu direnişler elbette yer yer yenildi yer yer kazanımlarla sonuçlandı, önemli bir kısmı ise henüz devam ediyor. Ancak hepsinin bir kez daha gösterdiği bir şey var ki; halkların gürleyen sesi devrimci öncüsünü arıyor! 2024 halk kitleleri için birçok zorlukla gelirken aynı zamanda beraberinde yeni direnişleri de getiriyor. Direnişlerin zaferlerle taçlanacağı bir yıl olması umuduyla…

2371

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Özgür Gelecek

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

Sayfalar