Pazartesi Mayıs 20, 2024

Militana Mektuplar…(2)

Merhaba tekrardan…

Yanı başımızda sürüp giden çekişmeli hayatımızdan biriktirdiğimiz anlardan seslenebiliyoruz ancak. Sesimiz ulaşıyorsa korkmaya ve umutsuzluğa kapılmaya gerek yok, tohum mutlaka filizlenmeye yüz tutar.

Hayatımıza geri dönüp bir bakmaya ne dersin. Korkularımızın mı cesaretimizin mi baskın olduğunun muhasebesini yaptığımızda ne görürüz?

İnsan dediğimiz canlı varlık her ikisini birlikte yaşar diyalektiğin gereği olarak. Korkularımız, bastırılmış öfkelerin dışa vurumuna götürür bizi. Burada cesaret denilen olgu karşımıza çıkar.

Tüm duygularımız gibi korkularımız da sınıfsal konumlanışımızla alakalıdır. Ezilen sınıfın parçası olarak bizlerin egemen sistem tarafından korkutulduğunu, sindirildiğimizi, sömürüye/baskılara “evet!” diyerek yaşamak zorunda kaldığımızı biliyoruz. Buradan baktığımızda aslında hayatımızın çoğunda “korkularımızla” yaşadığımız ortaya çıkıyor. Bağımlı bir ilişkilenmenin getirmiş olduğu bir korku cenderesinde yaşıyoruz. Bir öğrenci olarak, “bir anlık öfkeye kapılıp geleceğimi tehlikeye atamam” diye düşünmektesin. Artık nasıl bir gelecek tasavvuru içindeysek… Zira devrimci faaliyeti bir anlık öfke olarak bize öğrettiler ya da akıntıya ters kürek çekmek olarak.

Bir iş kolunda çalışan genç bir işçiysen, yaptığın devrimci çalışmanın işine mal olacağını, sonunda “kovulacağını” düşünerek geçecek ömrünün büyük bir kısmı. Korkularımız, bizi çevreleyen duvarlar gibidir. Bazen bizi sıkıştırır, bazen üstümüze üstümüze gelir gibi olur. Sindirildikçe ufalır, ufaldıkça çaresizleşiriz.

Korku, der bilim insanları, kökeninde çaresizlik ve bilgisizlik yatar. Eski çağlarda doğal felaketlerden ya da diğer canlılardan korktuğumuz gibi sonrasında egemen sistemlerin gazaplarından(!) korktuk. Koca bir insanlık çağlar boyunca korkuları ile yaşadı. Üzerine destanlar, masallar, hikayeler ve bir tarih yığını oluşturuldu. Anlatılan tarih egemen sınıfların bizlerde yarattığı korkunun tarihidir (mi?)

Tarihe daha yakından bakarsak durum hiç de anlatıldığı gibi değildir. Tarih yıkılıp giden devasa saltanatların, tarihin çöplüğüne atılmış nice anlı şanlı cellatların, kitlelerin ve ezilen yığınların mücadelesinin tarihidir de aynı zamanda. “Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir”. Tarihin tekerini ileriye doğru harekete geçiren şey aslında cesaretlerinden başka bir şeyleri kalmayan kitlelerin boşalan öfkesidir.

Korku, cesaret ve öfke…

Doğada bir kurt ya da bir yılanla karşılaştığımızda birbirimizden korkarız. O kendi tarafına biz kendi tarafımıza kaçarız. Eğer çok aç değilse bir kurt bize saldırmaz. Çok aç olan bir kurt saldırır. Korkusu öfkeye dönüşür ve yaşama tutunmak için biriken öfkesi ile saldırıya geçer. Bu saldırı, sıradan bir saldırı olmaz. Hayatta kalma savaşıdır ve ortaya çıkardığı öfke o denli büyür. Oldukça doğal bir durum değil mi?

Bizim bildiğimizi egemenlerin de bildiğini unutmayalım. Korku denilen şey, egemenlerin kendisinde olanı bize öğretmesinden başka bir şey değildir. Egemenlerin korkusu, yıkılıp gitme korkusudur. Bununla yaşadıklarından, yıkılmamak için bağımlı oldukları ezilen kesimleri ezerek, korkutarak sistemlerinin devamını sağlamaya büyük çaba harcarlar. Aile denilen sistemin en küçük yapı taşında en yakınlarımıza kadar tüm yaşamımızın her yanı ile korkuyu benliğimize kadar işlemek isterler. Çelişki yasasının gereği olarak bastırılmış, korkutulmuş insan topluluğunun öfkesinin sıradan bir öfke olmayacağını bilelim. Yakın zamanda ortaya çıkan Gezi İsyanı, böylesine bir öfkeyi karşımıza çıkardı.

Ezilenlerin öfkesi her zaman karşımıza çıkmaz elbette. Ancak bugün korkan kesimlerin yarın büyük bir öfke patlaması yaratacağı kesindir.

O nedenle, bizde yaratmak istedikleri çaresizlik, ezilmişlik ve yenik olma duygusunun farkına varmak gerekir. Nedenini bildiğimiz davranışlarımızı ve düşüncelerimizi değiştirmek daha kolaydır. “Yapamayız! onlar güçlü, gücümüz yok, onlar yenilmez!” diye düşündüğümüzde bil ki ezenlerin korkusunu, zayıf olan yanlarını görmüyoruz demektir. Egemenlerin en temelde işgal etmek ve bozmak istedikleri alan zihinlerimiz ve bilinçlerimizdir. Onların korkularını kendi içimizde taşıyoruz demektir. Bu korkunun temeli bizde değil, onlara ait bir korku bu.

Ne diyor Stefan Hessel yaşamının 94’ünde… Öfkelenin; Haksızlıklara karşı öfkelenin, eşitsizliklere karşı öfkelenin, zorbalığa karşı öfkelenin…” Birleşin, bu haksızlıklara karşı çıkanlarla birleşin, sizin gibi düşünenlerle birleşin, ezilenlerle birleşin… Bilincin öfkesi.” Bir yanımızla ne yapmamız gerektiği, diğer yanımızla nasıl yapmamız gerektiği açık değil mi?

Unutmayalım! Korkularımız ve öfkelerimiz yanyana yürür. Korkularımızın olduğunu biliyorsak cesaretimizde var demektir. Öfkemizi açığa çıkarmanın yegane yolu korkularımızı doğru tahlil etmekten geçer. Kime öfkeleneceğiz? Öfkemizi nasıl dışa vuracağız? Doğru adımlar, korkularımızı cesarete dönüştürecektir.

Sonuç olarak bizleri doğru yola sevk edecek şey öfkemiz olacaktır. Öfkemizi asla kaybetmeyeceğiz! Öfkenin kaybolduğu yerde umutsuzluk tohumları ekilir. Öfkelenenler harekete geçer. Sistemin “uysalları” olmayacağımıza göre, öfkeli kalabalıkların parçası olarak militanca görevlerimizi yerine getirmenin tam zamanı olduğunu bilelim.

Şu soruyu soralım, “neden bunca korkumuz, eğer devrim olacağına kesin kanaat getiriyorsak?” Korkuyorsak, devrime ve özgürlüğe olan inancımız zayıf değil midir? Hayatımızı çepeçevre saran çelişkilerin bir devrimi koşulladığını görmezsek, o zaman doğrudur, korkularımızın cesarete dönüşmesi beklenemez. Ortaya çıkan anlık öfkelerin de sistemi yıkacak tarzda gelişmesini bekleyemeyiz.

Mesele salt harekete geçme sorunu değildir elbette. Mesele aynı zamanda ileri çıkma cesaretidir, örgütleme ve örgütlenme cesaretidir. İleri atılan her adım cesaretimizi artırdığına göre sistemin köleleştirici darbelerinden bir adım daha azade oluyoruz demektir. Zira ileriye atılan her adım sisteme vurulan en iyi darbedir. Sistem bir “kölesini-uysalını” kaybediyor aynı zamanda.

Korkularımızın en büyük olduğu an, devrime en uzak olduğumuz an olur. Yakına ama ileriye adım attığımızda yani aradaki ince perdeyi araladığımızda, cesaretimizin doruğunu yakalamak kolaydır. O an devrimin asi nehrinin yanı başımızdan akıp hedefine doğru usulca akmakta olduğunu hissederiz.

Görüşmek üzere…

2264

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Dağın Sara’sı (Sakine Cansız), Nubar Ozanyan

Aradan yıllar geçse de direngenliğin hikayesini yazan Sara (Sakine Cansız), unutulmadan konuşulup anılıyorsa bu onun istisna bir kişilik olduğunu gösterir. Unutulmayacak kadar değerli çalışmalar yürüten, her dönem geride okunacak notlar bırakan Sara, Kürt Özgürlük Hareketi’nin öncü soluğu olmayı başarmış bir devrimcidir.

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Sayfalar