Pazar Haziran 16, 2024

Kemalizm,"Küçük dükler"ve geri tepen silah:Emrah Cilasun

Haluk Gerger’in Türkiye’de (özellikle İstanbul ve Ankara’da) kimi sol çevrelere istinaden “iktidarlarını kaybetmek istemeyen küçük düklükler” diye tabir ettiği çok sevdiğim bir tanımı vardır.

Sırtını İttihatçılığa, Kemalizme ve hatta Türk şovenizmine dayadığını unutup, CHP’ye “sol”dan ayar vermeye kalkışan, ona buna “liberal” diye saldıran kimi köşe yazarlarıyla; yıllarca AKP’ye “racon kesip”, şimdi ise AKP’den gocunup, Kemalistlerle izdivaç yapmanın yollarını arayan “sol” liberal yazarları gördükçe, nedense bugünlerde aklıma Haluk Gerger’in tanımı gelmekte…

2002’den itibaren oluşan siyasi konjonktüre bu düklerin tümü (AKP karşıtı olduğunu iddia edenler dahi) balıklama atladı ve kimi yayın sektörü, kimi parlamento kürsüsü üzerinden nemalanmaya çalıştı. Ve meserret taşkınlığı içerisinde milyonlarca insana “Alice harikalar diyarı” çizildi.

Oysa yalın gerçek, İshak Baran’ın ta 2013’de yaptığı şu isabetli tespitte yatmaktaydı.

“Zararsız ve ılımlı dozda bir İslam’la kapitalizmin gelişmesi ve demokrasinin inşa edilmesi hayallerinin gerçekleşmesi mümkün değildir. Tayyip Erdoğan, bir Taliban ya da Bin Laden olmayabilir, ama onları yaratan ve kendisinin kesinlikle kontrol edemeyeceği bu birbirine zıt iki eğilimin bir ürünüdür. Ve konuşmalarında bu kadar kontrolsüzce, ukala ve küstah olmasının sebeplerinden birisi de budur.

Aynı rüyanın diğer yanı da, Türkiye’nin, yabancı emperyalistlerin talan ve tıkınma alanı olmaktan çıkıp, emperyalist ziyafet sofrasına oturma hayalleriydi: örneğin Avrupa Birliği’ne katılma umutları. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’teki başlangıcından beri, ‘Batı medeniyetine’ erişme emelleri Türkiye’nin başındakilerin hayali olagelmiştir. Atatürk’ün ve generallerin veremediklerini, AKP vermeyi vaat etti. Bunun tam bir hüsnü kuruntu olmasının ötesinde, Türkiye halklarının neden başkalarının yağmalanmasına katılmak gibi bir emeli olsun, ya da dünya çapında gerçek soyguncuların ‘Stratejik Ortağı’ (yani polisi ve işkencecisi) olsun ve milyarlar aşağılanırken bir avuç insanın eline milyarlarca doların geçmesini sağlayan bir düzeni savunsun ki?” (Merak edip tamamını okumak isteyenler için: https://avakianbob.wordpress.com/2014/04/02/dort-bir-yanda-yankilanan-bahar-firtinasi/#more-180)

Dükler ise ideolojik ve iktisadi açıdan kendilerinin de geçim kaynağı olan bu baskı ve sömürü düzeninin zinhar sorgulanmasını istemediler. Bilakis asli görevleri gereği, bu düzenden hoşnut olmayanları bir biçimde “sol” söylemleri üzerinden düzene entegre etmeye çalıştılar. Kimi “sol” liberal, yıllarca AKP’ye akıldanelik yaparak, “yetmez ama evet” diyerek bu işi yaparken, kimi Kemalist “solcu” da CHP’yi “sol” da tutmak için çırpınıp durdu.  İşin tuhaf veya komik tarafı, tarafların bir de utanmadan birbirlerini devrimci olmamakla suçlamalarıydı. Düklerin ortak özelliği burada sırıtmaya başladı. Zira her iki taraf da komünizmden, proletarya diktatörlüğünden veya geçmiş devrimlerin olumlu miraslarından bahsetmemek, hatırlamamak için ellerinden geleni yaptılar.

Şimdi siyasi konjonktür düklerin yavaş yavaş aynı havuzda toplanmalarına neden olmakta. “Zamanın ruhu” gereği bunları mercek altına alıp bakmanın tam zamanıdır.

Hayır, hayır! “Resneli bizimdir” diyen köşe yazarından veya 15 Temmuz akşamı “bu cemaat darbesi değil, TSK yönetime el koymuştur” diye sevinen çakma “solcu”dan bahsetmeyeceğim…

Bilakis, yayınlanmaya başladığı günden beri, tıpkı diğer uçtaki ikizi, Aydınlık gibi, asli görevi, devrimci emelleri, rüyaları, militanlığı yerle bir etmek olan; tüm teorisini ilkin Avrupa Komünizmi, sonra sivil toplumculuk ve nihayet AKP ile kolkola, düzenin çıkarları üzerine bina eden, İslam’ı ve bütün dini gericiliği sola şirin göstermeye çalışan Birikim’in yazarı Tanıl Bora’dan bahsedeceğim.

Kahramanımız geçenlerde öylesine döktürmüş ki, “dön baba dönelim” sözüne dahi rahmet okutmuş. (Merak edip tamamını okumak isteyenler için: http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8395/kemalizm-ve-elestirinin-elestirisi#.WagazjVCRdg)

Alın size birkaç örnek:

“Kemalizmin sorgulanmasında tecrübe edilen eleştirel kavramları ve değerleri, bunların Kemalizmle mukayyet ve ona has olduğu zannından çıkarak, ‘bütün satha’ yaymaktır. Bu fasılda post- veya anti-Kemalizme getirilen yaygın eleştiri, Kemalistlere boca edilen ithamlardan, ‘sağın’ esirgenmiş olmasıdır. Bu dengesizliğe düşmüş olanlar elbette var. Böyle bir hakkaniyetsizlikten beri duranları görmezden gelmek ise, başka bir Kartacacılıktır.” (Vurgular bana ait)

İnsan sormadan edemiyor! Acaba kahramınımız, ebeveynleri Ömer Laçiner, Murat Belge ve Ahmet İnsel’i “Kartacacılıkla” mı suçlamaktadır?

“İkinci fasıl, doğrudan buna bağlıdır: Kemalizme atfedilen arıza ve cürümlerin ne kadarı, -hepsi mi-, Kemalizmin icadı idi? Ne kadarı, zamanın ruhunun eseri idi?”

Ne tesadüf! Kahramanımızın bu Kemalizm’i temize çıkartma çabasının benzerini Adolf Hitler’i temize çıkartmaya çalışan kimi sahte tarihçide ve hatta kimi Alman faşistinde de görmek mümkün. Tanıl Bora’yı Alman faşistleriyle aynı düzleme koymuyorum, sadece “mazeret üretici” (apolojist) tarihçiliğin ne kadar tehlikeli olduğuna işaret etmek istiyorum.

Üçüncü fasıl, bence en önemlisi: Toptancılıktan kaçınmak. Tefrik edebilmek. Sözgelimi Falih Rıfkı’yla Hasan Âli Yücel’i, en azından Necip Fazıl’la Sezai Karakoç’u ayırt edebildiği kadar ayırt edebilmek. Sözgelimi Turan Güneş’le Turhan Feyzioğlu’nu ayırt edebilmek.” (Vurgular bana ait)

Kahramanımızın hayranlık duydukları, onun düşün dünyasını zaten yeteri kadar ifşa ediyor. Ama gelin biz kahramanımızı zaman makinesiyle geçmişe ışınlayalım ve şu şahsiyetler arasında “tefrik” yapmasını sağlayalım. Zira göreceksiniz bu mantık, “zamanın ruhuna” göre kaçınılmaz olarak, Mustafa Kemal’i Vahdettin’e, İsmet İnönü’yü Rauf Orbay’a, Adnan Menderes’i İsmet İnönü’ye, İsmet İnönü’yü Süleyman Demirel’e, Süleyman Demirel’i Bülent Ecevit’e, Turgut Özal’ı Kenan Evren’e ve nihayet günümüzde de Kemal Kılıçdaroğlu’nu Deniz Baykal’a, Recep Tayyip Erdoğan’ı Kenan Evren’e ve Humeyni’ye tercih edecektir.

“Özellikle ulusalcılıkla kaim olan müstebit bir Kemalistlik hâlâ pekâlâ mevcuttur. Buna mukabil, demokratik ve özgürlükçü saikleri önemseyen bir Kemalist söylem de, -mesela CHP’nin kimi genç milletvekillerine baktığınızda-, görece daha güçlü.” (Vurgular bana ait)

Geçtim kahramanımızın ve dergisinin, daha dün, bizleri aynı söylemlerle AKP için ikna etmeye çalıştığını, 70’lerde de Tanıl Bora’nın ebeveynleri ve diğer dükler bütün bir devrimci cenahı, Ecevit’in “demokratik ve özgürlükçü Kemalist söylemlerine” ikna etmeye çalışmıyorlar mıydı?

Bugünü eleştirirken ille de geçmişin hayaletlerine sarılmak gerekmediğini, iki, üç, dört… yanlış çizgiyi, ideolojiyi, siyasayı bir başka yanlış çizgiyle/çizgilerle ittifak kurmadan, onu/onları olumlamadan eleştirmenin mümkün olduğunu gayet iyi bilmesi beklenen Tanıl Bora, Kemalistlerle yeni izdivaç için gerekli argümanları üretmeye devam etsin. Kendisinin ve diğer düklerin sevmedikleri, adını bile duymak istemedikleri bir devrimci komünistin, Kemalizm’e ilişkin 45 sene evvel (dikkat buyrun!) söylediklerini bir kez daha hatırlatmak ise bizim boynumuzun borcu olsun!

“Kemalist diktatörlük, sözde demokratik, gerçekte askeri faşist bir diktatörlüktür.”

“Kemalizm demek, fanatik bir anti-komünizm demektir. Kemalistler, Mustafa Suphi ve 14 yoldaşını, kahpece ve hunharca boğazlamışlardır.”

“Kemalizm demek, işçi ve köylü yığınlarının, şehir küçük-burjuvazisinin kanla ve zorbalıkla bastırılması demektir.”

“Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir.”

“Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.”

“Kemalizm demek, aynı zamanda, toprak ağaları sınıfıyla kol kola, omuz omuza köylü kitlelerini ezmek, menfaat birliği etmek, sınıf kardeşliği etmek demektir.”   

CHP’yi “sola” çekmekle uğraşan Kemalist “solcular” ile AKP’den gocunup, Kemalistlerle izdivaç kurmak isteyen liberal “solcular”a hatırlatmakta fayda var. Kemalizm savunusunda ısrar eden Doğu Perinçek’e karşı, Ocak 1972’de kaleme aldığı bu satırları, İbrahim Kaypakkaya şu sözlerle noktalıyordu:

“Bazı silahlar vardır ki, onu elinde tutanlar, kendilerini yaralarlar: Yani silah geri teper ve kendisini elinde tutanları vurur. İşte Kemalizm böyle bir silahtır!” 

43447

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar