Pazar Haziran 16, 2024

Kürdistan yanıyor, biz de yanalım!

“Çözüm” denilen süreçte, gerillanın ilan ettiği ateşkesi “fırsat bu fırsat” diyerek karşılayan devlet T. Kürdistanı’nı kalekollar ile dolduruyor. “İlginç değildir ki”, Kürt Ulusu’nun bütün tepkilerine rağmen ve “barış” sürecinin bütün “olumluluğuna” rağmen devlet tek yerde dahi geri atım atmadı. Bugün Kürdistan’da halkın dağları mesken eylemesi ve insanların katlediliyor olması bu yüzdendir.

“Barış” süreci ve devletin savaş hazırlığı

“Barış” sürecini değerlendirmek için baştan itibaren değil, son birkaç haftalık sürece az bir göz atmak yetecektir. Uzun süredir sürece dair tek kelime etmemiş devlet yetkilileri ne zaman ki Soma’da yüzlerce işçi katledildi, konunun gündemden düşürülebileceği bir araç olarak sürece dair görüşmeler ve açıklamalar yaptılar.

Daha geçtiğimiz günlerde “Yeni Türkiye’nin açılan kilidi: Çözüm Süreci Çalıştayı” adıyla T. Kürdistanı’nın kalbi Amed’de (Diyarbakır) Bakanların, AKP’ye yakın olanların ve 3-4 demokrat diyebileceğimiz aydının katıldığı bir çalıştay düzenlendi. Kürt Ulusal Hareketi’nin süreçteki muhataplığı yer Amed dahi olsa inkâr edilmeye devam edildi. Öcalan’la İmralı’da türlü heyetleriyle görüşmeler yaptığını bildiğimiz devlet, dışarıda hareketin temsilcileriyle tek buluşmayı dahi göze almıyor. Ki bırakın Kürt Ulusal Hareketi’ni, sorunun ve sürecin önemli kurumları olan demokratik kitle örgütlerine dahi burun kıvrılıyor olması, çalıştayın da sürecin de ne olduğunu çok iyi açıklıyor.

Sadece bunlarla birlikte dahi neyin ne olduğunu anlayabildiğimiz sürecin bir de savaşa dönük hazırlığı da içerdiğini somut örneklerle gördükçe, devletin genetik şifrelerinde olan “halk düşmanlığının” nasıl da barış ve savaş dinlemeden kendisini gösterdiğine tanık oluyoruz.

“Kürdistan dağları sahipsiz değildir”

Gerillanın tek taraflı ilan ettiği ateşkes, belli bir gücünü sınır dışına esasta da Rojava’ya çekmesi ve gerillaya artan katılımların Rojava’ya yönlendiriliyor olması devlet açısından uzun vadede ciddi bir tehlike iken kısa vadede ise Kürdistan dağlarında “kendi atını koşturabileceği” bir zamanı ifade ediyor. “Barış, çözüm, diyalog…” diye adlandırılan sürecin devlet cephesinden daha avantajlı bir savaşın hazırlığını içeriyor olması beklenmedik bir şey değildir.

İleri donanımlı ve korumalı kalekol tipi askeri yapıların Kürdistan’ın dağlarına yoğun bir şekilde yapılıyor olması, hem doğa ve tarih katliamının adı olan hem de gerilla savaşının önemli bir mevzisi olan ormanların yakıldığı, yok edildiği baraj, HES inşaatlarına hız verilmiş olması devletin barışı, savaş için avantaja çevirmesinin en görünür örnekleri. Konumuzun esası olmasa da belirtmek gerekiyor ki; barış gibi savaş koşulları da karşılıklı bir ilişkiyi ifade eder. Ve avantaj dediklerimiz de yine karşılıklıdır. Yani ulusal hareketin yanlışları ve eksiklikleriyle beraber bu süreci hem Rojava’yı güçlendirmek hem de olası bir savaşı daha güçlü göğüslemek için kullandığını görmemek mümkün değil.

Tüm bunlarla beraber Kürdistan’da devletin yer değişikliği yaptığı tek taşın bile ulusal sorunla ilişkisi tartışıldığında, esas gücün ulusal ve düşman bilincini kuşanmış örgütlü bir toplumun varlığı olduğunu hesaba katmak gerekiyor.

Halk devlete dönük bütün uyarılarına rağmen gerillanın “yokluğunu” fırsat bilerek yaptığı kalekol inşaatlarına karşı başta Meskan dağı (Colemêrg) ve Lice (Amed) olmak üzere çok sayıda yerde nöbet, yürüyüş ve kolluk tarafından saldırı durumunda da fiili direniş gibi yöntemlerle mücadeleye girişmiştir. Kalekolların yapıldığı bölgelere yakın köylerde yaşayan köylüler abartısız 7’den 70’e can pahasına bir mücadele veriyor. Gerillanın halk olduğuna dair en güçlü kanıtı Lice ve Meskan’dan başlayan, büyüyen direniş gösteriyor.

Devletin fırsatçılığına, “Kürdistan dağları sahipsiz değildir” diye haykıran analar, gençler, köylüler tokat vuruyor.

Şovenizme vurmanın tam zamanıdır!

“Niye kimse tek kelime etmiyor”, “neden herkes susuyor”, “Lice’yi niye kimse duymuyor” diye Kürdistan’dan batıya doğru yükselen sese kulak vermek gerekiyor. Süreçte PKK’nin ne yapması gerektiğini anlatmaktan çok, komünist ve devrimci özneler ile onların öncülüğünde halk kitlelerinin ne yapması gerektiğini tartışmak gerekiyor. Bu yapılmadığı oranda Kürt ulusuna ve hareketine görevlerini hatırlatmaya kimsenin hakkı olmayacaktır. Kürdistan “barış” sürecinde dahi yanıyorsa, oturup biz niye yanmıyoruz diye sormak, neden hesap sormuyoruz diye düşünmek gerekiyor. Gezi İsyanı’nda esasta Kürt Ulusu’na dönük şovenizmin kırılmalar yaşadığını ve bugün isyanın bazen az bazen çok şiddetlenen eylemliliği düşünüldüğünde Kürdistan’ta halka kurşun yağmaya başladıysa ve Kürt halkı direniyorsa halk kitlelerini sokağa dökmek, sistem karşıtlığını ve düşman bilincini geliştirmek görevdir. Kırılan şovenizmi parça parça etmenin ve devlete yöneltmenin tam zamanıdır.

94269

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar