Pazartesi Haziran 17, 2024

‘’Hataları Savunmak, Onları Büyütmek’’ Kendimizi ise Küçültmektir

Eleştiri konusu yapılacak ve haklı eleştiriyi gerektirecek yığınca sorundan, zayıflıktan, hatadan ve yanlıştan bahsedilebilir. Bunların abartılı, kaba ve ilkesel biçimleri hoşgörüyle geçiştirilemezler.  Ancak, hoşgörüyle karşılanabilecek olanları da mutlaka belirgin bir miktarı oluşturur. Bu ayrımı yapmak, metot sorunudur. Gereklidir. Hem ciddi muhtevada ve hem de daha az ciddi muhtevada bir dizi sorunun istisnasız olarak coğrafyamız devrimci hareketin tümünde olduğu iddia edilebilir. Sorunlar ister ciddi olsun ve isterse olmasınlar, son tahlilde bütün bu sorunlar, yani her tür ve nitelikte bu sorunlar mutlak suretle bir yöntemle çözülür. Doğru yöntemin benimsenmesi ve uygulanması her türlü sorunun aşılması için yeterli bir araç ya da silahtır.

Sorun ya da çelişkilerin niteliği çözüm yöntemlerini de belirler. Fakat unutmamak gerekir ki, bu çelişkilerin niteliği esasta çelişkinin kimler arasında olduğu ile ilintilidir. Burjuvaziyle bizler arasındaki çelişkinin niteliği uzlaşmaz karşıtlık niteliğindedir ve çözümü de buna uygun olarak zor-şiddet yöntemine dayanır. Halkın ve halk güçleri arasındaki sorun ve çelişkilerin niteliği ise uzlaşmaz olmayan çelişkiler niteliğindedir ve bunların çözümleri de barışçıldır, zor ve şiddeti yadsır. Kısacası, çelişkilerin doğru tanımlanması çelişkilerin çözümünde kullanılacak yöntemlerin de doğru belirlenmesini koşullar, gerektirir. Dolayısıyla yöntem sorunu temel bir sorun olarak karşımıza çıkar. Her çelişki mutlak biçimde çözülebilirdir; çözülemez bir çelişki yoktur. Bunda net olmak, uygulanacak yöntemde de net olmayı gerektirir. Doğru anlayış-çizgi temelinde doğru yöntem başarıya hatalı yöntem başarısızlığa götürür…

Bu kısa hatırlatmadan sonra coğrafyamız devrimci sınıf hareketi cephesine sirayet etmiş olan ve önemseyerek ciddiye aldığımız somut sorunu tartışmaya geçerek meramımızı açıklayalım. 

Önemli sorunlardandır; devrimcilerin devrimcilere ‘’düşmanlaştırılması’’ şeklindeki devrimci aymazlık. Düşmanlaştırma kavramı tam olarak yapılanı ifade etmediği için tırnak içine aldık. Fakat yapılanın hiç de masum olmadığını, gerçek anlamda düşmanlaştırma olmasa da, bir daha kolayca bir araya gelemeyecekleri tarzda aralarına ‘’uçurumlar’’ koyarcasına devrimcileri karşıtlık iklimine sokmak, dahası birbirleriyle konuşamayacak, birbirlerine tahammül edemeyecek ve zerrece hoşgörü gösteremeyecek kadar katı ölçülerde kutuplaştırma biçimindeki yaklaşım devrimci anlayış, demokratik kültür ve doğru tarz da değildir…

Maalesef bu kültür ve anlayış coğrafyamız Komünist ve devrimci hareketinde son derece güçlü ve etkili bir kültür ya da pratik uygulamadır. Sığlığı-dar görüşlülüğü aşarak aymazlık derecesine varan bu kültür, bu anlayış ve tarz, birinci biçimiyle, söz konusu devrimci ya da Komünist parti ve örgütlerde, kendisini üstün görme, en yanılmaz ve en doğru görme, ayrıcalıklı olup özel bir anlam ve öneme sahip olma gibi dar anlayışlar temelinde, diğer devrimci ve Komünist parti-örgütleri küçük, önemsiz vb. vb. görmek ve siyasi yaftalarla oportünist, reformist, legalist vb. görme biçiminde zuhur etmektedir. Özünde ise bütün bunların altında kendisine güvenmeme, tabanını koruyup kaptırmama şeklindeki sığ kaygılar yatmaktadır. Diğer devrimci ve Komünist örgütlerin adeta kötülenmesi, tukaka edilmesi, ideolojik-siyasi jargonlarla horlayarak yaftalanması ve tersinden kendisini de en mükemmel, en devrimci ve Komünist göstermesi tam da bu kaygıların taşındığını açıklamaktadır.

