Pazartesi Haziran 17, 2024

Faşizmi Yıkıp Özgürlüğü Kazandığımızda Keyif Çayını İçeceğiz!

Fransa’da 16 Ekim Cuma günü öğretmen Samuel Paty, basın ve düşünce özgürlüğü konusunu işlemek için öğrencilerine Muhammed peygamber karikatürünü gösterdiği gerekçesiyle okulun önünde Çeçen cihatçı biri tarafından başı kesilerek öldürüldü.

Bu olay Fransa’da yaşayan Müslümanlara zarar verdi. Bununla da kalmayarak Fransa’da göçmen karşıtlığını da tırmandırdı. Fransa İçişleri Bakanı bu olayla yakından, uzaktan ilişkisi olan Müslüman derneklerin kapatılacağını, nefret suçu işledikleri nedeniyle de bazı camilerin kapısına kilit vurulacağını duyurdu.

Ardından da bazı camilerin kapatıldığı haberleri basına yansıdı. Belirli sivil toplum kuruluşları kapatılarak yöneticileri hakkında da yasal soruşturmanın başlatıldığı açıklandı.

Öğretmen Samuel Paty’in cenaze töreninde konuşan Fransa Cumhurbaşkanı Emanuel Macron özgürlükleri savunmaya devam edeceklerini ifade ederek, Muhammed peygamberle ile ilgili karikatürlerin yayınlanmasından vazgeçmeyeceklerini, düşünce ve basın özgürlüğünü savunmaya devam edeceklerini dile getirerek “Fransa’da İslamcılar huzur içerisinde uyuyamayacaklar, korku taraf değiştirecek” açıklamalarında bulundu.

AB ülkeleri ve dünyanın birçok ülkesinden olayı kınayan açıklamalar yapıldı. Bu olayla ilgili TC devleti ve Cumhurbaşkanı RTE adına kınama vb. bir açıklama yapılmazken Macron’un öğretmenin cenaze töreninde yaptığı konuşmadan sonra RTE’nin Macron’a yönelik “Fransa’da akli noktada kontrole muhtaç liderinin teşvikiyle Müslümanlara ve kurumlarına yönelik saldırılar yapılmaya başlanmıştır” açıklaması basında yer aldı. Bu olayların ardından da  -TC devletinin öğretmenin öldürülmesiyle ilgili kınama yönlü bir açıklama yapmaması ve RTE’nin Macron’la ilgili sarf ettiği sözler nedeniyle- Fransa büyükelçisini Paris’e geri çağırdı.

RTE, Macron’a yönelik sarf ettiği sözlerle/açıklamalarla yetinmeyerek Almanya başkentinde -usulsüz para transferleri, kara para aklama, dolandırıcılık vb. nedenlerden dolayı- Türk camiine yapılan polis baskını nedeniyle A. Merkel’e de çatmadan edemedi: “Merkel’e sesleniyorum, hani sizde din özgürlüğü vardı? Peki bir sabah namazında nasıl oluyor da 100’e yakın polis camiye saldırıyor?

RTE herkese hakarete varan sözleriyle, Ayasofya ve Kariye müzesini camiye çeviren kararlarıyla Avrupa’da yaşayan Müslümanlara zarar verdiği gibi göçmen karşıtlığını da arttırıyor. Irkçılara ve aşırı sağcılara da malzeme sunuyor.

Rejim Sıkıştıkça Irkçılığa, Şovenizme ve Dinci Gericiliğe Sarılıyor!

Türkiye’de ekonomi kötü durumda, TL eriyor. Dolar 8.36, Euro 9.70 Tl olmuş. RTE’nin son silahı din! Macron’a İslamcılık üzerinden saldırmakla kendi seçmen tabanını yanında tutmaya çalışıyor ve İslam ülkelerine de mesaj veriyor. Libya’da, Doğu Akdeniz’de kendisinin politikalarına sorun çıkaran Macron’a öfkesi büyük. Bundan dolayıdır ki; Fransız mallarına yönelik bir boykot çağrısı yaptı. Bu boykot çağrısıyla İslam dünyasını da yanına çekmeye çalışıyor.

Libya, Doğu Akdeniz demişken, Libya’da savaşan taraflar Cenevre’de BM arabuluculuğunda 4 gün devam eden müzakerelerin ardından kalıcı ateşkes anlaşması imzaladılar. Arap Birliği’nin özellikle de Mısır’ın yoğun diplomatik çabalarıyla başlayan süreç ve sonrasında imzalanan anlaşma masasında Mısır var ama TC yok. Anlaşmada alınan kararlardan en yakıcı olanı ise yabancı askerlerin en geç üç ay içerisinde Libya’yı terk etmelerin istenmesi. Özellikle de Rusya’nın paralı özel güçleri ve TC aracılığıyla Suriye’den Libya’ya getirilen cihatçı çetelerin Libya’dan çıkarılması hedefleniyor. Böylelikle TC rejiminin “Sahada olursak masada da oluruz” anlayışı yaşam bulmamış oldu.

