Pazartesi Haziran 17, 2024

Gerçeğe ışık, devrime pusula: Mehmet Demirdağ

Sınıf mücadelesi, çok yönlü ve kapsamlı bir olgudur. Sömürü ve zulme dayalı düzenlere karşı kapsamlı bir konumlanışı, ezilenlerin saflarında üretilen tüm pratiği ve toplumsal dönüşümün kültürel, sosyal, ekonomik ve siyasal tüm biçimlerini kapsar. Bu bakımdan, sınıf mücadelesi sadece doğru tespitlere ve siyasal çözümlemelere değil esas itibari ile ona müdahale edebilecek bir örgütlenmeye ihtiyaç duyar.

Yoldaş Stalin’in de “Bazıları, zaferin kendi kendine, yani diyelim ki kendiliğinden gelmesi için doğru bir parti çizgisi hazırlayıp geliştirmek, bunu yüksek sesle ilan etmek, onu tezler biçiminde, genel kararlar biçiminde sergilemek ve onu oybirliğiyle benimsemek yeter diye düşünüyorlar. Besbelli ki bu yanlıştır. Yalnız iflah olmaz bürokratlar ve kırtasiyeciler böyle düşünebilirler. (…) doğru siyasal çizgi bir kere belirlendi mi, herşeyi, hatta siyasal çizginin kendi kaderini de, onun gerçekleştirilmesini ya da başarısızlığını da belirleyen, örgüt çalışmasıdır.”  (Stalin-Kadrolar üzerine) ifadeleri ile belirttiği şekilde, sınıflar mücadelesinde gelişimin kanalı ve devrimin anahtarı örgüt ve kadrolardır.

İçinden geçtiğimiz süreç itibari ile bu olgu, dikkat çekici bir başlık olarak karşımızda durmakta, işçi sınıfı ve ezilenlerin muzaffer devriminin geleceğini temelden belirlemektedir. Zira, yaşanan sıkıntılı süreç, temelde bu iki mefhum üzerindeki tasfiyeci etkinin sonuçlarıdır ve bu gerçeklik tarihsel derslerimiz ışığında incelenmelidir. Mehmet Demirdağ yoldaşa bu açıdan bakıldığında dikkat çekici bir militan kişilik profili ve bütünlüklü bir önderlik tanımı içerdiği görülecektir. Demirdağ yoldaşın bu tutumunu tanımlamak açısından, özellikle birçok yazısında yer verdiği “sürece devrimci müdahale” kavramını dikkat çekici bir başlık olarak ele almamız gerekmektedir.

“Sürece Devrimci Müdahale” Nedir?

Yukarıda bahsettiğimiz kadrosal gelişim, sürece devrimci müdahalenin önemli maddelerinden birisidir. Her şeyden önce proleter devrimci kişiliğin yaratılması gerekmektedir. Olgular karşısında kuşanacağı bilimin farkında olan, değişimin iradesine sahip olan ve gelişimi kendine misyon edinen bireylerin yaratılması gerekmektedir. Proleter devrimci yaşam içinde örgütlenecek bireyin özel mülkiyetçilikten arınmış ve devrimin ihtiyaçlarını merkezine alarak “kendinden vazgeçen”, politik, paylaşımcı, fedakar olması yani her şeyden önce proleter ideoloji ile donanması gerekmektedir.

Demirdağ yoldaşın deyimiyle “komünist sıfata layık olmak” gerekmektedir. Sürece devrimci müdahale böylesi bir sıfata, böylesi bir sıfat ise ancak değişime açık, adaletli, savaşa göre şekillenen ve merkezi önderliğini bu kapsamda konumlandıran bir önderlik içinde mümkündür.

Sürece devrimci müdahale mevcut kadrosal yapılanmanın yanısıra MLM çizgiye sadakat ile mümkündür. Bu noktada ilk olarak doğru bir süreç tespiti kendini koşullar. Bu da, tek başına olay ve olguları çözümlemeyi değil, aynı zamanda üzerinde politik-pratiğin gelişebileceği bir uzamı açığa çıkartmayı gerekli kılar.

Mehmet Demirdağ yoldaşın bu konudaki, “Bizim görevimiz olayların ‘görünür’ nedenlerine, oluş ‘biçim’lerine göre tavır almak değildir, gerçek nedenleri aramak, açığa çıkartmak, dersler almak, yaşama uygulamak ve zaferler kazanmaktır” sözleri yeterince açıklayıcıdır.

Son dönemlerde bir dizi söylem ile boyutlanan politik krizin özünden uzaklaşılmaktadır. Yalan otlağında yemlenerek dilin yularını serbest bırakan yozlaşmış olanlar, gerçekten uzaklaşarak gerçek ile alay etmekte ve Marksizm ticaretini yapmaktadır. Görüngülerin seyrinde bir filmin galasından duyulan zevk ile sürece müdahale “ben” üzerinden yürütülmekte, partinin ve devrimin ihtiyaçları kibir ile takas edilerek devrimci süreçten uzaklaşılmakta ve devrim şahıs ve grupların ihtiyacına feda edilmektedir. Bu durum karşısında Demirdağ olmak ve sorunların görüngüsüne değil tam aksine düne-bugüne ve özellikle yarına odaklanarak devrimci müdahalede bulunmak gerekiyor. Aksi bir durumda yarın bizi yadsıyacak tarih bizi üstlenmediğimiz misyondan kaynaklı mahkûm edecektir. Sonrasında ise kuru betimlemelerin, hiçbir faydası olmayacak ve çıkarılamayan derslerle tarihin tekerrürünün kadrosu olunacaktır. Anda verili koşulları devrimci sonuçların açığa çıkartılacağı bir biçime çekmek, sürece devrimci bir müdahale üretmek gerçeği diyalektik sorguda süzmekle ve buradan somut tespitler üretmekle mümkündür.

Diğer yandan da politikayı hayata geçirmek bir yöntemin keşfini ve pratiği koşullar. Bu da, anda verili koşullara yönelik uygun müdahale kanallarının geliştirilmesini ve bu yöntem üzerinden ısrarlı bir pratikle süreci devrimci ihtiyaçlara göre dönüştürmeyi tanımlar.

Mehmet Demirdağ yoldaş somutunda bu tanım, onun pratiğinde özellikle ‘94 sonrasının sancılı sürecinde belirginleşmiştir. Demirdağ yoldaş sadece yaşanan kopuş yıllarında aldığı tavır ile değil, sonrasında yarattığı dönüşümle geleneğin tarihine yazılmıştır. Onun pratiği, saflarda yaşanan kopuşu “giden gitti kalanlarla yola devam” şeklinde özetlenebilecek çiğlikten çıkartmış, kopuşun nedenlerini ve buna zemin sağlayan örgütsel gerçeklikle hesaplaşmayı içerdiği gibi, yeniye olan ihtiyacı, kadro ve önderlik kavramının gerçek bir tanımını ve yeni bir militan profilinin inşası için ısrarla devrimci müdahaleyi de kapsamaktadır.

Güncelde neye ihtiyacımız var?

Konuyu anda yaşadığımız sorunlara ve sürecin ihtiyaçlarına çevirirsek, tam da Demirdağ yoldaşın perspektifine ihtiyacımız olduğu aşikârdır. Yaşadığımız sorunların özü, devrimcilik adına oynanan oyunun, sergilenen tiyatronun en pespaye şekilde deşifre olduğu, maskesinin düşürüldüğü bir durum açığa çıkartmıştır.

Bugün devrimcilik adına devrimci mevziler gasp edilmekte, legal-illegal sınırı ciddi olarak deşifre olmakta, her şey kuruma en uzak kitlelerin dahi bilgisine sunularak saflara zarar verilmekte ve dejenere olmuş bir yığın insan dahi bu işlere alet edilmektedir.

Demirdağ’ın “Devrimci Müdahale” tanımı tam da burada işlevselleşmektedir. Sürecin sıkıntılarının aşılması için, pratik eksen “saflaşma” algısından çıkarılmalı, geçmişten günümüze gelen pratiğin böylesi bir sonuca sunduğu zemin incelenmelidir. Bu çerçevede kadro üretiminden politik üretime kadar, önderlik tarzından mücadele yöntem ve araçlarına yönelik kavrayışa kadar birçok alanda bir dönüşüm zorunluluktur.

