Çarşamba Mayıs 8, 2024

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yani, artı-değerin kaynağı canlı emek yerine “makine” kondu. İşçi sınıfının giderek azalacağı ve burjuvazinin artık işçi sınıfına gereksinimi kalmadığı yüksek sesle savunulmaya başlandı. Bu tür argümanlar 1960'larda liberal burjuvazi tarafından ileri sürülmüştü. Ancak, son yıllarda kendine “sol” diyen bir çok çevre de bu liberal karşı saldırıya katılmaya başladı.

Bu bağlamda, kitap esas olarak, birbirine bağlı 3 konuyu inceliyor.

Birincisi: Artı-değerin kaynağı. İkincisi: Kapitalist üretimin artmasına karşılık işçi sınıfı mutlak olarak azalıyor mu? Üçüncüsü: Kapitalizmin iş gücünü (işçi) üretemez eğilimi içine girdiği. Dördüncüsü: Kapitalizmin geleceğinin olmadığı ve bu yüzyılı çıkaramayacağı.

Birinci soruya, kitapta kısaca şöyle cevap veriyor:

“... artı-değerin kaynağı makineler değil canlı emektir. Yani, üretim alanındaki işçidir. Makineler işçinin üretimini hızlandırır, yoğunlaştırır, gerekli çalışma zamanını azaltıp, artı-çalışma zamanını çoğaltır ve çalışma süresini uzatır. Ancak, makineler, işçi olmadan, işçinin kullanımında olmadan artı-değer üretemez. Burjuvazinin sermayesinin kaynağı artı-değerdir ve artı-değeri ise canlı emek (işçi) üretir.” (S.12)

Benim görüşlerimin kaynağı başta Marks-Engels olmak üzerei, Lenin, Stalin ve Mao'dur. Benim referans kaynaklarım bunlardır. Bazı sol liberaller, Marks-Lenin çok eskilerde kaldı deslerde, Marksizm bir doğma değil eylem kılavuzudur ve günümüzün açıklamaları ve çözümlemeleri yine ML dünya görüşü temelinde olabilir. Bilimsel yaklaşım budur.

“Kapitalist daha fazla kar elde etmek için işçiyi işten çıkarma yolunu seçer. Ya da kriz dönemlerinde işten çıkarmalar artar. İşten çıkarılan işçinin yerine makine koymasına karşın, işverenin karı artmaz, tersine azalır. Daha doğrusu kar oranı düşer. Makineler (günümüzde robot ya da yüksek düzeyde dijitalleşme) işçinin yerini alabilir, ancak işverenin esas amacı olan ve de sermaye birikiminin sağlayacak artı-değer gerçekleşmez. Bu durum, kapitalisti canlı emeksiz kapitalist yapmaya yetmez. Bir başka söylemle; ortada kapitalizmi sürdürecek ekonomik ilişkiler kalmaz ve ilişki biçimi nitelik değiştirir.”(S.13)

ve hemen devam eder:

Toplamda işçi sayısı azalmasada, makineleşmenin yoğun olduğu yerde işçi sayısında nispi azalma görülür. İşçi sayısı verileri, sermayenin artışına göre nispi, ama sayısal olarak mutlak artışı, net olarak göstermektedir. Kapitalistler işçi sayısının azaltılmasından doğan artı-değer oranı eksikliğini, iş gününü uzatarak giderme eğilimi içine girerler.” (S.13)

Marx, 1848 yılında Neue Rheinische Zeitung'da Ücret ve Sermaye üzerine yazdığı makalede şöyle der:

Sermaye, sadece emek gücü karşılığında değiştirilmek süretiyle, sadece ücretli emeği yaratması süretiyle artırılabilir. Ücretli işçinin emek gücü, sermaye ile, ancak sermayeyi artırarak, kölesi olduğu gücü kuvvetlendirerek değiştirebilir. O halde, sermayenin artması demek, proletaryanın artması, yani işçi sınıfının artması demektir.” (Marx-Engels, Werke 6, S.410, Dietz Verlag Berlin 1970)

Günümüz de Marx'ın bu görüşleri daha net olarak görülebilmektedir. İşçi sınıfının sayısı azalmıyor, tersine mutlak olarak artıyor. Bütün istatistiki veriler bunu doğrulamaktadır.

... Makine daha önce işgücüne yatırılmış bulunan değişen sermayeyi, değişmeyen sermayeye olan makineye dönüştürdüğü için artı-değer üretmez.”1

Marx, burada, makinelerin neden artı değer üretemeyeceğini ve üretmediğini net olarak ortaya koymaktadır. Makineler artı-değer üretimini artırma aracıdır. Ama canlı emek olmadan makine tek başına artı-değer üretemez.

Burjuva liberaller ve sol liberaller, metalara değerin nereden geldiğinin de özünü saptırmaktadırlar. Marx, bunu da özlü olarak anlatır:

““... değerin özünü teşkil eden emek, türdeş insan emeğidir, bir biçimli (üniform) işgücü harcamasıdır.”2 (S.21)

Makineler canlı emeğin yerini aldığında, toplumsal yapıda da buna uygun temel değişimler olacaktır. Ortada artı-değer ya da daha yalın söylemle işçi sömürüsü olmayacağı için işçi sömürüsü üzerine kurulu kapitalist sistemin varolmayacağı açıktır. (S.29)

Fabrika sisteminin gelişmesi, sermayenin gittikçe büyüyen kısmını, bir yandan değerinin sürekli olarak kendisinin büyütebileceği, öte yandan da, canlı emekle ilişkisini kopardığı anda hem kullanım-değerini ve hem de değişim değerini yitireceği bir şekle sokar.”3

İşçinin bütünüyle üretim süreci dışına çıkması olası mıdır? Üretim sürecinin düzenleyicisi ve denetleyicisi olarak elbette olasıdır. Üretici güçlerin devasa (yüksek düzeyde dijitalleşme) gelişmesi ve üretim sürecinin bütünüyle makineleşmesi, kaçınılmaz olarak işçiyi de üretim sürecinin dışına itecektir. İşçi (insan) burada, kapitalist üretim sürecinde olduğu gibi artı-değer üreten bir emekçi olmayıp, salt “denetleyici ve düzenleyici” olarak yer alacaktır.(S. 29)

Marx, Grundrisse’de, canlı emeğin (işgücü) üretim sürecinden çıkışını açıklamıştır.

Canlı emeğin nesneleşmiş emek (makineler-YK-) karşılığında değişimi; yani toplumsal emeğin sermaye ve ücretli emek karşıtlığı halinde konumu –değer ilişkisinin ve değere dayalı üretimin son gelişmesidir.”4

“Değer ilişkisi”nin ortadan kalktığı toplumsal gelişmenin bu aşamasında, kapitalist toplumdan değil, komünist toplumdan sözedilebilir. Ve işçi üretim sürecinin denetleyicisi ve düzenleyicisi olur.

Sermayenin Birikim Süreci Proletaryanın Artış Sürecidir

Sermaye olmadan işçi olmaz, işçi olmadan sermaye olmaz ve sermayenin büyümesine koşut olarak işçi nüfusu da mutlak bir biçimde artar. Sermayenin artış oranıyla işçi nüfusunun artış oranı elbette aynı oranda olmaz, sermaye birikim oranına göre işçi nüfusunun nispi azalmasına karşılık, gerçekte ise mutlak olarak bir artış gösterir. Sermaye mülksüzleştirdiği bütün insanları işçi olarak kendine bağımlı hale getirir. Mülksüzleştirilenler, üretim araçlarından yoksunlaştırılanlar, kaçınılmaz olarak sermayenin emri altına girer. Ancak sermaye, hepsini istihdam edemez, belli bir kısmını yedek nüfus olarak cephe gerisinde tutar. Bu, sermayenin birikimi için olmazsa olmaz kapitalist üretim süreci olgusudur.

Makineleşmenin hızlanması ve üretim sürecinde yoğunlaşmasına bağlı olarak işsizlik artmasına karşın, işçi sayısında da mutlak olarak bir artış vardır. Sermaye birikimi işçinin artı-değeri olduğu için ne kadar fazla işçi çalıştırıyorsa kapitalist o kadar fazla artı-değer elde eder. Bu nedenle de işçi çıkarmasına karşın aynı zamanda işçi çalıştırmak zorundadır. Kapitalist üretimin çelişmeli diyalektiğidir bu.(S.34)

“... iş bölümünün daha yüksek düzeylere ulaşması sonucu işçi sınıfının büyümesi eğilimi söz konusudur. Sadece doğrudan üretim yapan işçilerin sayısı göreli olarak azalmakta, ama aynı zamanda kontrol, bakım ve üretimin sürdürülmesi için gereken diğer görevlerle uğraşan işçilerin sayısı da artmaktadır. ‘Hizmet sektörü’nün bütün meslek grupları, çoğunlukla ya dar ya da geniş anlamda işçi sınıfına dahildirler. Azınlıkta kalan bir kesim ise küçük-burjuva ara tabakalara dahildir. Tüm toplumun sanayileşme yolunda gelişimini yaşamaktayız.5 (Stefan Engel-2005, 118, aç YK)

İşçi sınıfının sayısı azalmıyor, tersine artmaya devam ediyor. Örneğin OECD ülkelerinde 2009 yılında toplam 332,5 milyon işçi istihdam edilirken, bu sayı 2018 yılında 351,7 milyona çıkıyor. 2009 yılında AB (İngiltere dahil) toplam 131,4 milyon işçi istihdam edilirken, 2018 yılında 133,2 milyona çıkıyor. Türkiye'de 2009-2019 arasında çalışan sayısında 9 milyon bir artış sözkonusudur.

G7 ülkelerinde 2009-2018 arasında çalışan sayısı 199,2 milyondan 201,6 milyona çıkmıştır.

2015 yılı 100 olarak ele alındığında, 2018 yılında sanayi sektöründe çalışanların endeksi 104.4’e yükselmiştir. Bu sektörde toplam (OECD) çalışan sayısı ise 133 milyon 335 bin kadardır. Oysa, 2015 yılında bu sayı 127 milyon 674 kadardı.

Marx’ın “sermayenin artması işçi sınıfının artması” belirlemesi, dün olduğu gibi bugün de geçerlidir. İşçi sınıfının sayısının büyümesi, rastlantısal olmayıp kapitalist sermayenin büyüme yasasıyla doğru orantılı olarak gelişmektedir.

OECD ülkelerinde 2019'da çalışanların 15-64 arası nüfusa oranı %68,8 iken 2023'ün ikinci çeyreğinde %70,1'e çıkıyor. 6 Örneğin Almanya'da 2018 Auğustos'unda çalışanların sayısı 44,7 milyon iken 2023 Agustos'unda 45,8 milyona çıkmıştır.7 Beş yıl içinde yaklaşık bir milyonun üzerinde çalışanlarda artış vardır. Çalışan ihtiyacı dışardan göç alarak giderilmeye çalışılıyor. Almanya'da istihdam edilenlerin çalışabilir nüfusa oranı %76,9 gibi (OECD ortalamasından yaklaşık %7 büyük) yüksek bir rakam. Buna rağmen Alman burjuvazisi büyük bir istihdam eksikliğinden söz ediyor.

Bu da gösteriyor ki, üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasına karşın, bütün gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkelerde işçi açığı var ve kapitalizm iş gücü üretemez eğilimi içine girmiştir.

Kapitalizmin bu eğilimini, ilk defa ben, bu çalışmamda tesbit ettim. Bunu bütün emperyalist ülkelerdeki işgücü açığını verilerle ortaya koydum ve Çin gibi bir ülke bile dışardan işgücü almakla karşı karşıya kalmış, yasalarını buna göre yendien düzenliyor. İtalya'nın faşist Meloni başkanlığındaki hükümeti, tüm göçmen düşmanlığı polşitikasına karrşın acilen 425 bin işçiye ihtiyacı olduğunu ve bunun için özel yasa çıkardılar.

Almanya, ABD, Japonya, Çin, Fransa, İtalya, Kanada ve daha bir çok emperyalist ülklenin ciddi işgücü açığı var ve üstelik yakın bir süreçte 2. dünya savaşı gibi bir savaş yaşamadıkları halde iş gücü açığını kapatamıyorlar. Her toplumsal üretim biçimi kendi nüfus yasasınıda üretir. Ancak gelinen süreçte kapitalizmin nüfus yasası da krize girmiştir.

Papaz Malthus'un “nüfus teorisi” hiç bir zaman kapitalizm için uygun olmamıştır. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine gelişiyor, her geçen gün üretim artıyor, ancak nüfus aynı oranda artmadığı gibi tersi bir eğilim içine girerek düşüşe geçmiştir. Yoksulların imha edilerek nüfusu dengelemeyi savunan papaz, ekonominin matematik (1, 2, 3, 4, 5..) olarak büyüdüğünü nüfusun ise geometrik (1 x 2 x 4 x 16 x 256 x...) olarak büyüdüğünü ileri sürmüştü. Şimdi tersi desek yeridir.

Bunun anlamı, kapitalizmin doğayı ve işçi sınıfını ve elbette, genel anlamda, insanlığı tahrip ettiğinin bir göstergesidir. İşgücünün üretilemez oluşu kapitalizmin bir eğilimidir. Önümüzdeki günlerde ciddi krizlere yol açacağa benzemektedir.

1 Marx-Engels Werke 23, S. 429 (S.16)

2 Marx-Engels, Werke 23, S.53. (S.21)

3 Marx-Engels Werke 23, 429

4 Marx, Grundrisse Der Kritik Der Politischen Ökonomie, S.592, Dietz Verlag Berlin 1974 (S.30)

5Stefan Engel, Götte Dämmerung über der neuen Weltordnung, S.118

6https://stats.oecd.org/viewhtml.aspx?datasetcode=STLABOUR&lang=en

7https://www.destatis.de/DE/Themen/Arbeit/Arbeitsmarkt/Erwerbstaetigkeit/_inhalt.htm

1622

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Sayfalar