Cumartesi Haziran 15, 2024

Gerçeğin cehennemine hoşgeldiniz!

Fransa’nın başşehri Paris’te mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yönelik saldırı ve hemen ardından yaşanan çatışma ve rehin alma olayı hem dünyada hem de Türkiye’de yankısını buldu. Bu saldırıların etkileri önümüzdeki süreçte kendini göstermeye devam edecektir. Ancak hiç kuşku yok ki daha şimdiden bu saldırılar, tıpkı 11 Eylül saldırılarında olduğu gibi, emperyalistler tarafından kendi çıkarları için istedikleri bölgelere müdahalenin meşru gerekçesi olarak propaganda edilecek, “ya bizdensin ya da düşmansın” doktrini yeniden güncellenecektir. Daha şimdiden bu yönlü yorumlar yapılmaya ve başta Kuzey Afrika ve Ortadoğu coğrafyası olmak üzere, sorunlu bölgelere müdahale edilmesi ve istikrarın sağlanması gerektiği dillendirilmeye başlanmıştır. Öte yandan saldırının, başta Avrupa olmak üzere kapitalist emperyalist ülkelerde, Nazi kalıntısı ırkçı faşistler tarafından göçmen karşıtı ve yabancı düşmanı politikalarına malzeme yapılacağı ve ırkçı saldırıları körükleyeceği de öngörülebilir.

Emperyalist kapitalizmin, devrim mücadelesine karşı halk kitlelerini harekete geçirmek için desteklediği İslamcı faşist ideoloji kimi zaman kontrolden çıkmakta ve kendi güvenliklerini de tehdit etmektedir. Emperyalist kapitalist devletler, kendi toprakları dışında, başka ülkelere ve topraklara müdahale etme ve buralardaki çıkarlarını gerçekleştirmelerinin gayet başarılı ve kullanışlı araçları olan bu İslamcı faşist örgütlenmeleri ve grupları desteklediler ve teşvik ettiler. Örneğin bu emperyalist devletler kendi çıkarları açısından müdahale edilecek bölgelerde, kendi politik çıkarlarına gerekçe olacak ve meşrulaştıracak bir kısım örgütler oluşturdular.

Bugün “gerçeğin cehennemi”yle karşılaşan Fransa, ABD ve İngiltere özellikle Irak, Libya ve Suriye merkezli askeri saldırganlıklarını meşrulaştırmak için radikal İslamcı örgütlere aktif destek verdiler. Örneğin bu örgütlenmeler içerisinde Afganistan’da El Kaide, Nijerya’da Boko Haram, Mali’de Magrip El Kaide, Yemen’de Yemen El Kaide, Irak-Suriye merkezli IŞİDve El Nusra ön plana çıkartılanlardan birkaçı oldu. Tüm bu gerçekler bilinmiyor değil. Çok uzağa gitmeye gerek yok. Kendisi de bir NATO üyesi olan ve bu anlamıyla atacağı her adımdan emperyalist ağababalarının da haberdar olacağı kesin olan TC devletinin; yanı başımızdaki Suriye’de cihatçı çeteleri nasıl desteklediği, bu ülkede savaşmak üzere, kapitalist emperyalist ülkeler de dahil olmak üzere binlerce faşist katilin yollandığı ve bu katil sürülerine tırlarla silah ve mühimmat aktarıldığı bir sır değil. Üstelik bu işler öyle gizli kapaklı da yapılmıyor.

Son olarak muhalif denilen katiller sürüsünün “eğit-donat” formülü doğrultusunda Suriye’de sahaya sürüleceği açıklandı ve bu yönlü somut adımlar atıldı. TC devleti bizzat kendisi bu katil sürülerini kamplarda eğitecek! Ama işte bizzat emperyalist kapitalist devletler ve onların uşak devletleri tarafından kullanılan, eğitilen ve donatılan bu katiller dönüp dolaşıp, efendilerine yönelmektedirler. Buradaki problem şudur. Bu katiller sürüsü emperyalist kapitalist sisteme yönelmek yerine, sıradan halka, ilericilere demokratlara yönelmektedir. Onlar açısından bir ayrım yoktur. Tıpkı emperyalist kapitalist ideologların vaaz ettiği “düşman hukuku” çerçevesinde, “ya bizdensin ya da kafir” olarak davranmaktadırlar. Saldırılarında kriter budur. Hal böyle olunca olan yine halka, ilericilere olmakta emperyalist ağababalarına bir şey olmamaktadır.

Emperyalist kapitalistlerin ve onların yerli uşaklarının kendi çıkarları için İslam dinini kullanmaları, beraberinde buna karşı bir reaksiyonun ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu reaksiyonu besleyen ise sömürü ve yoksulluk kısacası sınıfsal eşitsizlikler olmaktadır. Ancak ortaya çıkan bu karşı tepkinin doğru temelde yükselmemesi, hedefin de doğru olmamasına yol açmaktadır. Sınıflar dünyasının çelişkileri ve ortaya çıkardığı olumsuz sonuçlar ancak sınıf mücadelesiyle ortadan kaldırılabilir. İslamiyet savaşçı/cihadist bir dindir Kabul etmek gerekir ki bir din olarak İslamiyet, ileriye sürdüğü doktrin açısından ele alındığında, hakim sınıflar için kendi çıkarları açısından başarıyla kullanabilmelerine olanak sunan bir dindir. İslam peygamberi Muhammed, silah kuşanan ve bizzat savaşan tek peygamberdir. İslam dini savaşçı bir dindir. Arap kabilelerinin ilkel toplumdan devlete sıçramasının ideolojisini oluşturur. Bu anlamıyla ilk ortaya çıkışı ve kabile toplumundan devlete sıçramanın aracı olarak devrimci bir özellik taşır.

Ne var ki her sınıflı toplumda olduğu gibi, devlet ortaya çıkıp, hakim sınıflar iktidarlarını kurduğunda gericileşmiştir. Din onların elinde, iktidarlarını sürdürmelerinin ve yayılmacılığın başarılı bir gerekçesi olarak kullanılmıştır. Yoksul halk kitlelerinin ise bu dünyada bulamadığı huzuru, gideremediği yoksulluğunu, dindiremediği açlığını, “öbür dünya”da aramanın ve düşlemenin ve bu nedenle bu dünyada çektiği acıların hafiflemesinin aracı olmuştur. Bu anlamıyla diğer tüm dinler gibi İslam dini de hakim sınıfların elinde kendi çıkarları açısından kullanılmaya açıktır. Kuşkusuz tarihte Hıristiyanlığın Haçlı Seferleri gibi ve günümüzde Siyonizmin Museviliği kullanması ve din adına kendi çıkarlarını hayata geçirmeleri gibi gerçekler orta yerde dururken, İslamiyet de bu olgudan bağımsız değildir. Devlette devamlılık esastır, ikiyüzlülük de! Saldırı Türkiye’de bildik söylemlerle karşılandı ve başta bizzat İslamcı faşist katilleri destekleyen, “kindar ve dindar nesil yetiştirme” hedefinde olan R. T. Erdoğan olmak üzere TC tarafından “şiddetle” kınandı. Yine “İslam’ın hoşgörü dini olduğu” vaaz edildi. Ancak tüm bu açıklamalara rağmen, Türk hakim sınıfları bu “İslamcı” katilleri desteklemektedir. Her şey bir yana fikriyat olarak aynı zihniyettedirler. Bütün açıklamalarında değindikleri “ama”, “fakat” sıfatları, katliamı meşrulaştırma girişimleridir. TC’nin katliama yaklaşımın ikiyüzlü olduğunun en iyi göstergesi bu katliamla birçok açıdan benzer olan Sivas/Madımak katliamıdır. Sorumlular doğru dürüst yargılanmamış, göstermelikbirkaç yargılama yapılmıştır. Ancak bununla yetinilmemiş, katliam yerinin uzunca bir süre kebapçı olarak kullanılması görmezden gelinmiştir. Ve dava zaman aşımından düşürülmüştür. AKP’nin bu gelişmeye tavrı ise “hayırlı olsun” olmuştur! Türk hakim sınıfları bu türden İslamcı katilleri kınayamazlar. Çünkü onları “yeni Türkiye”lerinin vurucu gücü olarak hem dışarıda Suriye gibi ülkelerde dış politika enstrümanı olarak hem de Türkiye’de halka karşı vurucu güç olarak kullanmaktadır.

Sokaklara çıkanher türden muhalif ilerici güce “Allahu ekber” diye saldıran ve son olarak Cizre’de görüldüğü gibi Hüda-Par adı altında Kürt halk hareketini tasfiye planının ürünü olarak desteklenip kollanan, bu faşist örgütlenmelerdir. Çok uzağa gitmeye gerek yok! Eli kanlı, katliamcılar örgütü olduğu son derece net olan, kafa kesen, insan kalbi yiyenler “kahraman” savaşçılar olarak meşrulaştırılmaktadır. “23 Nisan Başbakanı”nın “IŞİD terörist bir örgüt değil, öfkeden bir araya gelmiş bir insan topluluğudur” vb. gibi beyanatlarıyla sosyolojik temelli açıklamalar yapıp katliamcı çeteleri fikren ve lojistik olarak destekleyenler, bu türden saldırıların sorumluları arasındadır. Dün “bana sağcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz” cümlesi bugün “İslamcılar cinayet işliyor dedirtemezsiniz”e “onlar İslamiyeti temsil etmiyor”a evrilmiş durumdadır. Böylelikle bizler de bir kez daha işçi sınıfına ve halka yönelik saldırıda “devlette devamlılık esastır” çizgisini tecrübe etmekteyiz.

Bunun yanında tam bir hırsızlık ve katiller sürüsü olarak hareket eden AKP ve TC devleti, Paris’te gerçekleştirilen saldırıyı tam bir ikiyüzlülükle davranıp, “kamu güvenliği” gerekçesiyle “iç güvenlik reformu” adı altında meclise sevk ettiği düzenlemeyi yasalaştırmak için kullanacaktır. AKP ve onun hırsız ve katil şefi Erdoğan kendi iktidarına yönelik en ufak bir muhalif girişimi bile tehdit olarak gördüğünden, halka karşı faşist saldırganlığı yasalaştıracaktır. Öte yandan bu katliamın güncel olarak, Türk hakim sınıflarının kendisini İslamcı olarak kodlayan klikleri arasında yaşanan dalaşta uzun vadeli etkileri olacaktır.

Fransa’daki bu katliamın dünya çapında “dinler arası diyalog” politikasını yürüten Gülen Cemaati’nin elini güçlendireceği, başta Suriye’de “İslamcı” faşist katil sürülerini destekleyen Erdoğan ve AKP olmak üzere hırsız ve katil şebekesini daha da yalnızlaştıracağı öngörülebilir. Sonuç olarak meselenin Hıristiyanlık, Musevilik ve İslam olmadığı, bütün dinlerin sınıflı toplum gerçeğinden hareketle hakim sınıfların elinde, kendi iktidarlarını koruma, sömürü ve baskılarını devam ettirmenin ve ezilen sınıfların da bu şartlara başkaldırmamasının başarılı bir aracı olarak kullanıldığını ifade etmekle birlikte; “İslam dünyası” adı verilen coğrafyada, hırsızlıkların, yolsuzlukların, katliamların ez cümle sınıflı toplum gerçeğinin bütün olumsuzluklarının neden bu kadar çok yaşandığının da sorgulanması gerekir.

Yani mesele sadece emperyalist-kapitalist sömürgecilik ve onun sonuçları açısından değil, özellikle kendine “İslamcı” diyenlerin bu çarkın işlemesindeki rollerinin ortaya konulması açısından da incelenmelidir. Devrimciler açısından ise soruna aydınlanmacı bir bakışla yaklaşmadan, örneğin Türkiye koşullarında kendisini Sünni İslam olarak tanımlayan, az ya da çok bu dinin gereklerini yaşamında yerine getirmeye çalışan işçi sınıfı ve halkımızı kazanmadan demokratik devrimin gerçekleştirilmesinin imkansız olduğunun bilinciyle hareket etmek gerekir. “Zamanın ruhu” bize hangi kitlelere yönelmemiz ve onlar arasında çalışmamız gerektiğini göstermektedir. Zor olan yol devrimci çalışmadır. 


67213

Fettullah Gülen hareketi hakkında

“Yeminine bakıp insana inanma,insana bakıp yeminine inan.”[2]

 

Ahmet Şık, “Dokunan yanar” diye uyarmıştı Fettullah Gülen (FG) hakkında herkesi; karanlık(lar)ın büyük yangınlar ile aydınlanacağı vurgusuyla başlamalıyım diyeceklerime…

Türk(iye) İslâmının dünden bugüne hülasası olarak yorumlanması mümkün olan FG, yeni bir tarihsel blok ve hegemonya hareketi girişimidir.

Türk(iye) İslâmı’nda kadın olmak

“her put, yıkılmak için dikilir.”[2]

Yerel Seçimler ve Siyaset

Proletarya, hiç bir olaya ve hiç bir siyasal gelişmeye tarafsız kalamaz. Onun “tarafsız”lığı bile taraf olmaktır. Örneğin her hangi bir olayı boykot etmek tarafsız bir siyaset gibi gözükmesine karşılık aktif bir taraf olmaktır. Ya da iki burjuva (örneğin Ergenekon davaları vb.) kliği arasındaki mücadele de birinden birini desteklemeyip “tarafsız” olmak, iki burjuva kliğine karşı aynı tavırı almak anlamındadır.
 
Bütün burjuva partileri hızlı bir şekilde yerel seçimlere hazırlanıyor.

KDP,PKK...Tez,antitez ...sentez?

Kürdistan ulusal kurtuluş mücadelesinde KDP bir tezdir.Emperyalizm ve sömürgecilikle mücadelede yarı-modern bir başlangıç.Kurulduğu dönemdeki emperyalizmin ve işbirlikçisi yerel sömürgeciliğin ittifaklı çullanmışlığından kaynaklı parçacı bir tez.Toplumsal gelişmenin düzeyine bağlı olarak aşiretler/aileler ittifakı temelinde politika örgütleyen bir tez.Parçacılığı o kadar belirgindir ki, Doğu Kürdistan’da Süleyman Muini ve Kuzey Kürdistan’da Saitler komplolarındaki rollerini gözardı edebilmemizi,  ne Barzani ailesine ne de yüzyıllık direnişlerine duyduğumuz saygı sağlaya

“Postmodern zamanlar"da din (ve islam)

“de omnibus dubitandum est.”[2]

 

“Din: Teorisi/ Pratiği, Dünü, Bugünü” Sempozyumu’nun Ankara ayağındaki “Dini- Eleştirel Olarak Anlayabilmek” oturumunda öncelikle bir saptamamı sizinle paylaşmama izin verin.

Sempozyumun pratik örgütlenmesi sürecinde, kendini sosyalist/ komünist olarak niteleyen kimi çevrelerin, “dinin tartışılması”na bir hayli soğuk ve mesafeli yaklaştıklarına şahit oldum.

“Cujus regio , ejus religio !” [*] [1]

“Kralların kutsal olduğu, antropolojik ve tarihsel bir malumun ilamıdır; ne ki onlar öyle doğmazlar; ancak hükmettikleri eliyle kutsallaştırılırlar.”[2]

“Din” ile “iktidar” ilişkilerini, konu başlığındaki “iktidar” kavramının farklı yorumları çerçevesinde farklı biçimlerde ele almak mümkün, kuşkusuz: günlük yaşamın kılcal damarlarına nüfuz etmiş gündelik iktidar ilişkilerinin din tarafından tahkim ediliş tarzı; bizatihî dinsel iktidar (ve hiyerarşi) biçimleri ya da siyasal iktidar ile din ilişkileri.

Biz Seni Bekledik Zeki Yoldaş. Dört Gözle, Büyük Umut ve Heyecanla Bekledik/Hasan Aksu

 

Yetmişli yılların başı ve ortalarında Zeki yoldaşı sıkıyönetim mahkemelerinde dik duruşlarıyla, faşizmi yargılayışlarıyla tanıdık. Partili ideolojik, siyasal, savunusunu faşizmi yargılarken izledik. Faşizmi kendi kalelerinde yargılarlarken ülkemizde Partizan hareketinin tanınmasında, kavranmasında önemli etkileri oldu. Zeki yoldaş ve diğer yoldaşları şahsen tanımazdık belki ama onların çabaları, örnek tavırları bizleri Kaypakkaya çizgisinde buluşturmuştu.

 

İşaretlesiniz de Fişleseniz de Biz Aleviyiz!

İktidarın asimilasyon politikaları her yeni günde, bir  önceki günü aratır şekilde ve değişik yöntemlerle, değişik rollere soyundurulmuş Hızır Paşalar ve piyonlarla devam ediyor..

Ben İstanbul Surlarinin Dibinde Şehit Düsecegim

           Türkiye Devrimci Hareketi 1980'li yıllarda tartıştığı konuların başında Kürt Sorunu ile SSCB'nin  halen sosyalist mi ?, emperyalist mi ? diye üzerinde şiddetli tartışmaların  yürütüldüğü bir süreçten  geçerek bugünlere geldi.

“ ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?”

“Düşmanlarımızın en güçlüsü içinizdedir.”[1]

 

“… ‘Neo’su ve ‘sol’u ile liberaller nedir, neye yarar?” sorusunun yanıtı; onların “6N 1K”sına dair tahlili “olmazsa olmaz” kılar.

“5N 1K değil miydi?” denecek olursa…  Hayır, sadece “Ne?”, “Ne zaman?”, “Nerede?”, “Nasıl?”, “Neden?”, “Kim?” sorularıyla yetinemeyiz; bunlara “6N”yi yani “Nereden?” sorusunu da eklemeliyiz…

Konuya bu kadar geniş perspektifte eğilme ihtiyacı, liberallerin “önem”inden değil, onların manipülasyon güçlerini teşhir etmenin ve okuyucuya saygının gereği.

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Gezi'den Cikan Dersler Ve Dertler

Sayfalar