Pazartesi Haziran 17, 2024

Haydar Mecit öldü mü? Deniz Faruk Zeren

Aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne.

İnsanın kırıldığı yerde ayetler.

O ne bir suret, ne de ayettir. Ne mitolojik bir öğe, ne nostaljik bir iç geçirme, ne de anılarına sığınılacak bir tatmin aracıdır.

O yaşayan, canlı, yürüyen, gören, bilen, anlayan, büyüyen, durmadan üreten bir gerçekliktir.

Çünkü inandığı bilim ve o bilimle ürettiği düşünceleri ve o düşüncelerle, canıyla, teriyle yeri geldiğinde kanıyla kurduğu, yürüttüğü ve koruduğu organizma yaşamaktadır.

Doğruların dili birdir. O doğrular yaşamaktadır. Bundan da öte o doğrulardan yeni doğrulara ulaşılabilmektedir. O’nun hayattaki karşılığı budur. Bu yüzden mit değildir, nostalji değildir…

Ancak kocaman bir “ah” tır. En sevgilinin diri göğsüne çöken kocaman bir ‘ah’! Yel dağı kadar büyük, Fırat kadar uzun, Karadeniz kadar derin bir ‘ah’ !

Çünkü halen paramparça edilerek katledilmesinin üzerinden otuz dokuz yıl geçmiş olmasına rağmen katilleri açığa çıkarılamadı. Sorular sorulamadı, yanıtlar alınamadı. Hesaplar sorulamadı.

Bundan da azade, halen onun mücadelesi hak ettiği, olması gereken yerde, düzeyde değil, çünkü halen onunla ilgili söz söylemek yasak ve bundan birinci derecede biz ardılları, giderek düşünce ve eylemdeki dostları ve en genel anlamda devrimci hareket sorumludur. Sorumlu olmak bir yana sol içinde örtülü, adı konulmamış bir sansüre, göz ardı edilmeye maruz kalan bir gerçeklik olmasından dolayı da konunun muhataplarının yüzünü kızartan, kızartması gereken bir olgudur.

İsmail’den bahsediyoruz. Haydar Mecit’ten. İbo’dan, İbrahim Kaypakkaya’dan!

12 Mart Faşist Cuntası’nın kol gezdiği, devrimci önderliğe ve hareketlere yönelik “sürek avı” na giriştiği günlerde o,İstanbul, Ankara, Diyarbakır, Dersim, Siverek, Çorum, Trakya vb vb iller, bölgeler arasında sürekli bir “seyahat” halindedir. Ve sıkıyönetim tarafından aranmasına rağmen o yollarda yakalanmaz. Çünkü işçi İsmail’den, köylü Haydar Mecit’ten, Çorumlu İbo’dan, Siverekli gençten ayırt edilir bir özelliği, göze çarpan bir yanı, farklılığı yoktur. Bu gösterişsiz, sade halktan adamı alıp ne yapsın sıkıyönetimin kovalayıcıları.

Farklı değildir. Bizdendir, içimizdendir. Ama en içimizden, en derinimizdendir. Onlar en derinlerimizi göremezler. En derinimizde saklı ışığı bilemezler. En derinimizde parlayan en gizli aşkı anlayamazlar. Ama bunun için o duruluğa, o sadeliğe, o “halk deryası içinde balık olma” haline erişmek gerekmektedir. Sınıfının insanı olmak denir buna. İbrahim Kaypakkaya bunun için özel bir çaba harcamış sayılmaz. O zaten halkının, sınıfının içinde doğup büyümüş, orda yetişmiş ve sırtını giderek onun deneyimlerine yaslamıştır.

Ama o dağ başlarında, su yataklarında, kaya diplerinde dizinin üzerine yerleştirdiği deftere yazdıklarıyla, bilincinden damıttığı düşünceleriyle önderleşmiş, farklılaşmıştır ve bu farklılaşmayı sınıf ve halkla buluşturmasını bilmiştir.

Bütün giz burada saklı.

Bütün eylem burada!

O yalnızca amansız işkenceler altında ser verip sır vermemesi ile değil anılacaksa bu yönüyle de anılmalı, örnek alınacaksa bu yönüyle de örnek alınmalıdır. Cumhuriyet tarihinin sol için de tabu olan meselelerine soğukkanlılıkla ve duru bir bilinçle, korkusuzca yönelmiş ve onları deyim uygunsa hallaç pamuğu gibi atmışsa, atmasını bilmişse sınıfından ve halkından, kendisini sorumlu gördüğü halklarının tarihinden beslenmesini bildiğindendir.