Doğu Akdeniz’de de TC rejiminin çatışmacı ve gerginliği tırmandıran politikası karşısında Kıbrıs Cumhuriyeti, Mısır, Yunanistan ve İsrail’i birleştirmiş durumdadır. Bu birlikteliğe Fransa da AB’yi arkasına alarak TC rejiminin Doğu Akdeniz politikasına karşı çıktı/çıkıyor. Çatışmacı, silah, savaş gücünü abartarak sahaya inen TC rejimi sahada yapayalnız kaldı.

TC rejimi masadaki yalnızlığı Dağlık Karabağ’da yürüttüğü politikada da yaşıyor. Dağlık Karabağ’ın Özgürce Ayrılma Hakkı’nı kullanması nedeniyle Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki çatışmaların/savaşın 14. gününde ateşkes konusunda taraflar anlaştı.

Rusya’nın başkenti Moskova’da bir araya gelen Azerbaycan ve Ermenistan Dışişleri bakanları toplantısı sonrası konuşan Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, ateşkes ilan edildiğini açıkladı. TC devleti Dışişleri Bakanlığı’ndan ateşkese ilişkin yapılan açıklamada; “Türkiye başından beri Azerbaycan’ın evet diyeceği çözümleri destekleyeceğini vurgulamıştır. Bu anlayışla sahada ve masada Azerbaycan’ın yanında olmaya devam edecektir” denildi. Sahada İHA, SİHA ve Suriye’den getirdiği çetelerle Azerbaycan’ın yanında olan TC rejimi Rusya tarafından masaya dahil edilmemiştir. Rusya, Azerbaycan vasıtasıyla Kafkaslar’a yerleşmek isteyen TC rejimine şimdilik masada kırmızı kart göstermiştir. Rus emperyalistleri burunlarının dibinde -Kafkaslarda- İdlib’deki gibi bir cihatçı alanın yaratılmasına kesinlikle göz yummayacaklarını açık bir şekilde belli etmiştir.

İdlip’te Sular Isınıyor!

Dağlık Karabağ konusunda Rusya’nın TC rejiminin politikalarına karşı duyduğu rahatsızlık İdlib’de de kendisini hissettiriyor. Dağlı Karabağ konusunda TC’nin Azerbaycan’a destek sunması Rusya’yı rahatsız etmektedir. Rusya’nın İdlib’de TC tarafından eğitilip silahlandırılan cihatçıları hedef alıp, uçaklarla bombalaması Dağlık Karabağ konusunda duyulan rahatsızlığın dışa vurumudur.

Rusya’ya ait savaş uçakları geçtiğimiz günlerde İdlib’in kuzey batısındaki Duveyla köyünde gerçekleştirdiği saldırıyla çok sayıda cihatçıyı öldürdü. TC’nin eğitip donattığı Feylak el Şam grubunun hedef alındığı saldırıda 80 kadar cihatçı ölürken 100’den fazlası da yaralandı. Rusya’nın gerçekleştirdiği bu saldırı aynı zamanda TC’ye bir mesaj niteliğindedir: M-4 karayolunun ulaşıma açılması ve cihatçılara ilişkin verilen sözlerin yerine getirilmesi…

16 Eylül’de Ankara’da Ruslarla yapılan askeri teknik toplantıda M-5 Otoyolu’nun el değiştirdiği sırada Suriye ordusunun kontrol ettiği bölgelerde kalan Türk askeri gözlem noktalarının tahliye edilmesi talebi reddedilmişti.

Halbuki bu gözlem noktaları Suriye askerlerinin kuşatması altındaydı ve Rusya’nın güvencesi altında olmalarından dolayı kalabiliyorlardı. 15 Ekim’de TC rejimi aldığı bir kararla Morek’teki gözlem noktasını boşalttırdı. Morek’ten çıkan askeri konvoy Zafiye Dağı bölgesine kaydırıldı. Yani sıcak çatışma alanına! Nasıl olsa Rusya güvencesi var!?

Kısacası dış politikada Doğu Akdeniz, Libya, Dağlık Karabağ ve İdlib’den TC rejimine iyi bir haber bulunmamaktadır. TC rejimi içerde yaşadığı sıkışmışlığı dışarıda ki işgalci, yayılmacı ve saldırgan politikalarla gidermek istemekte, ırkçılığı, şovenizmi ve dinci gericiliği olabildiğince propaganda etmektedir. Ne var ki bu politika içerde yaşanan gerçeklerin üstünü örtememektedir.

Bin Odalı Saray’da Yaşayanlar Halkın Durumunu Anlamaz!

Toplu açılış töreni için gittiği Malatya’da otobüsten halkla konuşurken bu sırada bir esnaf “Evimize ekmek götüremiyoruz” diye seslenince RTE’de “bu laf bana abartılı geldi” deyip ardından da aynı vatandaşa bir bez torbası fırlatarak “al bu keyif çayını iç” dedi. Bu sahne, Sarayda yaşayanın halkın sorunlarına ne denli uzak kaldığının örneği olarak Türk siyaset tarihine geçmiş durumdadır.

Ne var ki RTE’ye destek sunan ve başkanlık sistemine geçişle birlikte tüm sorunların çözüldüğünü iddia eden MHP lideri Devlet Bahçeli; ülkede yaşanan yoksulluğu, işsizliği hatta açlığı, başlattıklarını ilan ettikleri “askıda ekmek kampanyası”yla gözler önüne serdi. Türkiye’nin ekonomisini ve AKP iktidarının politikalarını destekleyen/ortak olan MHP’nin “askıda ekmek kampanyası” Türkiye’nin içinde bulunduğu durumu en iyi anlatan bir kampanyadır.

Biri evimize ekmek götüremiyoruz diyenlere keyif çayı fırlatıyor, diğeri de “askıda ekmek kampanyası” başlatıyor…

Türk-İş’in ekim ayı araştırmasının sonuçlarında Türkiye’de açlık sınırı 2.482 TL, yoksulluk sınırı ise 8.086 TL olarak ifade edilmektedir. Bir yandan ekonominin uçtuğu ilan edilir, diğer yandan “askıda ekmek kampanyası” yapılırken, halkın içinde bulunduğu durum budur. Özgürlüğün, demokrasinin olmadığı, baskıyla, zulümle yönetilen bir ülkede işçiler, emekçilere, gençlere yönelik baskının, şiddetin, işkencenin de sınırı olmaz.

Gençlik örgütlerinin 15 Kasım’da ilan edecekleri “Birleşik Gençlik Meclisi” öncesi “Faşizme Karşı Örgütlülüğümüz İçin Birlikte Yürüyoruz” kampanyasının startını vermek için yapmak istedikleri basın açıklamasına polis saldırdı.

HDP Gençlik Meclisi, Yeni Demokrat Gençlik (YDG), Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB), Gençliğin Devrimci Öncüleri (Dev Güç) ve HDP gençlerinin katıldığı açıklamaya polis saldırarak işkenceli gözaltı yaptı. Gerekçesi ise komünist önder İbrahim Kaypakkaya’nın fotoğrafının taşınması. 61 genç gözaltına alındı.

Yine hafta sonu Halkevleri’nin ülke genelinde “İnsanca Yaşamak İstiyoruz” talebiyle yapmak istediği basın açıklamalarına polis saldırarak gözaltı yaptı. Bunlar yaşanırken Türkiye’nin çeşitli illerinde Suriyeli cihatçılar ÖSO bayrağı açıp Fransa’yı protesto ettiler. Fransız bayraklarını yere atarak çiğnediler. Ortalıkta polis yoktu!

İçeride ve dışarıda Kürt halkına yönelik saldırılar tüm hızıyla devam ediyor. Dağlar bombalanıyor. HDP’ye yönelik saldırılar tavan yaptı. HDP il, ilçe, belediye başkanları tutuklanarak hapishanelere dolduruldu. Kürtler helikopterlerden atılıyor…

“Öyle mi Alay Komutanı…”

Manisa Soma’da 8 yıldır tazminatları ödenmeyen Uyar Madencilik işçilerinin başlattıkları Ankara yürüyüşü polis tarafından engellendi. Ermenek’te 1 yıldır maaş ve tazminatlarını alamayan Cenne ve Saba Maden Ocağı’na ise jandarma müdahale etti. Gözaltılar yaşandı. Gözaltılara, saldırılara rağmen işçiler kararlı bir şekilde yürüyüşü devam ettirdiler.

Hesap sorulması gerekenlere hesap soramayanlar maden işçilerinin yürüyüşünü bir kez daha jandarma barikatıyla engellemeye çalıştılar. İşçileri çembere aldılar. Burada bir işçinin yaptığı konuşma derslerle doluydu: Devletin gücünü bizde sınamayın. Yerin yedi kat altında alınteriyle yaşamını devam ettirmek durumunda kalıp kör edilenlerden, sakat bırakılanlardan, ciğerleri çürüyenlerden hesap sormasın devlet. Bir tane kıçı kırık patrondan hesap sormayı beceremeyen devlet gücünü bizde sınayacak öyle mi? Öyle mi alay komutanı? Buradayız biz. Şimdi bize güç göstereceksiniz ha? Vallahi de billahi de korkmuyoruz sizden.”

İşte hakkını arayan emekçinin haklı, gür sesi.

Türk hakim sınıfları ve onun temsilcisi AKP-MHP iktidarı gelinen aşamada yaşanan ekonomik krizi yönetmek için farklı politikaları devreye sokmaktadır. Ekonomik alanda yaşadığı çöküşü siyasal alanda hayata geçirmeye çalıştığı politikalarla ötelemek istiyor. Sınır ötesi Rojava, Irak Kürdistanı ve Libya’da askeri operasyonlara girişirken, Fransa ile, Almanya ile yüksek perdeden atışıyor!

AKP-MHP iktidarı işçi sınıfına, ilericilere, devrimcilere, komünistlere karşı saldırı halindedir. İşçilerin, emekçilerin, devrimcilerin, Kürtlerin AKP-MHP faşist iktidarına karşı birleşerek mücadeleyi yükseltmeleri gerekmektedir.

Gün faşizme karşı mücadele günüdür.

7717

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar