Pazar Haziran 16, 2024

Dil kesmek, baş kesmek…(Nubar Ozanyan)

Diktatör Erdoğan Türkiye’de dil kesiyor, Rojava’da baş kestiriyor. Asmayıp zindana yollayamadıklarının ya dilini ya da başını kesiyor. Yine bir cami çıkışında Sezen Aksu’yu hedef göstererek “Hz. Adem efendimize kimsenin dili uzanamaz. O uzanan dilleri yeri geldiğinde koparmak bizim görevimizdir” diyerek sanatçı ve aydınları karşı kin ve nefret dolu cümlelerle tehdit edip halkı galeyana getirmek istedi. Kışkırtıcı, ötekileştirici, düşmanlaştırıcı dil kullanmakta oldukça usta olan bu diktatör, besbelli ki çaresizlik içindedir.

Aslında bir cellat olan bu diktatör, yıllarca halkı, bir kısım sahte solcu ve yarı-aydınları kandırarak desteklerini almayı başardı. Birkaç yıl, olur olmaz yerde ve durumda ağlayarak mazlum rolünü iyi oynadı. Toplumun hatırı sayılır bir kesiminin destek ve rızasını almayı başararak iktidarını pekiştirdi. Şimdiye kadar sayısız gazeteci, siyasetçi, aydın ve sanatçıyı tehdit edip sindirmekten, zindana yollamaktan geri durmadı.

Gerçekte ise, diktatörün biri görünürde olmak üzere iki farklı kimliği, iki farklı yüzü vardır. Ancak asıl kimliği cellatlıktır. Bazen görünürdeki sahte kimliğini kullanmaya çalışsa da, her fırsatta diktatör olduğunu herkese hatırlatmaktan ve göstermekten bir an olsun geri duramaz.

Yıllarca korku eken diktatör, şimdi öfke biçiyor. Örneğin Sezen Aksu’nun sözleri 35 ayrı dile çevirilerek diktatöre bir anlamda hak ettiği yanıtı verdi. Diktatör ise gelen tepkinin yoğunluğu karşısında çareyi “çark etmek”te buldu.

Tarih boyunca egemen Türk yöneticilerinin zorba ve korkak oldukları iyi bilinir. İşler iyi gittiğinde aslan kesilirler, tersine gittiğinde ise yaltaklanarak kendilerini daha da küçük düşürürler. Dün söylediklerini bugün inkar etmekten bir nebze olsun utanmazlar.

Tarihten günümüze Türk diktatörlerinin en iyi bildikleri şey baş ve dil koparmak, hapishaneler yaptırmaktır ve haklarını arayanları buralara doldurmaktır. Bugün Türkiye’de tutuklu sayısı 300 bine ulaşırken, açıklamalara göre 2022 yılında 64 yeni hapishane daha yaptırılacaktır.

Aynı diktatör, eğitip donattığı ve saldırttığı çeteler eliyle Rojava’da masum insanların başlarını kesmektedir.

İttihatçı-Kemalist Türk devletinin günümüz AKP-MHP faşist yönetimine dek değişmeyen tek gündemi “güvenlik”tir. Devlet bütçesinin en büyük parasal dilimi güvenlik için ayrılmaktadır. Savaşa ve hapishanelere harcanan maddi miktarın haddi hesabı yoktur.

Türkiye’yi büyük bir zindana çeviren suç örgütü AKP-MHP iktidarı, zulmü ülke sınırlarının dışına taşırarak Ortadoğu’nun ve Kafkaslar’ın en büyük celladı olma “şan”ını elinde bulundurmaktadır.

Demokratik Özerk Yönetimin varlığını, gelişimini kabul etmeyen İttihatçı-Kemalist iktidar, Rus ve ABD’li efendilerinden Rojava’ya saldırı iznini alamayınca bu kez “başka yol ve yöntemlere” başvurma tehdidini savurdu. “Başka yol ve yöntem” sözlerinin gizli anlamı, DAİŞ’in Hesekê şehrinde bulunan Sina Hapishanesi’ne kapsamlı ve organize saldırısıyla açığa çıktı.

DAİŞ çetelerinin bulunduğu Sina Hapishanesi’ne yönelik saldırı ile Til Temir ve Eyn İsa’ya yönelik saldırılarının eş zamanlı olması Erdoğan diktatörünün “başka yol ve yöntemleri”nin nasıl okunması gerektiğini gösterdi.

Bu denli kapsamlı ve organize bir saldırının arkasında bir devlet aklı ve eli olduğu, yakalanan çetelerin sorgu ve itiraflarıyla daha anlaşılır bir şekilde ortaya çıktı.

Türk devlet istihbarat yetkilileri, sayısız kez Serêkaniyê’ye gelerek önceden planlanan saldırı kaçırma ve provokasyonları DAİŞ çete yetkilileriyle görüşerek örgütledi.

Yakalanan çete üyelerin verdiği bilgilere göre Sina Hapishanesi’ne yönelik gerçekleşen planlı saldırıya katılanların önemli bir kısmı Türkiye’nin denetiminde olan Serêkaniyê, Girê Spî’den ve bir kısmı ise Irak üzerinden özerk yönetim topraklarına girmiştir.

Bunlar göstermektedir ki, aklı bir suç örgütü gibi çalışan Türk devletinin bizzat kendisi Sina Hapishanesi’ne saldırıyı planlamıştır. Silah ve cephanesini sunmuş, eğitip hazırladığı çetelerin Rojava’ya geçmelerini sağlamıştır. Şam rejimi ise saldırının propagandasını yapmış, DAİŞ çeteleri ise saldırıyı pratikleştirmiştir.

Ancak yapılan bu ölümcül saldırının uluslararası ve bölgesel gerici faşist devletlerin ortaklığıyla ve onların çıkarı uğruna gerçekleştiğini unutmamak gerekir.

Rojava’da uygulanan ve ortak yaşam projesi olan demokratik özerk yönetime yönelik içten ve dıştan sayısız suikast, ambargo, su savaşı, gizli çete hücrelerinin saldırıları oldu. Bunlar yetmezmiş gibi bu kez daha kapsamlı ve organizeli bir saldırıyla teslim alınıp diz çökertilmek istendi.

Halkın büyük bir bölümü tarafını ve desteğini Demokratik Özerk Yönetim’den ve güvenliğinden sorumlu QSD’den yana ortaya koyarak tavrını açıkça belli etmiştir.

Dün Ermeni halkını yalın ayak, aç-susuz bir şekilde vadilerde ve dağlarda yürüterek ölüm tarlalarından geçirip sürgüne gönderirken bugün de Rojava halkını korku ve tehditle, provokasyon ve saldırıyla kaçırtıp sürgün yollarında ve kara sularda boğdurmak istiyorlar. Şiddet ve kitlesel katliamdan başka bir yol bilmeyenler yeni soykırımlar gerçekleştirmek istiyor.

Baş ve dil kesen diktatör karşısında Kürt-Arap-Ermeni-Süryani-Asuri-Êzîdî halkları bir kez daha birlik olup özgürlüğün safında Demokratik Özerk Yönetim’in yanında durdular.

Şehit Nubar Ozanyan Taburu ve Ermeni Toplumsal Meclisi, Demokratik Özerk Yönetim yanında yer alıp QSD saflarında yer alarak özgür iradesini ortaya koydu.

Geçmişte Ermeni aydınlarının ayağına at nalı çakan ve göğüslerine kızgın at nalı basanları halkımız iyi bilir. 

Ve çok iyi bilirler ki, “Ayı derisinden post, Türk devletinden dost olmaz.”

2591

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar