Pazar Haziran 16, 2024

Kaypakkaya’yı sevmek

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zindanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

Sevmek en insani, en doğal duygu ise, bu en insani, en doğal duygudan korkmak nasıl bir kasıntının ürünüdür? Peki ya onu sevmekten korkmak?

İbrahim Kaypakkaya’yı seviyorum

O yeşil, pırıl pırıl bakan, her karşılaştığımızda içimizi ısıtan, güven ve umut veren, hayatın tüm zorluklarına karşı dayanma gücü veren efsuni, derin, parlak, yüklü gözlerini, bakışlarını seviyorum. Yüzünü kaplayan tel tel, saman sarısı sakallarını seviyorum. Geniş alnını, alnına dökülen perçemlerini seviyorum. Yüzündeki çelikten görünüşü koşullayan o elmacık kemiklerini, boğazındaki belirgin adem elmasını seviyorum! Dedemden, ta dedemin babasından kalma yoksulluğumuzun simgesi gibi duran o kasketini seviyorum.

O parlak zekâsını bu ülkenin “çok bilinmezli eşitsizlikler denklemi”ni çözmek için kullanmasını bildiği için onu seviyorum! Cebinde her zaman bir kitap ve defter taşıdığı için onu seviyorum! Edebiyata olan tutkusundan dolayı onu seviyorum! Bilime, bilgiye ve halka ve üretenlere olan büyük sevgisinden dolayı onu seviyorum! Durmadan okuduğu, yazdığı bu ülkenin resmi tabularına dokunduğu, onları yerle yeksan ettiği için onu seviyorum! Dağların en kuytu inlerini, yoksul hanelerin soğuk gözlerini kütüphaneye çevirdiği, dizinin üzerinde çömelip o uzun, aç susuz geceler boyunca okuyup yazdığı için onu seviyorum! Yoldaşlarına, 

Siverek’e sırtında çuvalla getirdiği kitaplardan dolayı seviyorum! Munzurlarda donmuş, patlamış ayaklarını seviyorum. Cesaretini, yüreğini, yel değirmenlerine karşı duruşunu seviyorum! Sözünü esirgemediği için, sözüyle öz yarattığı için seviyorum İbrahim Kaypakkaya’yı!

Şimdilik bir adet gizli kitaplık hazırlayın. Kitaplık, barınma yerleri gibi olsun ve içinde çalışılabilsin. Bütün kitaplar, yayınlar ve yazılar burada düzenli bir şekilde muhafaza edilsin. Lazım olanlar alınsın fakat faydalanıldıktan sonra tekrar yerine konulsun. İleride kitaplarımız çoğaldıkça, her bölgede böyle kitaplıklar hazırlamalıyız,

dediği için seviyorum.

Siverek’e sırtında çuvalla getirdiği kitaplardan dolayı seviyorum! Munzurlarda donmuş, patlamış ayaklarını seviyorum. Cesaretini, yüreğini, yel değirmenlerine karşı duruşunu seviyorum! “Bitti” denilen yerde başladığı için seviyorum!

Sözünü esirgemediği için, sözüyle öz yarattığı için seviyorum! Tarih yapan çağdaş kahramanlardan olduğu için seviyorum! Sizi korkuttuğu için seviyorum! Adını duyduğunuzda korkudan kuyruk sokumunuz sızladığı için onu seviyorum!

Onu sevmek için o kadar çok neden var ki!

O “tarihsel TKP”yi eleştirip, onun sosyal şovenist, anti Marksist, Kemalist aslını gösterdiği ve bu gün de devamcılarını değerlendirip, heyecanlı popülist söylem ve eylemlerini değerlendirmede bize muazzam bir ideolojik cephanelik sağladığı için, Türkiye Komünist Partisi ismine Marksist Leninist ekleyerek o gelenekten, o geleneğin dünyadaki ve memleketteki bütün revizyonist versiyonlarından sıyrılmasını bilen yepyeni savaşçı bir gelenek yarattığı için seviyorum.

Kürt sorununda, genel olarak ulusal soruna yaklaşım ve çözümde çağdaşlarından fersah fersah ileride olduğu ve bugün de devrimci hareketin Rû Spî’si olduğu için seviyorum.

Kürt milli hareketi genel bir demokratik muhteva taşır. Çünkü bir yönüyle ezen ulusun hâkim sınıflarının zulmüne, zorbalığına, imtiyazlarına, bencil çıkarlarına karşı yönelmiştir. Milli baskının kaldırılması, milliyetler arasında eşitliğin sağlanması, hâkim ulusun hakim sınıflarının imtiyazlarının kaldırılması, dil üzerindeki yasaklamaların ve sınırlamaların son bulması, her alanda uluslar arasında eşitliğin ve ulusal devlet kurma hakkı eşitliğinin tanınması, bütün bunlar demokratik ve ilerici taleplerdir,

dediği için seviyorum.

Küçük burjuva popülizmine düşmeden mütevazi, ama kararlı, bilinçli ve bilimsel adımlar attığı, bunun için neredeyse bütün küçük burjuva devrimcileri tarafından görmezden gelindiği, iç sansüre uğratıldığı için seviyorum. Kendisine zamanında “köylü devrimcisi” denildiği ama bu deyişin esasta bir eleştiriden çok hakir gören bir üst yaklaşımdan kaynaklandığını da bildiğimden, dahası o bay “işçiciler”in bugün hangi sularda yüzdüklerini bildiğim için daha çok seviyorum.

İbrahim Kaypakkaya’yı seviyorum! Ve bu ülkenin sevmekten korkmayan, bilimden, bilgiden, halktan, ışıktan korkmayan sanatçılarının, aydınlarının ve emekçilerinin, hamallarının, işçilerinin de bunu söylemesi gerektiğini düşünüyorum.

Deniz Faruk Zeren 

 

49402

“Zamanın ruh(suzluğ)u”na karşı İbrahim Kaypakkaya

“Geçmiş asla ölü değildir.Geçmiş, geçmiş bile değildir.”[1]

 

Postmodern vazgeçiş dört yanımızı kuşatmışken; çürüyen “zamanın ruh(suzluğ)u”na inat İbrahim Kaypakkaya hakkında yazmak, konuşmak çok önemlidir ve gereklidir…

Gereklidir çünkü gerçeklerin “unutuşa”, “suskunluğa” terk edilmek istendiği yalanın egemenliğinde, Mihail Yuryeviç Lermontov’un ‘Düşünce’ başlıklı şiirindeki, “Kaygıyla bakıyorum bizim kuşağa!/ Geleceği ya boş ya karanlık görünüyor...” dizeleri anımsamamak/ anımsatmamak elde değil…

Beşikçi ve Kürd resmi ideolojisi

Ömrünü Türk resmi ideolojisiyle mücadele etmekle geçirmiş,Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin kırk yıllık emektarı İsmail Hoca’nın Apocu resmi ideolojinin yeniden üretiminden ve propagandasından sorumlu Ferda Çetin üzerinden eleştiri adı altında saldırıya uğraması hazin olmanın ötesinde Kürdistan’da Kürdistanlıların iktidarından yana kesimlerle Türkiyelileşme sevdalısı entegrasyoncu kesimler arasındaki ideolojik cephe savaşının başlangıç düdüğü olma potansiyeline de sahiptir.

 

Edebiyatin Latin Cephesine kenar notlari[*]

“Adını değiştir,öykü seni anlatsın.”[1]

“Resmi payeleri hep reddettim. Legion d’honneur’ü de kabul etmemiştim. Fransız akademisine de girmedim. Yazar kendisinin bir kuruma dönüştürülmesini reddetmelidir. Bu onur verici bir paye dahi olsa bunlar kişisel nedenlerim. Ayrıca şu da var: ben iki kültürün barış içinde bir arada yaşayabilmesi için uğraşıyorum. Elbette çelişki ve çatışma var ve olmalı. Burjuva bir ailede yetiştiğim hâlde sosyalist oldum. Sempatim ondan yanadır. Bir de bu yüzden, bu ödülü verenlerin konumundan dolayı, kabul edemem,” vurgusuyla ekler Jean Paul Sartre: 

Latin Amerika'dan barış süreçleri 'El Salvador’ örnegi

  * Anlaşıldı:Savaş artık Barış demek.Öyleyse bundan böyle domuzlara at,kız çocuklarına erkek deyip geçelim...”[1]

 

El Salvador’da iç savaşın tarihi, 1970’li yıllarda, topraksız köylülerin, kent yoksullarının, işçilerin, öğrencilerin sokaklara dökülen muhalefeti karşısında ABD destekli ordunun kanlı operasyonlarına dayanır.

Kanlı parseller

Bugün 2014'ün ilk günü. Hastalar sağlık, yoksullar varlık, mahpuslar özgürlük, âşıklarsa kavuşmayı diler her yeni yılda. Ben nice hayaller kurarak binlerce yıl öncesine gittim yeni yılın bu ilk dakikalarında. Hayal bu ya, Tanrı ilk yarattığında dünyayı, sihirli bir değnekle dokunsaydı eğer hayatın zümrüt yeşili bahçelerine, atalarımız olan ilk insanlar cennet bir dünyaya açacaklardı hayretle gözlerini.

Muharrem Erbey'in suçu ne

  Geçenlerde Diyarbakır cezaevine gidip bazı dostları ziyaret ettim. Uzun yıllardır tutuklu olan Senanik Öner, Hatip Dicle, Şırnak belediye başkanı Ramazan Uysal, Muharrem Erbey ve İdil belediye başkanı Resul Sadak'la kısıtlı bir zamanda da olsa hasret giderdim. Hepsi yıllardır hapiste; hapislik adeta yaşamlarının bir parçası haline gelmiş. Kendisini meselenin tarafı olarak gören mahkemeden herhangi bir beklentileri kalmamış, hukuk ve adalet duygularını haklı olarak yitirmişler. Rehin olarak içeride tutulduklarını düşünüyorlar.

Ecdat(iniz)in VukatU(lar)i[*]

“İşte bir sürü olay sana. Ve bir sürü soru.”[1]

 

Hepimize Stephen Hawking’in, “Bilginin en büyük düşmanı bilgisizlik değildir, bildiğini zannetmektir,” sözünü anımsatan bir “Ecdat” yaygarası aldı başını gidiyor…

Semih Gümüş’ün, “Tarihi anlar yaratamaz”; Giorgio Agamben’in, “Tarih asla anda yakalanamaz, sadece bütüncül süreç olarak yakalanabilir,”[2] uyarılarını kavrayamayan “ecdat körlüğü” dört yanı sarıp sarmalıyor…

Umutlarımızı Büyütüyoruz

 

“... komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü bir biçimde dönüştürmek (revolutionieren), varolan duruma pratik olarak saldırmak ve onu değiştirmektir.”Marx-Engels

SİBEL ÖZBUDUN – TEMEL DEMİRER 2014

Hayaller(imiz)le, cüret(imiz)le, umut(larımız)la yolumuzu açacağız 2014’te de sen/siz orada biz burada; Cemal Süreya’nın, “Artık hayallerim suya düşecek diye/ kaygılanmıyorum./ Çünkü, onlar düşe düşe/ yüzmeyi öğrenmişler,” dizelerini terennüm edeceğiz inat ve ısrarla…

İT DALAŞINDA TARAF OLUNMAZ, SINIFIN NET TAVRI KONUR

Sınıfsal mücadele yaşadığımız coğrafyada belirleyici özellik taşıyor. Bölgemiz  Türkiye’deki örgütlü sınıf mücadelesinin seyrine göre şekil alacaktır. Ezilenlerin başkaldırışı da    göre ilerleme veya gerileme gösterecektir. Bu gerçek Kürdistan için de geçerlilik taşımaktadır.

Sermaye, Siyaseti Çıkarlarıyla Örtüştürür[1]

“AKP-Gülen Savaşı” içinde yolsuzlukların çok az bir kısmının dışa vurumundan sonra, siyaset, bu kirli güçler arasındaki savaşıma odaklandı. Bunun böyle olması doğal. Bu olay, özellikle Haziran (GEZİ) Ayaklanması’ndan sonra hızlanan ve beklenen bir durmdu. Daha önce yazdığım “üç vakte kadar” başlıklı bir yazıda, hükümet açısından “iki vaktin” bittiğini, “üçüncü vaktin” ise içinde olunduğunu yazmıştım. Bu herkes tarafından da bilinen bir gerçekti. Haziran Ayaklanması var olan süreci hızlandırmış ve daha kaçınılmaz bir hale getirmiştir.

Sayfalar