İkinci biçimiyse, ayrılıklar yaşayan devrimci ve Komünist parti-örgütlerin kendilerinden ayrılan devrimci ya da Komünist birey, gurup veya yapılara karşı kullanılmaktadır. Ki bu, oldukça sık görülen ve esasta devrimci dinamikleri-güçleri birbirine karşı bileyip kutuplaştırmada daha yaygın ve güçlü olan biçimdir. Ayrılan taraflar devrimci ya da Komünist niteliklerini korudukları halde, bir taraf ötekini, öteki taraf diğerini kaçkınlık, ihanet, soysuzluk gibi akla ve dile gelebilecek en ağır ithamlarla karalayıp dışlamakta, adeta karşısındakilerin devrimci olduğunu unutmaktadır. Öyle ki, bu dar-sekter yıkıcı anlayış ve kültür, yer yer kendisinden ayrılan-kopan bu devrimci kesimlere şiddet uygulamaya kadar gidebilmektedir. Bu devrimcilik-Komünistlik adına yapılan büyük bir aymazlıktır. Bu, devrimcileri devrimcilere ‘’düşmanlaştıran’’ yıkıcı ve hatta gerici tarz ya da kültürdür. Devrimcilik, Komünistlik ve hatta demokratlıkla bağdaşmayan, demokratik kültür ve devrimci değerlerle örtüşmeyen ciddi bir kırılma, yozlaşma halidir. Komünistlik ya da devrimcilik adına yapılması işin özünü değiştirmez.

Parti-örgütü koruma, örgütün ve halkın değerlerini koruma adına, bu değerlere en büyük zararların verildiği anlaşılmamakta, görülmemektedir. Her kes partiyi-örgütü koruma, halkın değerlerini koruma noktasında aynı hakka sahiptir. Koruduğu müddetçe hiç kimse bu zeminden ve değerlerden men edilemez. Parti-örgütün çıkarlarını, değerlerini ve hatta birliğini koruma adına, burjuva yoz yöntemler ve devrimci anlayışla bağdaşmayan metotlar kullanılamaz. Özellikle de devrimci birey ya da güçlere karşı kaba şiddet yöntemlerine başvuramaz, onları devrimci ölçüler dışına itemez; bu hakkı olamaz. Bütün bunlar yapılırken de, temelinde yatan sebep gerilikle birlikte, kendine güvenmeme ve devrimci ilkelerde sebat etmeme gerçekliği yatmaktadır. Kendi dışındaki devrimcilere tahammül edememe, demokratik kültüre sahip olamama ve her şeyin merkezine kendisini koyma kibri yatmaktadır. Aksi halde, devrimci birey ve gurupların bu kadar hoyratça hırpalanması ve ötekileştirilmesi sindirilip uygulanamaz… Ki, bu sığ anlayışlar temelinde yürütülen ‘’münakaşa’’ süreçlerinde devrimcilerin deşifre edilmesi ve düşman saldırılarına açık hale getirilmeleri sağlanmaktadır. Bu, aymazlığın dibe vurduğu, tanımsız bir sorumsuzluk ve yozlaşma halidir. Öyle ki, bu dar ‘’kavgalar’’ ikliminde birbirlerini düşmana şikâyet edecek düzeyde ilkesiz ve devrimci normlar dışı örnekler de sergilenebilmektedir. Kısacası, tırnak içine aldığımız birbirine düşmanlaştırma kavramı, bu dar ve yabancılaşma örneklerinde neredeyse pratik bir gerçeğe dönüşüp doğrulanmaktadır. Ki, bütün bu yozlaşma ve yabancılaşmalar, kendilerince haklı gerekçeler sıralanarak açıklanıp izah edilmeye çalışılmaktadır ki, ilkesizliğin, yozlaşmanın ve yabancılaşmanın bu örneklerine hiçbir haklı gerekçe gösterilemez, yoktur da…

Üçüncü biçimi ise, aynı devrimci ve Komünist yapılar içinde olmalarına rağmen, ideolojik mücadeledeki hazımsızlığın, eleştiri karşısındaki tepkiselliğin, basit kıskançlık ve çekememe gibi şahsi hırs ve egoların ürünü olarak yoldaşlarını, yani devrimci ve komünistleri karalama, teşhir etme, yıpratma ve hatta deşifre etme düzeyinde son derece hatalı ve bozuk bir kültür, bir davranış ve anlayış benimsenip uygulanmaktadır.

Özetle, Komünist ve devrimci güçlerin gerektiği kadar birleşememeleri ve ortak çalışmalar sergileyememesi, aksine dağınık kalıp dar dükkâncıkla meşgul olmayı tercih etmesi, devrimci insanların devrimciliği bırakarak öyle ya da böyle düzen içine gitmesi, devrimci safların devrimci bulmakta zorlanması, dolayısıyla da geniş kitleleri peşine takamaması, onlara güven verememesi ve kayda değer güç haline gelememesi şeklindeki bir dizi ciddi sorun tam da bu aymazlıkların, bu bozuk anlayış ve kültürün desteklemesi temelinde cereyan etmektedir. Farkında olmalıyız ki, hatalı yöntemlerimizle ve onları savunmakla, devrimci rotayı değil, yanlışı büyütmekte, saflarımızı ve örgütsel bünyemizi küçültmekteyiz. İşin özü budur…

Devrimci ve komünist parti-örgütlerin birbirinden uzak durarak, birbirini karalayarak, birbirini rakip görerek vb. bir araya gelememesi, aynı parti ve örgütlerin kendilerinden kopan devrimcilere bunca hoyrat yaklaşması, aynı parti ve örgütlerin kendi içinde birbirini karalayıp yıpratması vb. göz önüne alındığında, devrimci hareket ve mücadelenin cılız kalması ya da devrimci güçler arasında birliklerin sağlanamaması son derece anlaşılır bir durumdur.

Bu durumu aşmak için, demokratik kültür ve hoşgörünün geliştirilmesi ve benimsenmesi şarttır. Bu durumun aşılması için, devrimci güçlerin(ister birey, ister gurup ve örgüt olsun) karalanması, teşhir edilmesi ve karşıtlaştırılıp kutuplaştırılması şeklindeki hatalı kültür ve anlayışların düzeltilmesi şarttır. Bu durumun aşılması için, devrimciler arası sorunların devrimci ilke ve normlara uygun olarak ele alınıp çözülmesi veya çözüm yöntemlerinin kaba biçim ve şiddetten mutlak biçimde uzak ele alınması şarttır.

Devrimci birey ya da grupların devrim saflarından uzaklaştırılması ve hatta burjuva yaşama itilmesi, devrimin yararına, Komünist ve devrimci hareketin faydasına değil, bilakis burjuvazinin yararınadır. Yarın birlikte mücadele edip düşeceğimiz devrimcilere, halka, halk güçlerine karşı acımasız ve tahripkâr değil, yapıcı, ikna edici, değiştirip dönüştürücü ve kazanıcı metotlar temelinde yaklaşmak durumundayız.

Ne yapmalıyız sorusu kadar, ne yapmamalıyız sorusunu da sormalıyız. Yaptıklarımızın hepsinin doğru olmadığı su götürmez gerçekken, yaptıklarımızı sorgulamaktan muaf duramayız, durmamalıyız. Mesele gerçeğe ulaşmak, doğruyu ve devrimci olanı yakalamak, devrimi büyütüp ilerletmektir. Bunda başka kaygıya yer yoktur.

Anlık duygu ve tepkilerin esiri olarak telafisi zor tahribatlara, tahrifatlara, yıkıcılıklara ve bilumum hatalı eğilimlere, yöntemlere düşmemeye azami ölçüde dikkat göstermek durumundayız. Dostlarımızı ve düşmanlarımızı doğru tarif etmeli ve yaklaşımlarımızı buna uygun olarak düzenlemeli, anlayışlarımızı devrimci ilke ve normlara göre sağlamlaştırıp güçlendirmeliyiz. Kavgamızı sınıf düşmanlarımızla yürütmeli, enerjimizi bu sahada kullanıp harcamalıyız.  İç kısır çekişmelerde harcadığımız enerjiyi sınıf düşmanlarımıza karşı mücadelede yoğunlaştırmalıyız. Yanımızdaki ve çevremizdeki devrimcileri itmemeli, tersine kazanmalıyız. Dağıtmamalı toparlamalıyız. Devrimin buna ihtiyacı var. Devrimci parti ve örgütlerin buna ihtiyacı var. Devrim ve devrimci kaygıyı bencil hırs ve dar anlayışlarımıza feda etmemeliyiz. Şahsiyetlerin kariyer ve statüsü, gurupların ve hatta parti ve örgütlerin geçici anlık çıkarları, devrimin ve halkın davasının, büyük çıkarlarının üstünde tutulamazlar. Dar çıkar ve hesapları genel devrim çıkarlarıyla kıyaslanamasak kadar geri, değersizdir. Kadro veya önderlerin bencil eğilimlerden beslenen didişmeleri ya da haklı-haksız anlaşmazlıkları parti ve örgütlerin kaderine yeğ tutulamazlar. Devrimcilere karşı kazandığımız başarı veya yengi, gerçekte bir başarı ve yengi değildir. Yönelim ve anlayışlarımızı bu sakat kültürle biçimlendiremeyiz.

Bir not daha düşmekte fayda var ki, dile getirmeye çalıştığımız hatalı anlayış, kültür ve yöntemlere dönük eleştirilerimiz yalnızca dışımızdaki hareketlere özgü değil, kendimizi de dâhil eden eleştirilerdir!  

Dostluk ve yoldaşlık ilişkilerinde o kadar büyük boşluklar, o kadar büyük erozyonlar ve aşınmalar var ki, bunların tümü devrimci bir özlem olmaktan öteye, kesinlikle devrimci bir anlam taşımaktadır! Çoğumuz siper yoldaşlığını, parti-örgüt yoldaşlığını, dava yoldaşlığını doyasıya tatmış ve bütün bu mevzilerde değerler yaratmış, anlamlı fedakârlıklar sergilemiş ve bir kısmımızı yitirerek gelmişiz. Ne kendimize, geçmişimize sırt dönebiliriz, ne de devrime, yoldaşlarımıza ve devrimcilere zarar verebiliriz. Bu halk sevgisidir, onun bir parçasıdır. Onu taşımak onurlu mücadeleye sıkı sıkıya sarılmaya götürür. Devrimcilere mesafe koymaya değil, sarılmaya götürür… Halka dayanıp halk güçlerine uzak durmak ya da devrimcileri yerme tutumu arasında tutarlılık değil, çelişki vardır. Çelişkilerimizi çözerek diğer çelişki ve sorunları çözebiliriz, çözelim…

Daha iyisini yapabiliriz. Daha iyisini geliştirmeye yeterli ve yetenekliyiz. Yeter ki, daha iyisini isteyelim ve yapma iradesi gösterelim…

https://www.gazetepatika10.com/hatalari-savunmak-onlari-buyutmek-kendimizi-ise-kucultmektir-42420.html

2942

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Bir Sol Liberal Aydının Ezilen Ulus Milliyetçiliği Temelinde Ulus Sorununa Yaklaşımının Eleştirisi

Giriş:

Uluslar kapitalizmin şafağında ortaya çıkmıştır. Ancak, kapitalizmin emperyalizme evrilmesiyle de ulusal sorunlar çözülebilmiş değildir. Hala ezilen uluslar ve bunların kendi kaderlerini özgürce tayin etme mücadeleleri sürmektedir. Özellikle emperyalizmin ortaya çıkmasıyla birlikte, ezilen ulus sorununun çözümü doğrudan proleter devrimlere bağlanmıştır.

Sayfalar