Pazartesi Haziran 17, 2024

Enternasyonal Devrimci NUBAR OZANYAN'ın anısına (Hovsep Hayreni)

Aynı sosyal ağlar içinde bulunup da onun ismini duymayan, kim olduğunu bilmeyen kalmamıştır sanırım. Ölümünün dördüncü yıldönümünde onu bir kere daha özlemle anarken kadrinin bilinmesine küçük bir katkı yapmaya çalışacağım.

Onu ilk olarak Tıbrevank'a yeni başladığım ve Orta 1'de olduğum yıldan hatırlıyorum. Nubar'ın bulunduğu Orta 2. Sınıf Tıbrevank'ın tarihinde gördüğü en kalabalık ve en renkli sınıftı. Bizim okul ve özellikle öğretmenler "Hababam Sınıfı" denilen şeyi daha filmi yapılmadan bu sınıfla tanımıştı. En renkli ve enerjik simalardan biri de Nubar'dı. Okulun bir numaralı top cambazıydı. Küçük futbol sahasında herkesi çalıma dizer, kimse ayağından topu alamazdı. Sınıftaki yaramazlık ve muzipliğiyle öğretmen ve öğrencileri ne kadar kızdırsa, bir o kadar da gülmekten kırıp geçiren ve kendini sevdiren tatlı biriydi Nubar.

Asıl adı Fermun Çırak'tı. Nubar adını çok sonraları, Tıbrevank'tan sınıf arkadaşı olan ve aynı saflarda mücadele yürütürken Hollanda'da MİT cinayetine kurban giden yoldaşı Nubar Yalımyan'dan miras almıştı, Ozanyan'ı ise Ermeni devrimcilerin tarihteki büyük komutanı Antranik Paşa'dan… Tıbrevank'ta Nubar Yalımyan'ı Kürtçe "Reşo" diyerek kızdıranların başında gelen, Selamsız'ın sokaklarından ta Üsküdar-Kabataş vapurunun bacasına kadar büyük harflerle "Reşo" yazarak onu peşinden koşturtan Fermun, sonunda onun asıl ismiyle özdeşleşmişti.

Gençliğinde halter ve vücut geliştirme sporuyla uğraştığını kendi anlatımından biliyorum. O zamanlar Türkiye vücut geliştirme şampiyonu olan Ahmet Enünlü'nün yanında antreman görmüş, çok iyi dereceler yapmış, fakat Ermeni kimliğinden dolayı önü tıkandığı için hak ettiği noktalara gelememişti. Daha sonra mülteci olarak bulunduğu Paris'te Yılmaz Güney'in yakın korumalığını üstlenmiş. Bunun bahsini kendisinden değil, anısına yazılanlar sayesinde sonradan duymuş oldum.

Fransa'da geçirdiği yıllarını ortak arkadaş ve yoldaşlarımızdan Fakir adıyla duyardım. Bu onun aslında bütün hayatına damgasını vuran, bir lokma bir hırkayla yetinme özelliğinin kendisine verdiği bir sıfat olmalıydı. Oradan çıkıp Filistin'e, Lübnan'a geçmiş, katılmaya hazırlandığı sıcak devrimci mücadele için askeri eğitim görmüş, sonra da geçtiği Ermenistan'da Karabağ savaşının neferlerine eğitim vermiş ve yaptığı hizmetler için Marşal Bağramyan nişanıyla ödüllendirilmişti. Geçmiş yaşamındaki başka birçok şey gibi bunu da kendi ağzından değil, ancak ölümünden sonra acılarını paylaştığım sevgili yaşam arkadaşı ve evlatlığından öğrenmiş oldum.

Kırklı yaşlarındayken Ermenistan'da tekrar yakın olabildiğim Nubar, artık ağır sporlar yapmaktan uzak olsa da, her sabah çok erken çıkıp bir iki saat koşu yapmaya devam ediyordu. Ağır sporcularda sonradan görülen kas sarkması ve kilo alma durumu onda hiç bir zaman görülmedi. Çünkü koşu yanında hafif idmanı eksik etmeyen ve çok az yiyen biriydi. Ermenistan'da yaşarken Cermuk isimli maden suyunu ve yoğurdu çok sistemli alır, yanı sıra meyve sebzeye ağırlık verir ve hep ölçüsünü bilirdi.

Benim onda gördüğüm, nefsine hakim olmanın her anlamdaki mükemmel bir örneğiydi. Yeme-içme, giyim-kuşam, zevk-eğlence bakımından olduğu gibi, manevi egoyu tatmin etme bakımından da bütünüyle zaafsız denecek kadar sağlam bir karaktere sahipti. Yaptıklarıyla övünmek, hava basmak, caka satmak onun tabiatında hiç yoktu. Öyle ki, kendinden bahsetmeyi ayıp sayacak kadar ince bir tevazuya sahipti. Çok özel sorulmadıkça başından geçen birşeyi anlatmaz, sorular karşısında bile herşeyini açmazdı. İllegal mücadelede bu özelliği onun aynı zamanda çok iyi sır tutan biri olmasını sağlıyordu.

Hakkında yazılan tanıklık ve değerlendirmelerin hepsinde aşağı yukarı bu özellikler okunabilir. Mütevaziliği yanında son derece paylaşımcı ve özverili oluşu, dürüstlük ve samimiyeti, sakin ve yumuşak tabiatı, sözüne sadık ve güven veren kişiliği onu yakından tanıyanların hepsi için nettir. Hakikaten o iyi bir dava adamı, iyi bir yoldaş, ama her şeyden önce çok iyi kalpli bir insandı.

Halkının acıları ve travmalarını Yozgat gibi bir mezbahadan çıkan büyüklerinin dilinden dinleyerek büyümüş, ama içinde Müslüman kimliklere karşı nefretin zerresini de taşımamıştı. Sonra Fransa'da, Lübnan'da ve Ermenistan'da o tarihin derinliklerine vakıf olmaya başlamış, yerelle kalmayıp bütününü keşfetmiş, soykırım gerçekliğini bilmeyenlere öğretmenin ve Türkiye'de bir küfür olarak algılanan Ermeniliği doğru dürüst tanıtmanın mücadelesini de omuzlarında hissetmişti.

Nubar'la buluştuğum kısa dönem onun yanında benim de Ermeni tarih literatürü ve etnografik konularıyla haşır neşir olmamı getirdi. Özel olarak üzerinde yoğunlaştığım Dersim ve çevresine dair Ermenice ilk kaynakları yine orada bulunan diğer rahmetli arkadaşım Sarkis Hatspanyan sayesinde keşfederken, daha sonra bir çoklarını da Nubar'ın yardımıyla temin edebilmiştim. Nubar'ın kendisi de sokak sergilerinden pek çok kitap alıyor ve onlarca yılın susuzluğunu giderircesine okuyup notlar tutuyordu.

Çeviri çalışmalarında onun öncelik verdiği, Türkiye'de hiç tanınmayan bir büyük Ermeni komünistinin hayatı ve mücadelesini "Kafkaslar'ın Lenin'i Stepan Şahumyan" başlığıyla Türkçeye kazandırmak oldu. Bunun öneminin anlaşılması bakımından diyebilirim ki, 1918'de Bakü Komünü'ne öncülük eden ve Transkafkasya çapında olağanüstü yetkili parti komiseri olan Şahumyan yaşasaydı, sonraki bazı şeyler (özelllikle Sovyet Rusya ile Kemalist Türkiye arasındaki ilişkiler ve Ermenistan'ın kaderi) çok farklı şekillenebilirdi.

Kafkaslar'ın ondan sonraki Bolşevik lideri Orconikidze ve Ermenistan'ın Sovyetleşmesi hakkında bir kitabı da çeviren Nubar, daha sonra 24 Nisan şehidi aydınlardan Nazaret Dağavaryan'ın Alevilik ile Protestanlığın tarihsel-kültürel köklerine dair çok değerli bir incelemesini benim tavsiyem üzerine Türkçeye çevirmişti. Ve tabii imkanı olsa yapmayı tasarladığı ve de başlangıç yaptığı bir çok başka çalışma vardı.

Ama hepsinin üstünde ve kendisini tanıyan pek çok dostunun, yoldaşının akıl ufuklarının ötesinde, 60 yaşını doldurmak üzereyken onun kendine biçtiği bir yeni misyon, yada partisi TKP/ML'nin çağrısı üzerine gözünü kırpmadan üstlendiği yeni bir görevi oldu. Suriye'nin kuzeyinde yaratılmakta olan Rojava özerklik alanını İŞİD canilerine ve büyük destekçisi Türk devletine karşı savunmak! Bunun için oluşturulan Enternasyonal Özgürlük Taburları'na katıldı ve gidip bölgede savaşçıların eğitilmesindan sıcak çatışmaları yönetmeye kadar bir dizi riskli sorumluluk yüklendi.

Tıbrevank'ın Fermun'u, Paris'in Fakir'i, Hayastan'ın Nubar'ı, Rojava'nın Orhan'ı, kırk yıl kadar önce Tıbrevank'tan çıkan feda ruhunu buralara taşıdı ve sınır tanımaz bir devrimci olarak 61 yaşında Armenak-Hayrabet-Nubar ve Manuel'lerin zincirine eklendiği gibi, tarihten Paramaz ve Antranik'lerin de yeni bir parıltısı oldu. Öyle ki sonradan aldığı isimlerin tümünün hakkını sonuna kadar verdi, tümü ona yakıştı.

Suriye'nin kuzeyinde yaşamını sürdüren az sayıda Ermenilerin, Asuri-Süryanilerin kendi güçleriyle Rojava Kürtlerine ve PYD güçlerine destek olmaları, dayanışma göstermeleri, ittifak oluşturmaları Nubar Ozanyan gibi yiğit bir komutanın öncü rolüyle daha bir ivme kazandı. Ölümünün ardından binlerce kişi onu uğurladığı gibi, daha sonra onun adına Ermeni taburu kuruldu ve halklar arası birlik duygusu gelişti. Bu aynı zamanda Kürt halkının Ermenilere bakışını olumlu yönde etkileyen canlı bir örnekti. Başka hiç bir şey için olmasa bile, sırf bu etkileri bakımından Nubar'ın oynadığı rol önemliydi. Kaldı ki bölgeden yapılan tanıklıklara göre o aynı zamanda müthiş bir taktik ustası olarak İŞİD'in ablukasını kırmayı başarmış oldu.

Bir kelimeyle hayatının yaşlılığa dayanmış bir evresinde onun cesaret edip yüklendiği öyle tehlikeli bir misyon ve öyle onurlu bir ölüm, biz sevenlerinin yüreğinde ne kadar sızı yaratsa da, bir o kadar derin saygı ve hayranlık uyandırdı. Doğrusu biraz da kendimize dönme, ne yaptığımızı ve neye yaradığımızı sorgulama vesilesi oldu.

Geçtiğiimiz son bir yıl içinde Artsakh (Dağlık Karabağ) ve Ermenistan'a yaşatılan kâbusu görmemiş olmakla Nubar talihli sayılır. Bu süreç daha önce kendisi oradayken yaşansa hiç durmaz ve Artsakh'ın savunmasına katılırdı. Muhakkak ki, Nubar'ın devrimci ruhu da bütün savaş boyunca orada kol gezdi, Yerabılur şehitleriyle kucaklaştı.

Sevgili Nubar, yerinde rahat uyu. Bir gün bütün düşlerinin gerçek olacağı bir dünya veya iyilerin baskın geleceği bir evren dileğiyle…

Kardeşin Hovsep

14 Ağustos 2021

2667

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Sayfalar