Demirdağ demek yenilenme, arınma ve politik dönüşüm demektir. Andaki “sürece” yönelik devrimci müdahale, yaşadığımız sıkıntılardan devrimci sonuçlar çıkartmayı, kötü hocaların hatalarından iyi dersler öğrenmeyi, sorgulamaya hata yapanları suçlamakla değil, sunduğumuz örgütsel zemini değiştirmekle başlamayı bir görev olarak karşımıza koymaktadır. 

Mehmet Demirdağ ve “örgütlü olmak” üzerine

Mehmet Demirdağ yoldaşa ve onun tarihselleşen pratiğine dair yürütülecek inceleme açısından en belirleyici tartışma başlıklarından birisini de örgüt olgusu ve Demirdağ yoldaşın “örgüt olmak” çağrısı oluşturmaktadır.

1994 sonrası esen tasfiyeci rüzgara karşı kolektifi “ilkeleri üzerinden ayağa dikmenin” çağrısı olarak “örgüt olmak” yönelimi, hem yaşadığımız coğrafyanın kızgın politik gündeminde bir an önce süreci yakalamak hem de geleneğimizin değerlerine yönelen günceldeki açık tasfiyeciliğe karşı gerçeğin bayrağını yükseltmek için pratik bir sorumluluk ve gerekli bir inceleme olarak önümüzde durmaktadır.

Bolşevik parti anlayışı ve Mehmet Demirdağ

Sınıflar mücadelesi yaşamın her alanına sirayet eden çok yönlü çelişkileri içerdiği oranda, işçi sınıfı için tüm bu çelişkilerin açığa çıkarttığı pratik hattın üzerinde yürüyecek bir kumanda merkezine, komünist bir partiye ihtiyaç vardır.

Daha açık bir ifade ile sınıf mücadelesinin tarafları, düşman sınıfı ezmek ve kendi sınıf çıkarlarını savunmak için gerekli mücadele araçlarını yaratır ve sınıf mücadelesinde proletaryanın öncü-önder örgütü olarak işlev gören Komünist Partisi bu genel ihtiyacın ürünüdür.

Bu anlamda 1. Enternasyonal’den günümüze proletaryanın örgüt deneyimleri itibari ile, Marks ve Engels’in parçası olduğu Komünistler Birliği’nden Lenin’in Bolşevik Parti öğretisine ve Mao’nun iki çizgi mücadelesi belirlemesine kadar sürekli bir gelişimden söz etmek mümkündür.

Bu gelişim; Marks’ın “işçi sınıfı[nın] ancak kendi politik partisini kurduğunda sınıf olarak hareket edebileceği” yönlü belirlemesinden Lenin’in “proletaryanın en seçkin, en ileri unsurlarından oluşan, katı bir disipline sahip, çelikten bir çekirdek” olarak kavradığı Bolşevik modeline ve yine Mao yoldaşın Komünist Partisini de sınıf mücadelesinin arenası olarak kavrayarak buradaki sınıf mücadelesinin aracı olarak “iki çizgi mücadelesi” yöntemini partinin gelişim motoru olarak kavramasına kadar, bir politik partiyi KP’ye çeviren genel nitelikleri açığa çıkartan gelişimin haritası olmaktadır.

Bu genel belirleme ışığında ifade edebiliriz ki, yönü pratiğe dönük bir örgütlenme olarak Komünist Partisi, üstte bahsettiğimiz gelişim seyri içerisinde açığa çıkarttığı ilkelerle ve şaşmadan yürüdüğü iktidar yürüyüşü ile komünist olma vasfını koruyabilir. Mao Zedung yoldaşın “disipline sahip olan Marksist- Leninist kuram ile silahlanmış, kendi kendini eleştirme yöntemini uygulayan ve halk yığınlarına bağlı bir parti” (Mao Zedung Seçme Sözler/ Umut Yayımcılık/ Syf 12) şeklinde yaptığı tanımlama aslında politik organizasyona komünist sıfatını veren nitelikleri belirler.

Tüm bu pozitif tanım, soyut anlamda Komünist Partisi’ni tanımlarken, kuşkusuz ki ülkemizdeki komünistlerin iktidar yürüyüşünde bütünlüklü bir hayata geçiş sağlandığı iddia edilemez. Aksine tarihimiz bu ilkelerin defalarca pratiğe geçirememenin sonuçlarına, özellikle 90’lı yılların başlarından bu yana sol hareketi etkisi altına alan Sağ ve Sol Tasfiyeciliğin bu temelde ciddi bir dejenerasyon yarattığına tanıklık etmiştir. İşte bizler açısından Mehmet Demirdağ yoldaşın önemi de burada ortaya çıkmaktadır. ’94 tasfiyeciliğinin yarattığı tahribat, sadece saflardaki nicel azalma ile değil nitel anlamda devrimci ilkelerin dejenere olduğu bir içerikle tanımlanabilir. Mehmet Demirdağ yoldaş, kolektifi ilkeleri üzerinden ayağa dikme çağrısı ile yaptığı köklü müdahaleleri en temelde “örgüt olmak” olgusu üzerine yöneltmiş ve KP’yi KP yapan temel özellikler, yeniden işler kılınmıştır.

Politikleşmek, “yeniden ve yeniden” politikleşmek üzerine

Komünist Partisi olmak, daha doğrusu bir örgütlenmeye komünist sıfatı biçmek, birçok temel nitelikle beraber esas itibariyle bir çalışma tarzı sorunudur. Yoldaş Mao’nun Koalisyon Hükümeti Üzerine makalesinde yer alan  “Marksist-Leninist kuram ve ideoloji ile donatılan Çin Komünist Partisi Çin Halkına başlıca olarak kuram ve pratik birliği, halk yığınları ile sıkı ilişki ve kendi kendini eleştirme yöntemi üzerine kurulmuş yeni bir çalışma stilini getirdi” (Mao Zedung/age/agy/12) sözleri bahsettiğimiz çalışma tarzı sorununu özetlemektedir.

Bu tanımın izleğinde Mehmet Demirdağ ise “örgüt olmak” meselesinde yaşanan geriliğe yönelik olarak sorunu politikleşme sorunu olarak koymaktadır. Demirdağ yoldaş komünist partisinin politik olduğunu belirtmiş ancak onun politikleşme çabasından azade olduğunu reddederek Mao Zedung yoldaşın sadık öğrencisi olduğunu bir kez daha göstermiştir. Politik çalışmanın bütün çalışmaların can damarı olduğu bilimsel gerçeği ile tasfiyeciliğin MLM biliminde ısrar ve politikleşme çabası ile aşılacağını belirtmiştir. Bugün saflarımızda ortaya çıkan bir dizi sorunun aslında KP içindeki politikleşme düzeyinin giderek yok olduğunu ortaya koymaktadır. Zira kadro politikasından kitlelerle iletişime, statükoculuktan bir dizi hareketi tasfiyeye sürükleyecek en temel sorun o hareketin politik düzeyindeki sorunsalla ilgilidir.

Zira iç ve dış sorunlara karşı yaklaşımlarda ortaya çıkan çapsız yaklaşımların, avare pratiklerin, karakterde yansıma bulmayan teorilerin temeli, esas olarak bahsini ettiğimiz soruna dayanmaktadır. Devrimcilik adına devrim mücadelesinin pratiklerinden ve deneyimlerinden uzak yaklaşımların ortaya çıktığı bu süreç ne kitleleri örgütleyebilir ne de devrimci yapıyı bir adım ileri taşıyabilir. Bizler açısından sorun bu yaklaşımları mahkûm ederek sonuç çıkarmak ve bakış açımızı geliştirerek gerçekleri pusula edinmektir.

Tarihsel deneyimler elbette bugün yolumuzu aydınlatan pratikler olarak ele alınmalıdır. Ancak burada esasta tarihsel deneyimlere bakış açımız önemlidir. Zira tarihsel deneyimlere bakış açımız onu kelam edinip güncelde tanımlamama üzerinedir.  Zira politikleşme tarihsel deneyimlerin soyutlanmasında oluşur, anda kendini üretir ve geleceğe yönelir. Ancak bizler açısından uzun bir süredir tarihsel deneyimlere hapsolmak, anda politik üretimi sağlayamamak ve tarihe hapsolarak karanlığı beyt eylemektir. Tarih her ne kadar aydınlığa yürüyecek deneyimler barındırsa da bu deneyimlerin karanlıkta olduğu ve onu oradan çıkarmanın meziyetli ve bilimsel bir çabayla olacağı bilince çıkarılmalı. Bu noktadaki elimizdeki deneyim tarih bilimidir. Bu konudaki sözlerimizin ötesindeki ehli durumumuz içler acısıdır. Tarihten beslenmek adına ona mahkûm olmak ve geleceği buradan üretmek, kitlelerden ve kültürden kopmak ve sonucunda apolitik bir zeminde gezinmekten öteye gitmez. Böylesi bir algı açık biçimde iki çizgi mücadelesini algılayamaz, örgüt olamaz, politikleşemez ve sınıf ve tarih ilerlerken gelecekte olduklarını zannederek aslında geçmişe saplanarak konuşurlar. Bugüne dek bu politik meselelere tarihsel olaylar üzerinden yaklaşılmaktadır. Tarihte yaşananların deneyim olduğu ancak soyutlanıp teori haline getirilmediği bir durumda an üretilemez ve örgütlenemez. Bu durum devrimci hareketin politikleşme sorununu açığa çıkarır ki bu aynı zamanda Marksizm kılıfıyla Marksizm’in reddidir. Örgüt olmak, politikleşmek durağan değil sürekli bir evredir. Bu süreklilik ise statik değil aksine değişkendir. Devrimci hareket içindeki birey veya grupların anda sergilediği duruş onun tarihsel misyonu ile değil andaki misyonu ile tanımlanır ve bu misyon ancak politikleşmiş bir devrimci hareketin oluşumu ile mümkündür.

Politikleşme sadece tek tek kadroların politize olması ya da daha net ve tutarlı bir politik hattın tutturulması şeklinde de anlaşılamaz. Politikleşme sorunu esas itibari ile örgütlenmenin bütünde politize olması, ideolojik ve politik mücadeleye, iki çizgi mücadelesine açtığı alan, kitlelerle kurduğu bağın politikliği ve iktidar hedefindeki ısrar ile ölçülebilir. Dolayısıyla politikleşmek örgüt olmak, örgüt olmak ise politikleşmeyi şart koşmaktadır. Bu durum açısından kültür devriminin  örgüt içinde süreklilik arz etmesi her zaman günceldir. (Bu yazı Partizan’ın internet sitesinden alınmıştır)

5504

Gülfikâr Aksu'nun Anısına/ Hasan Aksu

Gülfikâr Aksu'nun Anısına: "Cocuglar Bize Oyle Ogrettiler. Ne Bilek Hakim Beg; Biz İbocuyuk, Tikkocuyuk!"/ 

Ben Annemi 18 Mayıs 2000 yılında yitirdim. Annem her Anne gibi önce Kadın’dı. Doğurgan özelliğinden gelen koruma, kollama, her şart altında sahiplenme esasıydı. Erkek egemen toplumunda kadın olduğundan dolayı, cins ayrımcılığına uğradı. Baskı ve şiddet gördü. Kürt olduğundan dolayı ulusal baskıya uğradı. Alevi olduğundan dolayı dinsel, mezhepsel baskılara maruz kaldı, aşağılandı.

Kürtler Ve Burjuva Yalanlar

 

Burjuva siyasal iktidar, iktidarini korumak, işçileri bölmek, birbirine düşürmek, kendi şoven-kirli siyasetinin bir parçası olarak, işçileri kullanmak için her türlü ideolojik silahını kullanıyor.

Güncel Sanatın Vahim Hâl(sizliğ)i[*]

 “Süren acılara dayanmak,çabucak ölmekten çok dahabüyük bir kahramanlıktır.”[1] 

Pablo Picasso’nun, “Her çocuk sanatçıdır. Ama sorun; büyüdüğünde geriye nasıl bir sanatçı kalacağıdır,” saptaması sanat ve insan ilişkisinin en net betimlemelerinden biriyken; bu da biz(ler)e sanatın “Anne bak kral çıplak” diye haykıran çocuksu naifliğinden beslenen isyancı niteliğini anımsatır. Bu elbette işin bir yanıdır.

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

Sayfalar