Pazar Haziran 16, 2024

Dogmatizmle hesaplaşmada teorinin önemi üzerine -1-

İçinden geçtiğimiz sürecin önderlikten, kadro ve militanların tamamına kadar her zamankinden çok daha fazla görev ve sorumluluk yüklediğine hiç kuşku yoktur. Elbette, kolektifin bütün kademelerine aynı sorumluluk veya görevin yüklendiğinden bahsetmiyoruz. Bahsedilen, örgütlü tüm yoldaşlarımızın yani kolektifin bütününün şu ana kadarki bütün sınırlarımızı hızlıca ve etkili bir şekilde aşmak zorunda olduğudur. Bu, zorunlu bir ihtiyaçtır. Yapılabilmesinin önündeki en büyük engel de sadece kendimiziz. Etrafımızdaki sınırları görme ve tanımlamada dahi sorun yaşarsak, ideolojik/teorik/politik ve örgütsel sınırlarımızın varlığını reddedersek; bunları aşma gibi bir gayret de olmaz.

Kolektifimizin yaşadığı krizin, bizi yıllardır tutuklaştıran yanlarımızla güçlü bir kopuşma olanağı doğurduğunu hep vurguladık. İstisnasız “tüm krizlerin büyük önemi, gizli olanı açığa çıkarmaları, sınırlıyı, yüzeyseli, ayrıntıyı bir kenara itmeleri, politik moloz yığınını ortadan kaldırmaları, gerçekten yürüyen sınıf mücadelesinin gerçek saiklerini ortaya koymalarıdır.” (Lenin) Fakat bu “gizli”, “sınırlı” ve “yüzeysel” olan krizle birlikte açığa çıktığında bile, gerçek bir ilerlemenin sağlanması, bunlarla yüzleşmeyi, ortaya çıkan politik moloz yığınını kabul etmeyi ve yapılan hesaplaşma ile beraber kopuşmayı gerektirir. Bunun sağlanamaması durumunda, yani bizi tutuklaştıran ideolojik/teorik/politik ve örgütsel meselelerin tek tek ayrıntılı çözümlemesinin ayrıntılı tahlillerinin yapılamaması durumunda, ileriye doğru tek bir adım dahi atamayacağımızı görmeliyiz.

Aslında devrimcilik, her zaman için sınırları aşmak, zamanı geçmiş olanı geride bırakmak, yaratıcılık ve disiplini iç içe geçirerek mücadelede özne olabilmektir. Yani yerinde sayma, kendini tekrar edip/durma, faaliyet alanının on yıllarca aynı kalması, rutinlik, var olanla barışık yaşama, sorgulamama... devrimciliğe aykırıdır. Devrimcilikte toplamda bir aşınma, bir kırılma yaşanmaktadır, bu sadece kolektife ait bir durum da değildir. Bu aşınmanın, kırılmanın sadece bireylere, bireylerin düzenle bağlarını kesememelerine, teknik meselelere bağlı olduğunu düşünmek yapılabilecek en büyük hatadır. Bu KP’nin kendi ideolojik/politik/örgütsel rolünün reddidir. KP’nin, tüm bu düzeylerdeki yetersizlikleri, alanlara ve bireylere devrimciliği üretememe olarak dönmektedir. Bir süreden sonra da etkili bir hamle yapılamaması durumunda bu, birbirini besleyen bir kısır döngüye dönüşmektedir. Devrimci hareketin ve özelde kolektifimizin son yıllarda yaşadığı durum budur. Kolektifte yaşanan kriz de bu kısır döngünün kırılması ve sınıfı mücadelesinin gerektirdiği mücadele yöntemlerine/biçimlerine ayak uydurulması için açılmış önemli bir kapıdır.

Yaşanan krizin ortaya çıkardığı en önemli sorunun dogmatik bürokratizm olduğunu biliyoruz.

Dogmatizmde, “inanmak, bilmekten önce gelir” (Skolastiğin ilkelerinden biri). Savunulanın doğruluğu veya yanlışlığı, mücadelede önümüzü açıp açmaması vs. önemli değildir. Oluşturulan ve teorik/politik olarak geliştirilemediği için kemikleşen düşünce kümeleri savunulup durulur. Esasa ilişkin olup olmadığına bakılmadan, her şey düşünceye kanıt gibi sunulur.

Dogmatizmi ortaya çıkaran ve besleyen en önemli olgunun devrimci teorinin üretimindeki kısırlık olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Eldeki mevcut bilgi kümesine kutsallık ölçüsünde dokunulmazlık sağlanmasının nedeni, bunun dışında bir şey üretilemediğinin fark edilmesi/görülmesidir. Sanki evrenin sonuna gelinmiş gibi, bir yerde çakılı durmak, kötü niyetle vs. değil, tamamen eldeki kemikleşmiş teorinin artık bulunan yere cevap vermemesiyle ilgilidir. O halde dogmatizmle mücadele en başta bu kemikleşmiş teoriyi, artık kendini bile var etmekte zorlanan bu yığını bir tarafa bırakmak, bunu oluşturan nedenlerle birlikte toplu bir hesaplaşma yapmak kaçınılmaz hale gelmiştir.

Lenin, bir dönemin Marksist ustaları olan Kautsky, Otto Bauer, Plehanov için şunları söyler:

“İflaslarının ana nedeni, işçi hareketinin ve sosyalizmin gelişmesinin belli bir biçiminde ‘takılıp kalmaları’, bunun tek yanlılığını unutmaları, nesnel koşulların kaçınılmaz hale getirdiği ani değişikliği görmekten korkmaları, ve örneğin üç ikiden fazladır gibi basit, ezbere öğrendikleri, ilk bakışta tartışmasız gerçekleri tekrarlamaya devam etmeleriydi. Ne var ki politika aritmetikten çok cebire, basit matematikten çok yüksek matematiğe benzer. Gerçekte sosyalist hareketin bütün eski biçimleri yeni bir içerikle dolmuştu, o nedenle rakamların önünde yeni bir işaret belirdi: ‘eksi’ işareti, fakat çokbilmişlerimiz ısrarla, kendilerini ve başkalarını, ‘eksi üç’ün ‘eksi iki’den daha fazla olduğuna inandırmaya çalışmaya devam ettiler.” (Lenin, S.E., c. 10, s. 163, İnter Yayınları)

Bizim artık cebiri, yüksek matematiği öğrenmemiz, çıkan ani değişiklikleri görmekten korkmamamız ve yeni bir içerikle dolan sosyalist hareketin bütün biçimlerine hiçbir tutuculuk göstermeden vakıf olarak, yaşama geçirmemiz gereklidir. Bu dogmatizmi kırmayı, onunla hesaplaşmayı ve devrimci teori üretimini zorunlu kılmaktadır.

 

“Devrimci teori olmadan devrimci pratik olmaz!”

Sanırız ki devrimcilikle yeni tanışan herkesin ilk öğrendiği şiarlardan biri “devrimci teori olmadan, devrimci pratik olmaz”dır. Elbette ki ilk öğrenilen olması ve sıklıkla tekrarlanması bunun gereklerinin yerine getirildiğini göstermemektedir. Hatta teorik üretimi bırakalım, binbir emekle çıkarılan legal-illegal yayınların tamamının ne kadar okunduğu, tartışıldığı bile sorgulanmaya muhtaçtır.

Teorik çalışmalara, teori üretimine ilgisizliğin pek çok nedeni mevcuttur. Teorik kültüre dair olan eksikliğin saflara yansımaları, teorinin öneminin kavranmaması/küçümsenmesi, teorik çalışmanın gerektirdiği disiplinden ve istikrarın zorlayıcılığından kaçınmak akla gelen ilk nedenlerdir. Elbette, yoldaşlarımız arasında yapılacak ayrıntılı bir araştırma daha pek çok nedenin ortaya çıkmasını sağlayacaktır. Sayılabilecek önemli bir nedenin de pratikçi yoldaşlarımızın teoriyi “kendi işleri” olarak görmemeleri, teorinin başka bir yerde (laboratuarda veya uzayda belki) beklemeleri olduğunu da söyleyebiliriz.

Teoriyi bir fener gibi pratiklerinde hiç kullanmamış olanlar, karanlıkla aydınlık arasındaki farkı görmemiş olduklarından, teorinin yaratacağı etkiyi de bilmezler. Dolayısıyla böyle yoldaşlarımız için teori, duvarda asılı duran ama kullanılmayan bir fener gibidir! Kendileri düşe kalka, duvarlara çarparak, yaralanarak yolu bulacaklarına emindirler. (Dar pratikçilik...) Bu sırada hem kendilerini çok yorduklarının ve zaman kaybettirdiklerinin hem de kolektifi yavaşlatıp bahsini ettiğimiz kısır döngüye girmede katkılarının olduğunu dahi görmezler.

Devrimci teorinin üretilememesi, kendiliğindenlik içerisinde debelenip durmayı getirir. Mevcut seviyenin aşılması, yaşanan tıkanıklıklara vakıf olunması ve çözüm getirilmesi; bütünlüklü bir Marksist teorinin yardımıyla gerçekleşir. Teori üretiminin güncele dair bir-iki cümle kurmaya, ustalardan hareketle bazı konulara dair yazılar yazmaya, alıntılar yapmaya sıkıştırıldığı bir dönemden geçiyoruz. Bütünlüklü bir teori üretimi, Marksizm’in bilim/felsefe ve politik alanlarının her üçüne dair hem tarihsel olarak hem de günümüz gelişmelerine vakıf olmayı sağlayacak, yoğun, istikrarlı ve disiplinli bir çalışmayı gerektirmektedir.

Şunu açıklıkla belirtmeliyiz ki; Türkiye’de devrimci hareketinin önünü açacak, güçlü bir teorik geleneğin olmayışı, teorik kısırlığın farkında olanların omuzlarına çok daha fazla yükün binmesini getirmektedir. TDH, kendini esas alarak politik alanda, devletin saldırılarına karşı sürekli refleks vermekle var etmiştir. Bu da devrimci teorinin yokluğunda devrimci pratiğin olamayacağını, ancak düşman karşısında diz çökmeyip ayakta durmanın onurlu geleneğinin yaşatıldığının göstergesidir. Fakat ezilen kesimleri iktidar mücadelesine yöneltmeyi hedefleyen bir KP, bu onurlu, baş eğmez tutumla yetinemez; bu geleneğin verdiği güce dayanarak devrimci teori ve devrimci pratiği yakalamayı amaç edinir.

(Devam edecek)

45925

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

“Sınıfsız toplum kurulana kadar kültür devrimleri gereklidir”

Büyük Proleter Kültür Devrimi (BPKD) 1966 yılında sosyalist Çin’de ÇKP MK içindeki kapitalist yolculara karşı Mao Zedung’un bizzat önderlik ettiği büyük bir devrimdi. Sosyalizmi kurmuş ve bu yolda ilerleyen bir ülkede, Çin’de, Liu Şao-Çi’nin başını çektiği parti içindeki yeni burjuvaziye karşı, Mao’nun Ağustos 1966 tarihinde “Karargahı Bombalayın” şiarıyla başlayan o büyük devrim, revizyonistlerin parti içinde alaşağı edilmesiyle başarıya ulaşmıştı.

Kutup yıldızları…

“Ey rüzgar

Eğer kış geldiyse

İlkbahar çok uzakta olabilir mi?”

Yol

Düşünce tarihinde Ad Hominem(insana yönelme, işaret etme) denilen latince bir kavram vardır.gerçi latince olmasının halk nazarında bir halta yaradığı yoktur, bu yazıya konu olacak ülkemiz yarı akıllıları veya akıllı görünmeye çalışanları, halk tarafından anlaşılmamayı bir üstünlük belirtisi olarak gördüklerinden dolayı bu türden bolca latince kelimeler kullanırlar. Ancak bu fularlı, top sakallı, ressam şapkalı “akıllılara” cevap verirken bir halta yaramaktadır.

TKP/ML-GYDK:Halk savaşını sürdürme kararlılığımızın temsilcisi şehitlerimizin adları ve idealleri sonsuza dek yaşayacaktır!

Yoldaşlar; Çeşitli milliyetlerden işçi ve emekçiler;

Burjuvazinin Cumhuriyeti Kendini Tekrarlıyor

TC’nin dünü ile bugünü arasındaki benzerlikleri yeni kuşak bilmeyebilir, ama araştırırsa kolayca öğrenebilir. 

Rol çalanların postunu delmek ancak ileri atılım yaparak mümkün!

Yeni bir zaman dilimine eski çelişkilerle girildiğinin en somut kanıtı Reina’da meydana gelen saldırı ve sonrasında yapılan açıklamalar oldu. Saldırının üzerinden saatler geçmeden bilindik sorumlular(!) açıklandı: PKK, DAEŞ, PYD-YPG... Kokteyl örgüt kavramı artık her durumda, acil kurtuluş olarak devrede.

Tutsak Partizan Serda Göçer, Hasan Karakoç’u yazdı: “Bayrak yarışı bizimkisi...”

Güneş inzivaya çekilirken, yerini karanlığa bıraktı. Gün bitimi, yerine yarını bırakacağının habercisiyken, günün son işi olarak yastığa kafamı koymadan, zindan duvarına kimsenin görmediği sadece benim görebildiğim günün bitiminin ifadesi çentiği attım. Ve her gün yaptığım gibi bugün de bizden olanların/çalınanların hesabını tuttuğum listeye yenilerini ekledim.

Sevan Nisanyan'a özgürlük,Tutuklu gazetecilere özgürlük

2 Ocak 2014'den bu yana cezaevinde bulunan dilbilimci,yazar ve turizmci Sevan Nişanyan,ceza hukuku çiğnenerek,sadece savunmuş olduğu düşüncelerinden dolayı tutuklu bulunuyor.Soykırım tartışmalarında geleneksel türk tezlerini çürüten,aynı zamanda tarihçi kimliği ile tanıdığımız,siyasal islamın ipliğni pazara çıkaran,sözünü esirgemeden,bedeli her ne olursa olsun,ister ölüm,ister cezaevi çekinmeyen ve bu yüzden AKP hükümeti'nin linç kampanyaları ile karşılaşan Nişanyan en son tutuklanarak 16 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı.

Bir Beden İki Ruh

Komünizmi sosyalist örgülerden başka bir yerde arama.
- Doğru nedir, doğrunun cevabını kimbiliyor, doğruyu nerede bulacağım ?
- Her şey ortada kalkacak.
- Bazı ajitasyon sözler vardır pratikle çeliştiğini hissedersiniz.
- Aslında çelişmez. Her şey ortada kalkacak derken anlamsızlaştığını ( gereksizleştiğini ) ifade edersiniz.
- Anlamsızlaşmada ihtiyacı ortada kaldırdığı anlamına gelmez.

Kimse komünistleri suçlamasın

Komünizm, teorik ve pratik olarak burjuvazi için tehlikeli olmaya başladığından bu yana, burjuvazinin en büyük düşmanı komünistler olmuştur. Çünkü, burjuvazinin bütün çürümüşlüğünü, kokuşmuşluğunu ve büyük bir haksızlık üzerinde kendini var ettiğini ortaya koyan komünistlerdir.

Komünistler, sadece teorik-siyasi olarak burjuvaziye karşı olmakla kalmamış, pratik olarak da burjuvazinin karşısında yer alarak, onu yıkma ve yeni bir toplumsal sistem inşa etme başarısını göstermişlerdir. 17 Ekim 1917 Rus Devrimi bunun en gerçekçi örneklerinden biridir.

Kadro sorunu ve kadro politikası üzerine

“Örgütsüz bir halk silahsız bir orduya benzer” diyordu Mao yoldaş. Eğer bir halkın, sınıfın kendi örgütü, savaşımında ona öncülük edecek partisi yoksa hiçbir şeyi yok demektir. Zira örgütlenme ve örgüt bizim için dünyayı değiştirmek için gerekli olan araçtır. Sınıflar mücadelesinde birçok örgütlenme ve örgüt biçiminden bahsedebiliriz. Ancak proletaryanın tarih sahnesine çıkması ve kendisi için bir sınıf haline gelmeye başlamasıyla birlikte, kendisini kurtuluşa götürecek, kendi sınıf örgütünü de yaratmıştır. Proletaryanın sınıf örgütü ise komünist partidir.

Sayfalar