“Bunlar bilindik şeyler” denilebilir. Karanfil de kızıl bu da hep bilinen bir şey! Ama sözümüz karanfilin kızılından bıkmayanlaradır!

Sözümüz kızıldan bıkmayanlaradır!

Sözümüz kızıldan korkmayanlaradır!

Vartinik baskınından sonra işbirlikçi bir öğretmenin ihbarı sonucu ağır yaralı, aç susuz, yorgun ve bitkin halde cellatların eline geçtiğinde Fehmi Altınbilek adlı kontr-gerilla şefi kendisine, “Vartinikten kurtuldun. Biz seni Haydar Mecit sanmıştık. Maceran buraya kadarmış İbrahim Kaypakkaya” dediğinde dudağının kenarında beliren ince, manalı gülümsemeyi yüreğinin üzerinde hissedenlere sözümüz.

Haydar Mecit sanmışlardı evet. Aslında yanılmamışlardı. Haydar Mecit’ti o. Her yoksul hanede yaşayan, her karış toprağı işleyebilen, her fabrikada çalışabilen Haydar Mecit’ti. Vartinik’te Haydar Mecit’i öldü sanıp oracıkta bırakıp İbrahim Kaypakkaya’nın peşine düşmüşlerdi. Haydar Mecit, onlar koşturup uzaklaştıktan sonra içinde tuttuğu nefesini salarak, kimbilir belki de oracıkta vurulup kalan Ali Haydarın alnından öperek ağır aksak, yaralı ve aç uzaklaştı oradan.

İbrahim Kaypakkaya düşüncelerinden taviz vermeden ölümsüzleşmesini bildi!

Haydar Mecit ölmedi zaten. Öldürülemez. Milyonlarca yaşıyor aramızda! Her işçi, her köylü, her işsiz ve her aç, evsiz birer Haydar Mecit değil midir?

Macera yeni başlıyordu asıl! Asıl macera yeni başlıyor! Her gün yeniden başlıyor macera! Bunu bilmiyor cellatları! Bilseler de bilmezlikten geliyorlar. Bilmezlikten geliyorlar! Başka çareleri mi var?

Bizi onu sevmekten, onu izlemekten, onu anlamaktan korkutmaya çalışıyorlar. Ne acayip buluş! Bizi onun resmini taşımaktan mezarına uğramaktan, adını anmaktan, ona şiir yazmaktan, şarkı söylemekten, resim yapmaktan yıldırmaya çalışıyorlar! …

Yazık size!

Onun yolunu izlememizden, düşüncelerini büyütmemizden, yaymamızdan korkuyorlar esasta! Belli ki bizden çok ondan korkuyorlar!

Bizden de korksunlar!

O yüzden daha fazla büyütelim onun yürüdüğü patikayı.

Daha fazla söz söyleyelim.

Daha fazla şiir, şarkı, resim, sinema anlatı olalım… Daha fazla eylem olalım!

Daha fazla soru olalım! Çıkıp her yerde soralım İbrahim Kaypakkaya’nın katilleri nerde ve kimler? İbrahim Kaypakkaya’nın cezaevindeki hücresinden alınıp katledilmesini emrini kimler verdi? Her başat kontr-gerilla faaliyetinin altından izi çıkan Fehmi Altınbilek nerede? Şimdi hangi görevde faal olarak çalışıyor? İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin emrini verenler arasında emperyalist gizli servisler var mı? Soralım. Halkın ve sınıfın adaleti yerine gelene kadar soralım!

En başa dönerek; aynanın kırıldığı yerde suretler indi yeryüzüne. İnsanın kırıldığı yerde ayetler!

Ne surete ne ayete muhtacız. Yüreğimizde kanayan ince kırmızı bir çizgi var. O çizgiye sarılıyoruz. O çizgiyle yürüyoruz. O çizgiyle büyümek istiyoruz. Anlamak ve anlam katmak istiyoruz. Değişmek ve değiştirmek. Görmek ve görünebilir kılmak. Sevmek ve sevilebilir olmak! Hepsi bu!

Onun için diyoruz:

Kalem kağıt ve yapayalnız gizli bir ağıt

Ve düğmelerinin altında saklı pespembe etin

Buyururlar ki onun için

Ser da sır ne da!

Ve toprağı sürdükten tohumu serptikten

Suyu verdikten sonra

Xatırê şıma!

Yarılan ekmeğin buğday kokusu der ki

Bakma gizlenmeye çalışıldığına

Ben ondan gelirim!

 

Deniz Faruk Zeren

 

56679

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

Sayfalar