Pazartesi Haziran 17, 2024

Diktatörün Sarayındaki Paçoz Çariçe-Galip Munzam

Birkaç sene evvel –sanıyorum 2011 yılında– memlekette paçozluk ve onunla alakalı olarak paçozlaşma kavramları tartışılmaya başlandı.

Kavramı ve tartışmayı Alev Alatlı nam kimesne soktu gündeme. O dönem piyasaya sürülecek yeni kitabının (Beyaz Türkler Küstüler) tanıtım çalışmasının ürünüydü böyle spekülatif bir söylemle çıkış yapmak. Beyaz mıydı değil miydi bilmiyorum ancak küskündü, tepkiliydi Alatlı… 2008 yılında Zaman gazetesinde türban konusunda kaleme aldığı yazısı sansürlenince “siz kovmuyorsunuz, ben istifa ediyorum” atarı ile en az 2002’den o güne dek sürdürdüğü Cemaat flörtüne son vermişti. Yazısının sansürlenmesinde Tayyip Erdoğan’ın türban konusundaki sert çıkışlarının da payı yok değildi. Ancak o mürşidinden bildi kendisine dönük bu operasyonu.

Alatlı, bir türlü tasfiyeyi yediremiyordu kendisine. Böyle memleket olmaz olsundu! Kıymetini bilmeyen, artık gustosuna hitap etmeyen memleketin gidişatından hiç mi hiç memnun değildi.

Memleket paçozlaşıyordu.

Sonra kendisi sık sık yandaşlık kantarında kaçıracak topuzu bile olmayan Yeni Şafak sayfalarında arz-ı endam etmeye başladı. Haziran Direnişi mi oldu? “Ezber bozan açıklamalarıyla tanıdığımız yazar Alev Alatlı” hazır ve nazırdı nöbetçi filozof olarak.

Paçozluktan ve paçozlaşmaktan şikayetçi Alatlı’nın analizlerinden hippilerle Haziran direnişçilerini mukayese ettiği derinlikli gözlemleri ayıkladığınızda şu kalıyordu geriye: “Her siyasi liderin bir yoğurt yiyişi vardır. Sayın Erdoğan gibi fevkalâde başarılı bir siyasetçinin bir bildiği olsa gerekir diye düşünürüm.”

Sonra 17 Aralık mı olmuştu? İşte o gün gelmişti! Alatlı’nın nemesisi, “Sayın Erdoğan”a saldırıyordu. O halde Yeni Şafak sayfalarında reisini cansiperane savunmalıydı Alatlı. Cemaat masonik bir örgütlenmeydi, lideri mürşid olma özelliğini kaybetmişti. Ve saireydi. Bunlar doğruydu, değildi tartışması bir tarafa, Alatlı’nın aklına bunların altı yedi sene Cemaat’in gazetesinde bilfiil yazıp, etkinliklerinde kürsü aldıktan sonra gelmesi de neyin nesiydi?

Burada da durmuyordu Alatlı… 17 Aralık karşısında olması gereken aydın tavrını da tarif ediyordu. Aydınlar, sanatçılar bu meşum saldırı karşısında eleştirilerini saklı tutup kayıtsız şartsız Erdoğan’ın yanında hiza almalıydı. Neden? Çünkü Erdoğan, masonik bir örgütlenmeye karşı devleti koruyordu. "En kötü devlet, devletsizlikten iyiydi."

Devlet kapısı mühimdi Alatlı için… En kötü devletin memuru olmaya, amirine selam çakmaya hazır olması bu nedenleydi.

Neyse, ne diyorduk? Ha, evet, paçozlaşma…

Paçozlaşmayı tarif etmek için öncelikle paçozun tarifine ihtiyacımız var. “Paçoz”un ne olduğunu Alatlı’nın kendisinden dinleyelim:

“Paçoz, kendi çıkarları için her yolu mubah sayan, küstah, beş para etmez, sokak kurnazı, zevzek, müptezel, basmakalıp, palavracı, rüküş, hoyrat, içtensiz, pespaye, nekes, terbiyesiz, aşağılık, ahlaksız, kalleş.”

Hırsızlığı tescilli, elinde bu halkın çocuklarının kanı olan bir diktatör bozuntusunun kendi komplekslerini bastırmak için halktan gasp ettiği bir arazide yangından mal kaçırır gibi, hukuku hiçe sayarak, “maçanız sıkıyorsa yıkın” bıçkınlığıyla, hesabı verilemeyen paralar karşılığı lüks ve debdebe içinde yaşamak için inşa ettirdiği kaçak saray bir paçozlaşma göstergesi değil midir?

Rüküşlük, küstahlık, sokak kurnazlığı, terbiyesizlik, ahlaksızlık ve kalleşlikten iz yok mu Ankara’nın göbeğinde yükselen bu beton kütlesinde?

Peki bir kaçak sarayda, on beş yaşında bir çocuğun ölü bedeni üzerinde tepinecek, yetmeyip çocuğun annesini hedef tahtasına yerleştirecek kadar alçalmış birinin elinden ödül almak, o ödülün hakkını vermek için tarihin hırsız ve katil olarak yazacağı birine olmadık övgüler sıralamak pespayelik değil de nedir?

Kuyruk acısını dindirmek, intikam almak için yamanmak bunun için her yolu mubah saymak paçozluk kapsamına girer mi?

Bunların da birer paçozluk ve paçozlaşma göstergesi olduğunda hemfikirsek, dün izlediğimiz o görüntülerde paçoz bir diktatörün sarayında kendi küçük dünyasının kraliçesi olan —hadi Rusya merakından ötürü çariçe diyelim— bir paçozu izlemedik mi?

Paçoz diktatörün kaçak sarayındaki paçoz çariçe…

Başka bir görüntü izleyen var mıydı?

O halde soramaz mıyız şimdi “Yeni Türkiye’nin aydını nedir” diye?

Yeni Türkiye’de Nihat Doğan’ın enstrüman çalanına Yavuz Bingöl, kitap yazanına Alev Alatlı denir. Ve Yeni Türkiye’nin aydını budur. Nihat Doğan’dır, Yavuz Bingöl’dür, Alev Alatlı’dır. Alev biraz Nihat, Nihat biraz Yavuz'dur. Hepsi biraz Tayyip Erdoğan’dır.

Hepsi diktatör muhibidir, hepsi paçozdur. Velhasıl hepsi yaklaşık olarak birbirinin aynıdır. Biri diğerine indirgenebilir.

Marx’ın “İnsan anatomisi maymun anatomisinin anahtarıdır. Maymunun anatomisinden kalkılarak insanın anatomisi açıklanamaz; ama insanın anatomisinden kalkılarak maymunun anatomisi açıklanabilir” dediği gibi Nihat’a bakarak Alev’i açıklayamasanız da Alev’e bakarak Nihat’ı, Yavuz’u pekâlâ açıklayabilirsiniz. Bir soyutlama düzeyinde ise artık birini diğerinden ayırt etmek imkânsızdır. Yeni Türkiye’nin “aydını” matriyoşkalar gibi iç içe geçer. En dıştakinin görkemi sizi yanıltmasın. En dıştaki matriyoşka, diğerlerine gebedir ve işkembesi geniştir. Fark budur.

Yeni Türkiye’nin aydını küçüktür, ufalmıştır, kişiliği ve benliği parçalıdır. Perakendedir.  Parça başıdır. Bu aydınlar birbirine bağıntılı zerrelerdir, zerrattır. Yeni Türkiye’nin aydınları kiloyla satılıp, taneyle alındığı ve diktatörün vitrinine kondukları için aralarında matematiksel bir bağıntı vardır. Bu zevattan kerrat olmasa da bir zerrat cetveli çıkarmak mümkündür.

Örneğin,

Murat Belge - Halil Berktay = Orhan Pamuk
Adalet Ağaoğlu - Orhan Pamuk + Nihal Bengisu Karaca = Elif Şafak
Elif Şafak + Ayşe Böhürler - Esra Elönü = Alev Alatlı
Alev Alatlı - Nagehan Alçı + Yavuz Bingöl = Sezen Aksu
Sezen Aksu x 3 = Nur Yerlitaş
Hayko Bağdat - Nur Yerlitaş + Hülya Avşar = Seda Sayan
Seda Sayan + Nihat Doğan = Markar Esayan
Markar Esayan + Yıldıray Oğur = Etyen Mahçupyan
Etyen Mahçupyan - Roni Margulies = Rasim Ozan Kütahyalı
Rasim Ozan Kütahyalı ≃ Yiğit Bulut

Bu bir tiptir ve üç aşağı beş yukarı böyledir.

Bu tip ile kavgamız yeni değildir.

Alatlı yıllar evvel, Yalçın Küçük’ü hedef alan Aydın Despotizmikitabını yazmıştı. Değiştirmekten, dönüştürmekten korkmayan, yeni, eşit ve özgür bir ülke, bir dünya düşü kuran, bu uğurda mücadele eden aydın tipine duyduğu nefreti kusmuştu Alatlı. Ona göre devrimci aydın tipolojisinin yaptığı düpedüz aydın despotizmi idi.

Gelinen noktada Alatlı, bir despotun aydını, saray soytarısı olmuştur.

Şaşırmıyoruz. Bir kenara not ediyoruz.

74913

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar