Pazar Haziran 16, 2024

Halifeden bozma başkan adayı yeni Mustafa Kemal mi ?

Cumhurbaşkanlığı için AKP’nin adayı uzun ve bıktırıcı bir tartışmanın sonunda “nihayet” açıklandı. 1 Temmuz’da şaşaalı bir toplantıyla T. Erdoğan aday olarak ilan edildi. Yani Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı için kendisini tercih etti diyebiliriz.

Aday tanıtım toplantısı çeşitli ideolojik argümanlarla yüklenmiş, her tarakta bezi olan, klasik AKP eklektizmi ile yapılan bir sunum oldu. Ama ağırlıklı olarak “dini” bir sunum vardı. Logosu “Tünelin sonundaki ışık”, “Güneşin doğuşundaki umut” gibi yorumlara yol açmakla birlikte, Obama’nın seçim kampanyasında kullandığı logodan aşırılmış intibası da yarattı.

“Davanın” örtemedikleri!

Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı adaylığı töreninde yaptığı konuşma seçim kampanyasının nasıl bir rota izleyeceğini gösterir nitelikte. Dinin, siyasal gericiliğinin en temel aracı haline gelmesinde artık hiçbir sınır tanımayacağını da ilan etmiş oldu. Erdoğan bir süredir vurgulu ve altını çizerek bir “davaları” olduğunu söyleyerek politik argümanını şekillendirmektedir. Özellikle Gülen Cemaati ile kapışmasından ve 17-25 Aralık operasyonlarından sonra bu “dava” ve “dava adamlığı” vurgusu çok baskın bir söylem oldu. Bunun İslami değerler bağlamında bir ideolojik algıya hitap ettiği bellidir. Ama Erdoğan “davasını” 2023, 2053 ve 2071 gibi sembolik tarihlerle ilişkilendirerek bu “davaya” Türkçülük damarı da katmaktadır. Selçuklu’dan Osmanlı’ya ve Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan bir geleneğin “dava adamlığı” rolünü üstlenmektedir. Bu geleneği ise kendi siyasi çizgisinin tekeline almaktadır.

Merkezine yerleştiği Türk devletinin temel faşist ilkelerini içselleştirerek onu İslamcı ümmet ve millet tanımıyla gerçekleştirme “davasından” bahsettiği açıktır. Yani bu bağlamda Erdoğan ve kliğinin siyasal çizgisi “İslamcı-Türk” karakterden çok “Türk-İslamcı” karaktere sahiptir. Türk devletinin egemen kliği olmanın sağladığı tatlı vurgunlar ve hiç kuşkusuz çağın getirdiği toplumsal ve tarihsel zorunluluk onu bu çizgiye mahkum kılmıştır. Onun “her türlü milliyetçiliği ayaklar altına alma” söylemi bir retorikten ibarettir. Erdoğan’ın kesinlikle ama kesinlikle bu devletin temel ulusalcı, faşist ve ekonomik sistemiyle bir sorunu kalmamıştır. Zira onların temel referansı olan “İslam” anlayışıyla bu devletin yeni sözleşmesi imzalanmış durumda. Bu eksende düne ait kimi sorunlar ve gerginlikler esasen aşılmıştır. Bu sözleşme aynı zamanda Erdoğan’ın henüz 2001’de çıkardığını söylediği gömleğin yerine yeni gömleği bulma ve üstüne giyme sürecinin artık gerçekleşmesini sağlamıştır.

Ancak bu gömleği henüz giymişken Erdoğan, o gömlek bir paçavra haline de gelmiştir. Şimdi o gömleğin perişanlığı örtülsün diye “dava” gibi tılsımlı bir yama yapılmaktadır. Erdoğan Suriye politikasıyla başlayan, Gezi ile devam eden politik zaafiyetine 17-25 Aralık operasyonuyla akçeli işlerin eklenmesi sonucu büyük bir yara almıştır. Her yönüyle şüpheli ve geleceği belirsiz bir duruma düşmüştür. Şimdi bu durumu örtmenin, tamir etmenin ve yeniden güç devşirmenin uğraşı ve çabası içindedir. Onun artık ayyuka çıkmış siyasal gericiliği ve cukka ettiği “dünyalıkları” için din ve “dava” sadece bir meşruiyet sağlama aracıdır. Sadece bu değil Kürt meselesi ve rejimin siyasal kabiliyetini geliştirmekte bu gerçekliğini örtmek için güçlü araçlarıdır. Cumhurbaşkanlığı adaylığı bu hakikatler üzerinden hayat bulmuştur.

Adaylık toplantısındaki konuşmasına “Alemlerin rabbi Allah’a hamd olsun. Mülkün sahibi Allah’tır. Zaferin sahibi sadece ve sadece Allah’tır. Bu davayı bu hareketi bu mücadeleyi işte bugünlere eriştiren rabbime sonsuz hamdüsenalar olsun" diye başlayıp, “bu ifadeyi çok çok önemsiyorum. Bizim için çok farklı bir an. İşte bu bir hatime değil, inanıyorum ki bir Fatiha’dır bir açılıştır. Onun için diyorum ki, esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla, o rahmandır rahimdir. Ancak sana ibadet eder, ancak senden yardım dileriz. Bizi doğru yola ilet. Bizi kendisine nimet verdiklerinin yoluna ilet. Gazaba uğrayanların sapkınların yoluna değil" diyerek bitirdi. Konuşmasının belli bölümlerinde “Selçuklu Sultanı Alparslan gibi kefenimizi giyerek, Kudüs Fatihi Eyyübi gibi zaferin kılıç ve atlarda değil Allah katında olduğuna inandık” diyerek Türk ve İslam tarihindeki önemli şahsiyetlerle ve ideolojik figürlerle kendini bir kefeye koymaktan geri durmadı. Anadolu’yu Türkleştirmede, Kudüs’ü İslamlaştırma da kendine biçtiği tarihsel misyonlar olarak ifade edildi.

Tarihsel gericiliğin referansları ve araçları!

Bu tarihsel misyonla süslenmiş davanın karakteristiğin de emperyalizm adına iş tutmak da, onun gücüyle ve maşası olarak bölgesel aktör olmakta, kendi sermaye grubunu bu olanaklarla palazlandırmakta, kişisel servetini ve aile efradını ihya etmekte, “Uhud’da” ganimet peşinde koşanların modern muadillerini etrafında kenetlemekte var. İşte bu siyasal gericiliğe ve menfaat hesaplarına şimdi din en büyük ve temel araç olmaktadır. Aynı zamanda açığa çıkmış, deşifre olmuş tüm pisliklerinin ideolojik örtüsü haline de getirilmektedir. Erdoğan sanki Cumhurbaşkanlığı değil de “halifelik” ilanı için yola çıktığı algısına oynamaktadır.

Seçim kampanyasının tepeden tırnağa tarihsel gericiliğin simgeleriyle yürütülmesi çok yönlüdür. Kampanyanın üst başlığı “Yeni Türkiye İçin İstiklal Mücadelesi” olarak belirlenmiştir. Bu eksende kampanyanın Samsun’da başlayıp Erzurum’u ikinci durak yapacağı söylenmektedir. “Yeni Türkiye”nin Mustafa Kemal’i olma iddiası mesajı bu şekilde verilmeye çalışılmaktadır. Faşist harcı bu şekilde olabildiğince sağlamlaştırılmaktadır. Bu gerici kampanya da Kürt meselesi de bir araç olacaktır. Bunu sadece Kürt oylarını kazanma politikası olarak okumak hatalıdır. TC devletinin artık mahkum kaldığı Kürtlerle barışma meselesin de siyasal esnekliğinin ve yeteneklerinin kalibresini göstereceği bir sahne olacaktır.

Hakim ulusun egemenliğini muhafaza ederek ve hatta genişleterek Kürtlerle barışı sağlayacağı bir siyasal vizyon oluşturmaya çalışacaktır. Kürt barışını, yine Kürtlerin rızasıyla “Özgürce Ayrılma Hakkı”nın sözleşmeyle kalıcı şekilde gasp ederek, diğer Kürt parçalarında da siyasal nüfuzunu genişletmeyi sağlamaya çalışacak yeni ve oldukça tehlikeli bir gericiliği içermektedir. Yani Kürtlerin önündeki kendini gerçekleştirmeyi sağlayacak tarihsel olanakları Kürdistan’ın tüm parçalarında engelleme siyasetinin en iyi uygulayıcısı olduğunu ispatlama yarışı da olacaktır.

Erdoğan’ın zayıflığı ve aldığı riskler!

Cumhurbaşkanlığı adaylığının çok çeşitli gerekçeleri ve nedenleri vardır. Birincisi; bu makam Erdoğan için bir sığınaktır. Siyasal krizin hem sebebi hem sonucu hem de en büyük mağduru olma durumu vardır. Bunu kendi açısından hafifleteceği bir platform olarak görmektedir. Bu yarışı kazanarak politik krizin kendisi açısından üreteceği sonuçlardan kaçma hesabı yapmaktadır.

İkincisi; zayıflamış, güçten düşmüş durumunu bu seçimde kazanacağı zaferle tamir etmek istemektedir. Üstelik seçilmek için gerekli % 50’lik barajı aşma fırsatı ve olanakları burada mevcuttur. Oyunu bu destek üzerinden yeniden kurmanın cazibesi vardır.

Üçüncüsü; siyasal rejimi sürece uyumlu hale getirme ve egemenliğini daha uzun sürece yaymak istemektedir. Zira bu seçimi başkanlık sistemine fiili geçisin ya da bu süreci gerçekleştirmenin ilk etabı olarak ele almaktadır. Bu şekilde sistemi yenileme ve egemen sınıfların çıkarlarını daha iyi gerçekleştirme olanaklarının oluşacağını ve gücünü pekiştireceğini düşünmektedir.

Ancak bu tercihle büyük riskleri de göze almıştır. Seçimi kazanması durumunda partisi içinde bugünden açık hale gelen çatlakların büyüme olasılığı vardır. Zira “güçlü parti lideri” ekseninde bir siyasal geleneklere sahip faşist bir kadro yapılanması vardır. Gırtlak gırtlağa kapışmaya hazır bir politik gerginlik durumu ile partisini baş başa bırakacaktır. Zaten şüphe, bozulma, çürüme ve parçalanma içinde olan yapısı çok kısa vade de yönetilemez çelişkileri üretecektir. Bu durum onun gelecek hesapları için alarm zillerinin çalması demektir. Yani hafifletmeyi düşündüğü politik krizi daha fazla derinleştirme potansiyeli söz konusudur.

Seçimi kazanamaması durumunda ise sistemin var olan politik krizi tüm örtüsünü parçalayarak gecikmeksizin büyük bir ihtişamla yüzünü gösterecektir. Bu AKP’nin zaten uzun zamandır kırılgan hale gelmiş yapısını paramparça edecektir. Erdoğan içinse sonun başlangıcı değil sonun muhteşem bir finali olacaktır. Partisi içindeki ve dışarıdaki kurtlar sofrasının leziz bir ziyafeti haline hızla gelebilir.

92969

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar