Cumartesi Haziran 15, 2024

Kürtlerin İslam’la Eşekleştirilmesi! - Kadir Amaç

Bu çalışmayı Şengal’ın kurtuluşuna adıyorum. Postmodern pradigma beş bin yıllık insanlık tarihine ait tüm antikiteleri bir buldozer gibi ezip geçiyor. Özellikle son elli yıl içinde postmodern pradigma dijital bir dünya yaratma uğruna, insan gezegeni ve diğer gezegenler üzerinde zihinsel denemeler gerçekleştirerek, ontoloji ve kozmolioji yasaları üzerinde çok ciddi hasarlar meydana getirmiştir. Kuran-i Kerim, bu anlamda insanoğlunun taşkınlık yapma melekelerine sahip olduğunu söyler: "Hayır insan kendini yeterli gördüğü için mutlaka azgınlık eder" Bu anlamda siyasal İslam; IŞİD’in şahsında en az postmodern paradıgma kadar, insanlık ailesini ve Müslüman dünyasını tehdit altında tutuğunu söylemek mümkündur.

Bu anlamda F.Nietzsche’nin " modernite-modernizim adına neyi yuttunuzsa onu derhal kusunuz" ve Rousseau'un "İnsanın dini ne tapınaklardır, ne altarlar nede ayınlardır. İnsanın dini tamamen en üstün olan Allah’a içsel bir ibadet ve ahlak kurallarına sonsuza dek uymaktır." Sözleri bu anlamda oldukça değerlidir.

O vakit neden Müslümanlar dünyanın en problemli toplumu? Sorun Kuran-ı kerim'den mi kaynaklanıyor?

Sorun İslam peygamberi Muhammed'den mi kaynaklanıyor?

Sorun Sahabe ve Tabinden mi kaynaklanıyor?

Sorun mezhep ve meşreplerden mi kaynaklanıyor?

Sorun İslam teologlarından ve fikir adamlarından mı kaynaklanıyor?

Sorun siyasal İslamcı parti, örgüt ve cemaatlerden mi kaynaklanıyor?

Sorun nerden kaynaklanıyor?

O halde şurdan başlayalım: Evet bugünki İslam, uçkuruna ve midesine düşkün olan, hedonist ve komprodor sınıfı savunuyor. Bu dinin kozasını inşa eden ve kelebekleşmesini gerçekleştiren, modern çağın Bilal ve Ebuzerlerini murted ilan ediyor. Şehir hırsızlarını, ensesi kalın, karınları şişik mele ve mutref sınıfını kolluyor. Din cambazlarını, din dalkavuklarını, başlarını paraya koyan, kıçları havaya diken ve dört kadına tapan alçak lağım farelerini dinin sözcüsü yapıyor.

Oysaki orijinal kuran’ın ilk öğretisi ve orjinal islam peygamberin ilk tevhid ve adalet çağrısı, insan ve erdem merkezlidir. Sakif toplantısından hemen sonra Hz. Muhammed’e ihanet tertiplediler. Onun Peygamberlik öğretilerini tahrif ettiler. İktidar hırsları için cenazesini dört gün beklettiler. Sürgüne gönderdiği zalim insanları vali yaptılar. Biricik kızını hamile haliyle tekme tokat dövdüler. Torunlarını ve akrabalarını en vahşi yöntemle Kerbela’da katlettiler. Ardından Kürdistan topraklarını işgal ettiler. Kürd’ün ontolojik varlığını rıhtıma bağladılar, ruh ve gönül atlasını delik deşik ettiler.

Bugün ise Kürdistan topraklarının, işgal ve ganimet fetvasını verenlerin ardılları dünyanın gözleri önünde, Şengal’de Ezidi ve Kobané’de Müslüman Kürt milletinin kafalarını en vahşi yöntemlerle bedenlerinden ayırmaktadır.

Dolayısıyla bugün karşımıza çok sayıda uyduruk ve tahrif olmuş İslam türleri çıkmaktadır.

“İran İslam Cumhuriyeti” Kürt gençlerini vahşice uygar dünyanın gözleri önünde vinçlerde sallıyor, İslam ve Ehlibeyt’e karşı görevini yerine getirdiğini iddia ediyor. Müslüman dünyasında bir milyardan fazla insan açlık sınırının altında yaşam mücadelesini verirken, İslam ve müslümanlığın hamisi olduğunu iddia eden ve bir varıl petrolü bir Coca-Cola’ya tahvil eden çöl bedevisi Arabistan, Katar ve Dubai dünyanın en güzel sahillerinde güneşlenmeyi ve dünyanın en güzel otellerinde sex partilerini düzenlemekte bir sakınca görmüyor.

İslamcı IŞİD teröristleri, tekbirler eşliğinde, Kobané ve Şengal’de yalınayaklı Kürt milletini en vahşi yöntemlerle katletmeyi cihat görüyor. Hamas, El-Kaide, Nusra ve Taliban kendini İslam’ın gerçek temsilcisi görüyor. Müslüman milletlerin akidesini ve tasavvur dünyasını Abdulvahap, Seyit Kutup, Mevdudi, Hasan El-Benna gibi, cahil kafalarla delik deşik ediyor ve onları şirk, cehalet, açlık ve sefalet çöplüğüne terk etmeyi “Emr-i bi’l ma'rûf” görüyor.

Öte yandan, Türk ve İran istikbarat birimleriyle birlikte hareket eden, Kürt yurtseverlerini ve dindarlarını domuz bağı yöntemiyle katleden; sonra Ezidi Kürtlere kafir, Dersim'li alevilere kafir, dindar ve demokrat yurtsever Kürtlere munafık, PKK'ye ve HDP'ye kafir diyen ve haşa kendisini de Allah’ın askeri ve partisi gören bir avuç Hizbuldomuz fırkası Kürdistan milletinin huzurunu kaçırıyor.

“Kurttan” ve “itten” türediğini söyleyen, şamanist ve paganist Türk devlet geleneği, Roboski, Cizre, Gever, Çolemerg, Silopi, Nusaybin, Silvan’da Kürt çocuklarını “ Size Türk –İslam gücünü göstereceğiz” naralarını savuruyor.

İkincisi; Türk İslamcı hareket hem Allah'a, hem Çankaya köşküne ve hem de paraya secde ediyor. Bunlar İslam kılıfına girmiş İslam hırsızı, Kürdistan hırsızı, şehir hırsızı, modern Uhud okçusu, modern Huneyn kaçkını, modern Sakif’in iktidar komplocusu. Bunlar bir yandan Allah, Kuran, Peygamber, Türk ve Kürt kardeşliğinden fantastik slogan atarken; diğer bir taraftan Türk devletinin Kürt milletine, Kürdistan davasına yaptığı her türlü tuğyanı meşru görüyor.

Kürdistan ülkesine “Güneydoğu Anadolu Bölgesi” diyor. Türk devletinin gücüne tapıyor, paraya tapıyor, kadına tapıyor, zevke tapıyor. Bunların müslümanlığı tıpkı Yezid’in müslümanlığı gibidir. Yezid şöyle demişti: “İçki İslam dininde haramsa, biz de Hristiyan dinine göre içeriz.

” İkinci Fasıl!

Gecenin ve gurbetin en zifiri yerinde gönlümü okşayan, ruhuma heyecan veren, ikbalimi yarınlara hazırlayan; Kürdistan'ın her estetik ve her irfani zerresi adeta beni mana, muhteva, manzara ve bağımsızlık iklimine taşıyor. öyleki, bana tarifi güç en tatlı ve en neşeli anlar yaşatıyor.

Bundan dolayı bütün dinlere, düşüncelere, toplumsal ve siyasal hadiselere Kürdistan zaviyesinden bakıyorum.

Çünkü Kürdistan ülkesinin, milletinin bağımsızlığı ve özgürlüğü burda sakladır.

Bu anlamda Çok sayıda çok çeşit adamla muhabbet ettim!

Çok sayıda çok çeşit deneyim gördüm!

Çok sayıda çok farklı kitap okudum!

Çok sayıda, fakir ve zengin adama misafir oldum!

Çok sayıda, Muhammed’e ve çok sayıda Marks’a tapan müritler gördüm!

Ve en son bazılarının yüzlerini, hallerini ve ikballerini Çankaya puthanesinde altıok’a secde ederken ve bazılarını ise, “meyhane” ve “kerhane” de eğlenirken gördüm! Bu anlamda, benim Fenâfillah’ım (ontolojik varlığım) ne Muhammed nede Marks’tır. Benim fenafillah’ım, Kürdistan ve insan sevgisidir!

Ben; Mezhep, meşrep, hadis, sahabe, tabin, cemaat ve devlet eksenli bir akide ve kültürden ırak ve firak dururum! Çünkü isimlerini saydığım bu fırkalar, Sevgili İslam Peygamberin evini ateşe verdi. Ardından, sevgili torunlarını ve bir avuç dostunu çarmıha gerdi. Bu kez o kanlı salyasıyla Kürdistan’ın, özgürlük ve adalet limanına barbarca saldırıya geçti. Velhasıl onu esir aldı, zülüm ve kölelik rıhtımına bağladı ve ardından tecavüz etti.

Bundan dolayı bu cahil, katil ve günahkar fırkanın hiç biriyle ilgilenmediğimi ve adam yerine koymadığımı belirtmek istiyorum. İkincisi, bu fırkayla mahkeme-i kübra’ya kadar İslam kardeşi olmayacağımı ve işgalci generalleri, sömürgeci valileri ve işkenceci polisleriyle birlikte kutsal Kürdistan topraklarından def olup gitmelerini istiyorum. Bu anlamda ben kendi dindarlığımı şöyle tarif ediyorum:

Benim İslami dünya görüşümün bir parçası ruhsal, bir parçası, irfani ve bir parçası da bilimseldir! İkincisi; ben cami, menkibe, abdest ve nikah hocası değilim! Ben; din bilimi, felsefe bilimi, sosyoloji bilimi, siyaset bilimi ve Kürdistan sevgisinin öğreticisiyim. Benim; yaratıcıyla, objeyle, subjeyle ve ahiret alemiyle ilişkimi belirleyen ne korkudur ne cehennemdir nede cennettir!

Böyle bir dindarlık ancak kölelere mahsustur! Benim yaratıcıyla ilişkimi belirleyen; akıl, sevgi ve estetiktir. Her feleği bu çemberde gönül atlasıma misafir ederim! Tanrı hiç bir kulunu ayrıcalıklı yaratmamıştır. Çünkü bu Tanrı’nın sünnetullah yasalarına aykırıdır.

Mamafih, naturalist ve materyalist bilim de insanın ontolojik yasalarına bu zaviyede bakar. Yani; hem bilim hemde İslam teoloji bilimi insanların putlaştırılmasını büyük bir felaket olarak görür! Dolayısıyla, bilimin ve teolojinin determinist yasalarına inanıyorsanız, hiç bir insana ve hiç bir yaratığa akılsız ve kontrolsüz, bir sevgi ve saygı türünü armağan edemezsiniz, onu putlaştıramazsınız.

Bunu yaptığınız taktirde, toplumunuzu bilimden, ilimden uzaklaştırıp, putperest ve cahil bir topluma sürüklemiş olursunuz! Örnek: (Arabistan, Katar, Dubai, İran, Irak, Pakistan, Afganistan, Fas, Suriye, Sudan, Keşmir vb bakınız) Bu mahfilde benim hiç bir namazım, hiç bir orucum ve hiç bir ibadetim bu yukezibun fırkanın hiç bir namazına , hiç bir orucuna ve hiç bir ibadetine benzemiyor.

Çünkü benim Rahman’a yaptığım namaz, oruç ve diğer ibadet eylemlerim, sevgi ve teşekkür amaçlıdır. Onlarınki ise, Siyasetlerini namaz ve oruçla gerçekleştiriyorlar. Rızıklarını Kuran’ı sömürerek kazanıyorlar ve işledikleri pisliklerini Kuran’la temizliyorlar.

Bu anlamda bana göre İki çeşit İslam vardır:

1-İnsanı eşekleştiren ve köleleştiren İslam: Bu İslam’ın sahipleri, Saray, hilafet, velayet ve mezheplerdir. İşte bu tahrif olmuş İslam, özelde Kürt milletini genelde Müslüman milletleri İslam'ın silahıyla teslim almış, ruhlarına eroin ve esrar akidesini üflemiştir.

2- İnsanı özgürleştiren ve mutekamilleştiren İslam: Bu İslam; sevgi, estetik, hikmet, ilim ve irfan karargahlarıyla insanı “Esfel-i sâfilîn” noktasından alıp, “Ahsen-i takvîm” mertebesine taşır.

Bundan dolayı yalınayaklı dindar halkımızın bu din hırsızlarını iyi tanıması gerekiyor. Sevgili dindar halkımız; İmam Ali’nın dediği gibi “Kuran konuşmaz, sorduğunda konuşur” ilkesiyle hareket etmeli ve kendisine zulüm eden Türk-Arap-Fars devletlerini ve bu devletlerin zulmüne karşı sesiz kalan Müslümanları Kuran’a şöyle şikayet etmelidir:

Ey! sevgili Kuran, senin Kürt ve Kürdistan meselesine bakış acın nedir? İslam adına, Memleketler ve kıtalar işgal eden ve oranın yerli milletlerini vahşice katl eden, Türk-Arap-fars devletini darül Insaniyet mi, darül İslamiyet mi Yoksa darül zulümàt mı görüyorsun? İhvan, El-Kaide, Taliban, Hamas, IŞİD, Hizbul-domuz ve benzeri siyasal İslamcı bağilerin ve şakilerin Mahabad, Amed, Şengal ve Kobané’de gerçekleştirdikleri çirkin amelleri hakkında hükmün nedir? İkincisi, bu günah ve cehalet fırkası, Allah’ın askeri, Allah’ın ordusu, Allah’ın devleti ve Allah’ın partisi ve Allah’ın sevgili dostları olduğunu ısrarla idia ediyor ve bu sloganlarla dindar Kürt milletini çarmıha geriyor.

Ey! sevgili Kuran, şimdi de bu şakiler ve haramiler çetesinin son ardılı olan İslamcı hareketler ülkesi işgal edilen, dili yasaklanan, siyasal egemenliği elinden alınan ve nazık civan bedenleri çarmıha gerilen mustazaf Kürt milletine “içki dinimizde haramsa bizde Hiristiyan dinine göre içeriz” diyen Yezid ‘in bu “seddü zerai” (usulü Fıkıh) sözünü referans alarak, dindar Kürt miletine, helal ve haram sınırlarını tayın ediyor.

Ve en önemlisi bu sapkın fırka İspanyol falanşistleri gibi, gittikleri her yerde Kürt siyasetçilerine Vivala Muerte! (“yaşasın Ölüm!”) diyor.

1936 yılında İspanyol düşünür Miguel de Unamuno, Salamanca Üniversitesi’inde insaniyet, adalet, barış ve özgürlükle ilgili yaptığı bir konuşma üzerine, konferans salonun arka sıralarında oturan general Millàn Astray ve yanındaki bir grup falanşist ayağa kalkarak; Vivala Muerte! (“yaşasın Ölüm!”) Ardından Unamuno, konuşmasına kaldığı yerden şöyle devam etti: “Daha demin, ölümsever ve saçma sapan bir haykırma işittim:

Bu yakışıksız ve çirkin sözleriniz huzurumu kaçırdı ve bana tiksinti verdiğini söylemek zorundayım.” Dedi. Bunun üzerine, ırkçı Millàn Astray kendisini tutamayıp ayağı kalktı ve şu iğrenç sloganı attı: “ Abajo la inteligencia” (“Kahr olsun zekà!”)

Evet, siyasal İslam tıpkı İspanyol genaral Millan Astray’ ve falanşist arkadaşları gibi, ölümsever ve ırkçıdır. Kanlı ellerinde taşıdıkları Kuran’la dindar halkımızın ve insanlık ailesinin huzurunu kaçırıyorlar; sevimli değiller, cansıkıcıdırlar. Fikirleri çöplük, inançları şirk, yüzleri timsah, amelleri kandır. Bunlardan ne insan olur ne kardeş olur ne İslam olur nede bilim olur!

Çünkü elinde taşıdıkları Kuran şöyle diyor: insanları ülkelerinden çıkarıp katl etmeyin, dillerini inkar ve renklerini aşağılamayın. Lakin onlar Rahman’ı dinlemiyor! öldürüyor, tek dil, tek renk, tek egemenlik diyor. Keza Kuran, yiyin, için fakat israf etmeyin diyor; ama bunlar aşağılık hayvanlar gibi, tıka basa yiyiyor, içiyor. Kuran son olarak bu hümeze ehline, altın ve gümüş biriktirmeyin diyor; ama onlar inadına deste-deste, dolar ve Euro biriktiriyor.

Sonuç olarak siyasal İslamcı unsurlara şunu diyoruz: sizin inandıklarınız size, bizim inandıklarımız bize. Sizin düşündükleriniz size, bizim düşündüklerimiz bize. Sizin sevdikleriniz size, bizim sevdiklerimiz bize. Sizin günahlarınız size, bizim günahlarımız bize. Sizin hayırlarınız size, bizim hayırlarımız bize.

Kadir Amaç

44105

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar