Cumartesi Haziran 15, 2024

Devrimci kadının görünmeyen emeği üzerine

Devrimci yaşamdaki cinsiyetçi ortam ve tutumlar kadının mücadeledeki emeğini ve varlığını görünmezleştiriyor. Her ne kadar toplumdaki durumla kıyaslamak doğru olmasa da yine de onun mücadeledeki gelişimini sekteye uğratacak kadar güçlüdür bu durum. Zira erkek egemen kültürün saflardaki uzantısı nitelik olarak toplumdakiyle aynıdır. Yani devrimci kadın da hemcinsleriyle benzer yükleri taşır. Sadece yüklerinin görünürlüğü biraz daha azalmıştır. Kadının bu yüklerinden kurtulması mücadeleye katılımını daha da artıracaktır. Bunun için cinsiyet ayrımcılığıyla sürekli bir mücadele şarttır. Pratikte ise kadının görünmeyen emeğini görünür kılmaya yönelmek gerekmektedir.

Teoride ve genel söylemlerde nispeten objektif değerlendirmeler yapıldığını kabul etmeliyiz. (“Komünist erkeği biraz kazıdığımızda altından bir filisten çıkacaktır” sözü tüm erkek yoldaşlar tarafından hararetle “benimsenir.”(!)) Buna rağmen somutlukta ise sorun uzun süre “kadının geriliği”, “gelişememesi” olarak algılandı. Çözümü de büyük oranda kadına bırakıldı. Hatta kimi erkek yoldaşlar kendilerini, sorunun bir parçası olarak görmek şöyle dursun, “aşmış” kişiler olarak kadınlara öğretmenlik yapmaya bile kalktı/kalkıyor. Ama binlerce yılın mirası olan maddi koşullara gereğince dokunulmadı. Devrimci saflardaki eril baskı ve hakimiyet yaşatılmaya devam edildi, ediliyor da. Kadının eve hapsedilmişliğinin tarihsel ve toplumsal sonuçları her fırsatta tekrar edildiği halde, dünyanın erkeğin evi olduğu gerçeğinin aynı tarihsel nedenlere dayandığı “unutuldu”. Oysa erkek devrimcilerin kadınlara nazaran daha hızlı yol almaları bu tarihsel toplumsal mirasın sonucuydu. Dolayısıyla önündeki engellerin azlığı erkeği “daha devrimci”, “daha az filisten” ya da “daha ileri” yapmıyordu. Ama cinsiyet sorununu doğru temelde yorumlayamaması, kendi şahsında çözümleyememesi, tüm donanımına rağmen onun, daha fazla baskıcı, daha fazla ezen olmasına yetiyordu.

Böylece kadın devrimciden de kolayca kendisini geliştirmesi, politikleşmesi, özne olması, edilgen olmaması, özgüven sahibi olması, görev ve sorumluluk üstlenmede çekinik olmaması, duygusal olmaması vs. vs. gibi şeyler, kalıplanmış düşünce silsileleri halinde istenebildi. Sürekli tekrarladığı halde hedeflere ulaşamadığı sonucuna varıldığında ise yoğun bir eleştiri bombardımanı kadını bekliyordu. Ve o, yetiştirilme koşulları boyunca maruz kaldığı suçluluk duygusuyla boğulma durumunu saflarda da yaşamaya devam etti. Kadının devrimci de olsa, kendi kendisini ezmesi ve parçalaması bu suçluluk duygusu vasıtasıyla sürebilmiştir.

Kabul edilmelidir ki, böyle bir bakış açısındaki kişinin sorununun kaynağına yönelebilmesi pek de kolay olmayacaktır. Devrimci kadın da cinsiyet sorununu, kişiselleştirmelerden uzak, politik bir perspektifle değerlendirebilmekte oldukça zorlandı. Ve zorlanmaktadır da. Bu, kendisini, karşı cinsi ve dış koşulları değerlendirirken de böyledir. Bir mesafe alınmış olsa da yeterli yüzleşmenin yapılamadığı söylenmelidir. Yine de her iki cinsin esasta kendilerine yönelmeleri gerektiği aşamasına gelinebilmiştir. Daha doğrusu devrimci kadın da, erkek de bu noktaya gelmek zorunda kalmıştır. Saflarımızdaki cinsiyet ayrımcılığına karşı savaş, ancak böyle bir bedelin ardından somutluk kazanmaya başlamıştır. Bunun en açık ve en güzel sonuçlarını kadın çalışmalarındaki gelişmelerde görmekteyiz.

Ancak cinsiyetçi maddi koşullara müdahale halen çok yetersizdir. Kimi zaman kadın yoldaşların çeşitli kaygıları veya geri durmaları buna sebep olmaktadır. Kimi zaman da “doğallığında”, pratiğin ihtiyaçları esas alınarak yapılan düzenlemeler cinsiyetçi işbölümünü yaşatmaya devam etmektedir. Bu ayrışma üretim ilişkilerindeki kafa-kol emeği ayrışımının saflardaki kendine has biçimidir. Sonuçları da benzer şekildedir.  Kadın ve erkek devrimci arasındaki ezen ezilen çelişkisinin maddi zemini budur. Ayrıca, devrimci kişiliğin yabancılaşma ve dejenerasyondan daha fazla etkilenmesinin önemli nedenlerindendir de. Kısacası, kadının da erkeğin de kavgaya tüm güçleriyle katılımını engellemektedir. Devrimci yaşamdaki görev dağılımlarına, sorumlulukların yerine getiriliş biçiminin takibine daha fazla dikkat edilmesi bu yüzden önemlidir.

Hedefte cinsiyet ayrımcılığıyla mücadele olduğunda tıpkı toplumda olduğu gibi devrimci yaşamda da karşımıza çıkan, kadının görünmeyen emeği olmaktadır. Oysa görünmeyen emek daha çok ev işleri, özellikle de ev eksenli işlerle sınırlıymış gibi algılanabilmektedir. Ev eksenli işler saflarda da kadınları fazlasıyla meşgul etmektedir. Yine de bunun yeterince teşhir olduğu söylenebilir. Ama görünmeyen emek olgusu toplumda da saflarda da çok daha geniş bir varlığa sahiptir. Devrimci kadın ağırlıklı olarak dar pratikte koşturmaktadır. Düşünsel yoğunlaşma gerektiren işlerin uzağındadır. İnisiyatif ve sorumluluk gerektiren işlerden ziyade, rutinleşmiş olanları yapmaktadır. Kadınların yaptığı işlerin bir diğer özelliği de sorumluların (sorumlular ağırlıklı olarak erkekler olduğu için, diğer bir ifadeyle, daha çok erkeklerin de denilebilir) yapacağı işlerin altyapısı ve yan hazırlıkları şeklindedir. Bir nevi sekreterlik görevi yapar kadınlar. Hepsini özenle ve titizlikle yaptıkları için sorumluların bunlara ayrıca kafa yormasına pek gerek olmaz. Zamanlarını ve enerjilerini örgütsel, pratik işlere rahatlıkla ayırabilirler. İşte kadın emeğinin görünmezleşmesi burada başlar.

Elbette ki böyle bir işbölümü bir görev bölüşümü hatası değildir. Kişilerin gelişim özelliklerine göre yapılmıştır. Birden bire ortadan kaldırılması da beklenemez.  Ama kadının sekreterlik işlerine hapsedilmişliğine son verilmesinin zamanı da gelmiştir. Bu kısırdöngü çözülmeli, görünmeyen işler görünür kılınmalıdır. Emeğinin görünür hale gelmesi her şeyden önce kadın için gereklidir. Ve bu mücadeleyi esasta kadın verecektir. Özgüveni de kendisinden duyduğu memnuniyet de ancak bu şekilde derece derece artacaktır. Kadın emeğinin görünmezliğinin son bulması erkek devrimcilerin de bu emeği görebilmeleriyle mümkündür. Kadınlara pozitif ayrımcılığın bir parçası olarak bu işler büyük ölçüde erkeklere bırakılabilir. Böylece erkek yoldaşlar kadınların mücadeledeki yerini gerçek anlamda görmeye başlayacaklardır. Kadınlar da dar dünyalarından uzaklaşmaya başladıkları için düşünsel emek sürecine daha fazla girebilme imkanı bulmuş olacaklardır. Kadının politik gelişimi için buna ihtiyaç vardır. Kadın, kendisindeki geriliklerle ve erkek egemen dünyayla ancak böyle savaşabilecektir. Erkeğin her şeyi kontrol etme, hakimiyet kurma davranışına karşı bir mevzi ancak böyle kazanılabilecektir. Kadın-erkek eşitliği noktasında olumlu adımların atılabilmeye başlanması, bunların sürdürülmesi kolektif yaşamı zenginleştirecektir. Demokratik devrimin kültürünü güçlendirecek, yaygınlaştıracaktır.

Böyle bir değişime en çok kadınların ihtiyacı vardır. Zira onlar, en alttakilerdir. Ve en uzun yolu yürüyecek olanlardır. Sınıfsız ve sömürüsüz bir dünyaya bıkmadan usanmadan verilecek bir savaşla ulaşılacaktır.

(Bir YDK’lı

49423

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar