Pazartesi Haziran 17, 2024

Kadın ve özgürlük

“Tarihsel değişimi belirleyen kadınların özgürleşme oranıdır. İnsanlığın zorbalığa karşı kazandığı zaferin bulunduğu nokta, kadının erkekle, zayıfın güçlü olanla karşılaştırıldığında ortaya çıkan durumdur. Kadının özgürlük derecesi toplumsal özgürlüğün doğal ölçüsüdür.“ Marx-Engels

İnsanlık, özgürlüğünü kadınların köleleştirilmesiyle yitirdi ve kazanmak istiyorsa yitirdiğini yeniden, onu, ancak ve ancak yitirdiği yerde kazanabilir. 

Bu belirleme, toplumsal bir gerçekliğin tarihsel bir sürecinin izidir. İnsanlığın kendini kazanma öyküsü çok eskilere gitsede, özgürlüğünü yitirme öyküsü, ne yazık ki, tarihin daha berilerinde, kadınların, özgürlüğünün elllerinden alınmasıyla başlamıştır. Kadınların, baskı altına alınma tarihi süreci, insanlığın özgürlüğünü yitirme tarihi olarak da okunmalıdır.

Söz konusu tarih, sınıflı toplumlarında başlangıcının da tarihidir. Bu aynı zamanda, toplumun ezen-ezilen diye ikiye ayrılması ve ezen kesim toplumun çok az bir kesimini oluştururken, ezilen ve sömürülen toplumsal kesim ise, toplumun her zaman günümüz söylemiyle, abartısız % 99’unu oluşturmuştur.

Baskı ve sömürü sistemlerinin insan toplumunun yaşamına girmesi, kadınların baskı altına alınmasıyla başladı ve günümüze kadar, çeşitli toplumsal evrelerle devam etmektedir.

Sınıflı toplumların bütün egemen sınıfları, baskıcı ve sömürücü politikalarını sürdürmek ve iktidarlarını devam ettirmek için, öncelikle kadınların kölleleştirilmesi poltikasını öne çıkarmışlardır. Çünkü, kadın özgürleşmenin simgesidir. Kadınların egemen olduğu toplumsal sistemde, yani, ilkel komünal toplumda, insanlar arasında sınıfsal bir ayrım olmadığı gibi, baskı ve sömürü yoktu, üretim de üleşim de kollektifti. Bu anlamda kadın, sınıfsız bir toplumun ve de insanın özgürleşmesinin bir simgesi olarak gelmiştir. Kadının baskı altına alınması ve erkek egemen sistemin hakim hale gelmesi, genel toplumsal baskıcı ve sömürücü sistemin devamını sağlamak için de önemli bir ideolojik ve politik araç olarak varlığını sürdürmüştür.

Kapitalist sistemle birlikte kadınlar kısmen özgürlüklerini elde etmelerine karşın, cinsiyet ayrımı ve baskısı ortadan kalkmadı. Burjuvazinin ödenmemiş emeğe el koymak için işçiye gereksinimi vardı. Bu nedenle de kadını ucuz işgücü olarak kullanmayı esas aldı. Kadının “özgürlüğü”nden söz eden burjuvazi, kadının özgürlüğünde de riyakarlığı elden bırakmamıştır. Ancak, kadın proleterleştikçe ve de sınıf mücadelesi içinde yer aldıkça özgürleşmesinin ideolojik ve pratik ufukları da açıldı.

AKP ve T. Erdoğan’ın kadınlar üzerine yüklenmeleri, ideolojik, siyasal, psikolojik ve pratik baskıları kadınlar üzerinde yoğunlaştırmaları, kadınların köleleştirilmesi için yoğun çaba harcamaları, bir üst paragraflarda  kısaca anlatılanlarla direkt bağlantısı vardır. Özellikle faşist diktatörlerin ilk baskı kuracağı ve daha geniş kitleleri etkilemenin yolu; kadınlar üzerindeki geleneksel tarihsel baskıları arttırmak ve onları bir cendere içine ya da kara çarşafın içine sokmaktır. AKP iktidarının ömrü, kadınlar üzerinde baskıların arttırılması ve sürdürülmesiyle doğru orantılı olarak devam edecektir. Bu nedenle de, ne kadar çok kadın kara çarşafa belenirse, iktidarda kalma oranları da o denli uzayabilecektir. 

Burjuvazi, her zaman kitlelerin en geri yanlarına hitap etmiştir. Kitlelerin en geri kesimlerinin ilkel duygularını okşamanın en önemli ideolojik araçlarından biri, kadınlar üzerinde yürütülen gerici politikalardır. Sömürü ve baskı sisteminin ağırlığı altında bunalmış kitlelerin, kendi kurtuluşlarını kadının daha fazla baskı altına alınmasında gösterilmesi siyaseti, ne yazık ki olumlu etki yaratmaktadır. Özellikle de bu politikalar “din” maskesi altında sürdürülmesi, geri kesimleri içinde azımsanmayacak bir taraf bulabilmektedir. 

Kadın üzerinde baskılar, islam ülkelerinde, “kadınlar örtünmezse –yani, kara çarşafa gömülmezlerse- günaha gireriz”, “bütün kötülükler açılan kadınlardan geliyor” vb. ilkel ve bayağı propagandalar, geri kitleleri oldukça etkilemektedir. Burada, sorun “açılma-kapanma” ikilemi içinde gösterilmek istense de, esas olarak kadının köleleştirilmesi, evde erkeğe, fabrikada patrona ve devlete bağlı olmasını ve boyun eğmesini sağlamak amaçlıdır.  Evde kadının köleleştirilmesi, erkeğin (işçinin) de düzen karşısında köleleştirilmesini ve boyun eğmesini kolaylaştırıcı bir etki yaratmaktadır. 

Bu anlamda, Marx ve Engels’in belirttiği gibi; “Kadının esaret altında tutulduğu bir toplumda, hiç kimse erkek kadar ağır bir biçimde cezalandırılmamıştır”

Diktatör artığı faşist Erdoğan’ın, “Öğrenci evleri fuhuş yuvası” vb. sözlerle gençliğe ve esas olarak da kadına yüklenmesinin amaçları çok açıktır. Kadın özgürlüklerin simgesi ise, gençlik ise dinamizmin, baş kaldırının ve boyun eğmemenin sembolüdür. Kadın baskı altına alınca, iktidarın ömrü uzar, geneçlik din afyonu ile bunaltılınca, baskı ve sömürü sistemine karşı devrimci baş kaldırılarıların ivmesi de düşer. Kadınların teslim almak isteyen sistem, gençliği de teslim alarak onları da din afyonuyla uyutarak, düzenin çıkarları için kelle avcıları haline getirmek istiyor.

Bugün Türkiye’de, Türk devleti eliyle kadının kara çarşafın içine adım adım sokulması, baskı ve sömürü politikasının daha da ağırlaştırılmasından, sınıfsal baskının katmerleştirilmesinden ayrı ele alınamaz. Bu bir sınıfsal baskıdır. Sadece tek bir cinse uygulanan baskı değil, tüm ezilenler üzerindeki baskı ve sömürünün arttırılması ve var olan demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesidir. Bu anlamda, “türban bir hak” değildir. Burjuvazi, türbanı “bir özgürlük aracı” olarak göstermeye çalışıyor. Oysa, Türban ile “din özgürlüğü” aynı şeyler değildir. Türban, dinici bir burjuva iktidarının siyasal simgesi haline getirilmiş, daha özelde ise kadının köleleştirilmesinin açık bir ifadesi yapılmıştır. Bu nedenle, türbanın “özgürlükle” ilgisi olmadığı gibi, tersi bir işlevi vardır. Gericiliğin simgesidir. 

Komünistler için özgürlük karşıtı bir simgenin “özgürlük” adı altında savunulacak bir yanı olamaz. Dini duygularından dolayı türban takan kadının türbanı zorla çıkarılmaz, ancak, onun türban takmasının savunulacak bir yanı da olamaz. Din, özgürleşmenin bir aracı olmadığı gibi, türban’da “özgürlüğün” bir simgesi değil, kadını hiçleştirmenin ve aşağılamanın simgesidir. Esas olan budur ve buna karşı tavır alınmalıdır. Ve egemen sınıflar, dini, kendi egemenlik aracı için kullanıyorsa, bunun “masumane” bir yanı olamayacağı gibi, bunun simgelerini “özgürlükler kapsamı” içine sokmak, egemen sınıfların çıkarlarına hizmet etmek demektir.

 Türk devleti, kurulduğu günden beri  Sünni kesimlere büyük bir destek vermiş, devlet dini olarak sünniliği tercih ederek, diğer din ve mezhepten olanlara baskılar uygulamış, yasaklamalar getirmiş, katliamlar gerçekleştirmiştir. Bugün ise bu daha açıktan yapılıyor. “Dini özgürlüğümüzü yaşıyamıyoruz” vb. gibi aldatmacalar, egemen sınıfların AKP aracılığıyla, kadınlar üzerinden ezilen kesimleri (işçi ve emekçileri) daha büyük bir baskı altına alma ideolojik ve siyasal yönlendirmeleridir.

Bütün tek tanrılı dinler, kadınların köleleştirilmesi üzerinde inşa edilmiştir ve  buradan hareketle de bütün ezilen sınıfları baskı altına tutmanın aracı haline getirilmiştir. Bütün egemen sınıflar da, (burjuvazi de dahil) bunu esas almıştır. 

AKP, dini kullanarak kadınlar üzerindeki baskıları artırırken, işçi ve emekçiler üzerindeki baskıların arttırlmasının siyasal ve ideolojik aracı ve önemli bir basamağı gördüğü için bu politikayı izliyor ve egemen burjuvazi de buna destek oluyor. Kadınlar üzerindeki bu baskı, “din” kisvesine büründürülmüş sınıfsal bir baskıdır. İşçi sınıfının köleleştirilmesi siyasetinin en ağır bir şekilde sürdürülmesidir. Bu nedenle de kadınların özgürlük mücadelesi işçi sınıfının sosyal kurtuluş mücadelesinden ayrı ele alınamaz. *** 9.11.2013

 

98718

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar