Pazartesi Haziran 17, 2024

İbrahim Kaypakkaya -Erdoğan Yalgın

Baba Ali Kaypakkaya doğan çocuğuna muhemeldir ki, Haranlı İbrahim Peygamberin adını verdi. Dünyaya gelen (1949) bebek, İbrahim Kaypakkaya’ydı. 

Tek Tanrılı, semitik dinlerin Peygamberlerinden İbrahim; Tanrısı tarafından nurlandırılmış kendi döneminde bir yeryüzü elçisiydi. Sümer, Mezopotamya tekstlerinde ve Kutsal kitaplarda, Onun yaşamına ilişkin birçok malumat bulunmaktadır! Kısacası Harranlı İbrahim, insanlara doğruları öğretmek için yollara düşmüştü. Bu serüven, onun asırlar boyu unutulmamasına vesile olmuştu! Yine derin çağlardan sonra aynı süreğin izinde İbrahim Kaypakkaya da, kendi asrının bir devrimcisi olarak, adaşı İbrahim Peygamberin faaliyetlerde bulunduğu kutsal "Bereketli Hilal/ Mezopotamya" topraklarında, mazlumlara doğruları ve olası tehlikeleri-tufanları anlatmak için yollara düşmüştü. 

Aslında her ikisinin bu zuhuru, tarihsel süreçleri itibariyle kutsal bir çıkıştı. Zira bu çıkış (exodüs), bir bakıma esaretten kurtuluşun tarihi çıkışıydı. Kaypakkaya‘nın çıkışı, aynı zamanda; "yarin elma yanağından gayri, her şeyin ortakça paylaşılacağı" bir "Rıza Şehrini" yeniden kurmanın çıkışıydı. Işık Bahçesi’nin çocukları Kaypakkayalar, kaybolmuş Rıza Şehrine yapacakları bu yolculukla, tarihe bir "önsöz" düşeceklerdi. Nihayetinde,  düştüler de!

Mitselleşen anlatımıyla İbrahim Peygamber oğlunu (İshak/ İsmail); Tanrısına kurbanlık olarak adamıştı. Sırası geldiğinde, İbrahim’in Tanrısı bunu olumlamadı. Eylem anında elçisi İbrahim’e bir koç yolladı. İbrahim’in kurbanlık oğlu, kesimden kurtuldu. Böylece insanoğlunun kurbanlık olamayacağı anlaşıldı. Ama ne hikmetse; İbrahim‘in oğluna indirilen koç, asırlar sonra İbrahim Kaypakkaya’ya gelmemişti. Gerçi Kaypakkaya’nın da, Tanrısında böyle bir beklentisi hiç olmamıştı! Belkide bu yüzden bir kurban gibi kendisini, halkların kardeşliğine adamıştı! 

Hiç kimse inkar etmiyor. Onun düşünceleri, düşmanları için bir tufan habercisiydi. Hele Kemalizmi, başından beri mahkum etmiş, çağının en ileri görüşlerini savunmuştu! Tıpkı önderleri İmam Hüseyin, Eba Müslüm, Mansur, Nesimi, Sühreverdi, Baba İlyas, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan, Seyyid Rıza gibi davranıyordu! Düşmanları; onun yazdıklarını, yakılması gereken Zend Avesta’nın "gataları" gibi görüyorlardı. İbrahim’den, Nuh’a bir ara koridor vardı. Ve O, aynı zamanda kendi çağındaki Nuh’a tekkabul ediyordu. Zira gelecek olan Tufan’ı sezmiş, yoldaşlarıyla birlikte tufanlara dayanıklı bir gemi inşaasına başlamışlardı! Nitekim düşmanları, bu kurtuluş gemisine kimsenin binmemesi için uğraş içindeydiler. Daha da olmazsa, geminin delinmesi ve onlar için sürmekte olan bu karanlık çağın devam etmesi gerekiyordu!

O, diğer yol emsallerine hiç mi hiç benzemiyordu! Zebaniler için O; Kendini bilmez bir başkaldırıcı ve oyun bozandı! Arı kovanına çomak sokuyor, temele oynuyordu! Dolayısıyla görüldüğü yerde, bir yudum suda, olmazsa Karadeniz‘de boğulmalıydı! Kaldıki O, ne Samsun’a çıkıyor ve ne de ki Samsun’dan İzmir’e, Ankara’ya çıkarmalar yapıyordu! Munzur dağlarına sırtını dayamış bir Koçero’yu canlandırıyordu. Çünkü O; Emperyalistlerin gardolabına tükürmüş, Kemalizmi deşifre etmiş, tekçi zihniyetin kuyusuna çakıl atıp, suyunu bulandırmış bir kendini bilmezdi! 

Ezilen–yoksayılan, ölümlere terkedilmiş Kürtlerin, "kendi kaderini tayin etmesi gerektiğini" beyan eden bir dâi idi! O; uyutulanlar arasına nifak sokuyor, onları uyandırıyordu! Ol sebepten düşmanları; Onun için işkencelerin en görkemlisini hazırlıyorlardı! Adaşı İbrahim gibi ateşlere atılmalıydı! İsa’nın çarmıhta çektiği acıyı çekmeliydi! Kerbela’da kellesi kesilmesi gereken artık bir Hüseyin; zehirlenmek için sırasını bekleyen Eba Müslüm’dü! Derisi yüzülen, bilekleri kesilen Hallac-ı Mansur’un acısını yüreğinde hissetmeliydi. Onun şahsında; tüm sevdiklerine, Serez çarşısında ipi boynunda gezdirilen Şeyh Bedrettin’in rolü verilmeliydi. Amasya kalesinde asılması gereken bir Baba İlyas’tı. Daha fazla konuşmaması ve yazmaması için taşlanarak, idam edilmesi gereken Pir Sultan Abdal’dı. "Bu zalimler, bizi Kerbelaya götürecek sandık ama, Kerbelayı bize (Dersim) getirdiler!" diyen, gençecik evladının ipe çekildiğini gördükten sonra sehpaya çıkarılan Seyid Rıza’ının yolağında, hakka yürümeden önce derin acılar yaşamalıydı. 

O; Vartinik’te kanlar içinde yatan yoldaşı Ali Haydar’dı. Onun bir damarı Babek’te, Huremilerde, Karmatilerde beslenmişti, bu biliniyordu! İşte bu damarı kesilmeli ve kansız bırakılmalıydı. Dedik ya, aslında O; tüm zamanların büyük devrimcisiydi. Tam 43 yıl sonra, günümüzde adı bile yasaklar arasında yer alan, hala umudun tohumu değil midir İbrahim Kaypakkaya...?

 

Erdoğan Yalgın

45356

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Kavganın ve Mücadelenin Ozanı; Yetiş Yalnız…

İbrahim Kaypakkaya, ilgilenenler tarafından bugüne kadar birçok özelliği ile tanındı, bilindi. En yaygın bilinirliği‚ “ser verip sır vermemesidir” sanırız. Doğrudur, Kaypakkaya işkencede direndi. Onun düşmana karşı direnişi inadından veya acıya dayanıklı olmasından kaynaklanmıyordu elbette… Bunu nereden mi biliyoruz? Dönemin en azgın faşist uygulamaların yapıldığı Amed Zindanı’nda yapmış olduğu siyasi savunmadan. Kemalist faşist diktatörlüğe karşı, onun elinde tutsakken dahi örgütsel ilişkilerini deşifre etmeden, uğruna mücadele ettiği komünizm düşüncesini savunmasından biliyoruz.

“Ermenilerin hepsi ASALA olsun” (Nubar Ozanyan)

Yaklaşık 45 gündür Artsakh, vicdansız ve eşitsiz bir kuşatma altında. Artsakh halkı buz kesen soğukta direniyor. Dünya sağır ve suskun.

30. Ölümsüzlük Yılında MANUEL DEMİR/ՄԱՆՈՒԵԼ ՏԷՄԻՐ Yaşıyor! Partizanlar yaşıyor! (1)

Manuel Demir’i 30. ölümsüzlük yılında saygıyla anıyoruz. Bu vesileyle Ermeni Fedailer adıyla başlattıkları ve hayatlarını Ermeni halkının davasına adadıkları, bugün ise Partizan hareketine dönüşerek devam eden mücadelede sayısız Ermeni devrimciler Hrantlar, Hayrabetler, Armenaklar, Yalımyanlar, Ozanyanlar ve Manueller’i de anıyor ve aradan yüz yıl geçmiş olsa da bu mücadelenin devam edeceğini belirtiyoruz.

TKP-ML OPK Üyesi Ünal Orhan: Yeni Yılda Umudu ve Özgürlüğü Güçlendirmeliyiz, Güçlendireceğiz!”

Türkiye Komünist Partisi-Marksist Leninist Ortadoğu Parti Komitesi (TKP-ML OPK) üyesi Ünal Oral ile yapılan röportajı sizlerle paylaşıyoruz.

Hangi Sınıfın Cumhuriyeti Yaşasın?

Feodal aristorkrasiye karşı burjuvazinin iktidara gelmesi ve feodalizmi yıkması tarihsel olarak ilericiydi. O dönemde “ kahrolsun feodalite, yaşasın cumhuriyet” sloganı ileri bir hedefi gösteriyordu. Bu tarihsel dönüşüm Fransız burjuvazisinin 1789 burjuva devrimiyle başarıldı. Bu, toplumlar tarihinin geri döndürülemez diyalektik gelişimiydi. Feodal aristokrasi, ne kadar çaba harcarsa harcasın, gelişen üretici güçlerin önünde daha fazla direnemezdi ve kendinden önceki toplumların başına gelen kendisinin de başına gelmişti: Toplumlar tarihinin çöplüğündeki yerini aldı.

Zorunlu Açıklama!

Kısa bir süre önce; "Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han ve Süleyman Cihan." başlıklı bir yazı yazmıştım. Yazının giriş bölümünden de anlaşılacağı gibi bu yazı, Anayasa Mahkemesi'nin Sansaryan Han’a ilişkin kararı vesile yapılarak yazılmıştı.

Sosyal medyayı ve malum platformları aktif olarak takip etmediğimden; yazıya ilişkin kimlerin ne türden değerlendirmeler de bulunduğunu bilmiyorum. Bu çok ta önemli değil; elbette her okurun kendine göre değerlendirme, beğeni ve yergileri de olacaktır.

Ali Haydar Dersim’e (Nubar Ozanyan)

Değerli bir komutanı daha kaybettik. Dersim halkının bağrından çıkıp, dağlara sevdalanan, özgürlüğü zirvelerde arayan bir komutanı yitirdik. Büyük bir yürek acısı daha yaşadık.

Sayfalar