Pazar Haziran 16, 2024

Devrimci bir gazeteyi hedef almak kimin işi, kimin görevi?

Gazetemiz Özgür gelecek’e dönük uzun süredir devam eden saldırı furyasına ilişkin birçok açıdan değerlendirmeler yapıldı ve yapılmaya devam ediliyor. Bu konuda ben de düşüncelerimi kaleme alma gereksinimi duydum.

Hareketimiz içinde uzun süredir baş gösteren kriz içerisindeyken devrimci bir yayın organını şiddetin her türlüsünü maruz bırakan zihniyetin, düşünsel olarak nasıl bir şekillenişle hareket ettiğini uzun süredir düşünüyorum. Öyle ki düşündüğüm kadarı ile “bu kadar da olmaz” dediğim her şey, bir süre sonra gerçekleşti. Açık söylemek gerekirse bu şiddetin uygulayıcısı olan bu arkadaşların, bunları yapmasını beklemiyordum. Zira devrimcilerin şiddeti ne biçimde ve kime karşı kullanacağı bu zamana kadar açık bir biçimde ortaya konulmuş bulunmaktaydı. Gazetemize dönük tasarruflara baktığımda ise bu deneyim bilinçle değil tamamen güdüsel olarak ele alınmış, bilginin ve tarihsel deneyimler rafa kaldırılmış durumda. Bu pratiğin sahipleri açık biçimde devrimciliği sıradan bir kelime, popülizmin bir nüvesi olarak görmektedir. Ancak söylemek gerekiyor ki MLM deyince ve de büyük puntolarla yazınca devrimci de olunmuyor, MLM de...

Devrimcilik söylemin ötesine geçen ve bariz bir savunuculuk içinde onun gerekliliklerini ve farzlarını yerine getirme pratiğidir. Devrim için savaşmayana oportünist denilmesi gibi, devrimcilere şiddet kullanılamayacağını kabul edip devrimcilere uygulanan şiddeti yapan/yaptıranların sahipleri ve bunun savunucuları da devrimci olamaz. bu arkadaşlarımız, bunun bilincinde olsalar gerek ki; gazetemiz bürosunun basılmasından, çalışanlarının pusu kurularak darp edilmesinin tarifi ve açıklanması genellikle “şiddet yok” tekerlemesi ile geçiştirilmek istenmektedir. Mevcut pratiğini yanlışıyla/doğrusuyla sahiplenmek, savunmak her şeyden önce dürüstlüktür. Ancak bu dürüstlük yerine gazete bürosunun basılması ve çalışanlarının darp edilmesinden 1 Mayıs’ta uygulanan şiddete, şehit cenazesinden muhabirlerin kovulmasından gazete dağıtımcılarına dönük “kafanıza kurşun yağdıracağız” tehditlerine kadar birçok pratik ilk olarak devrimci ifade ve değerleri en üst perdeden dile getirerek yapılıyor ama ardından da “ama şiddet yapmadık ki”, “abartılıyor” minvalinde bu pratikler sahiplenilemez bir şekilde orta yerde bırakılıyor. Ne kadar da ironik! Ancak hatırlatmak gerekir ki, bu tür yaklaşımlar devrimci pratiğin deneyim haznesinde yok, bu konuda çıkarılan dersler ise seneler öncesinde mahkum edildi. Bana göre bu durum, devrime ve devrimciliğe inancın zayıflamasının sonucudur. Devrime inançta yaşanan erozyonun göstergesidir.

İki çizgi mücadelesini savunmak ve bunun pratik gerekliliklerini yerine getirmek çelişkili durumun tespit ve taraflarca devrimci polemiği ile ilgilidir. Burada bir şiddet pratiğinden bahsedemeyiz. Çünkü sınıf mücadelesinin “içeride hayata geçirilmesi” pratiği olan iki çizgi mücadelesi bizi biz yapan geliştirici bir moment olarak ele alınmaktadır. Şiddet pratiği ise halk düşmanlarına yöneliktir ancak gazetemize dönük saldırının tarafı bu pratiği ile galiba şiddet teoreminden ve Marksist bilimden oldukça “arınmış”. Plan ve kurgu içinde cinsiyetçi, homofobik, sosyal medya kurgulamalarından pusu kurularak uygulanan saldırılar şiddeti, politikanın düşmana yönelen bir aracı olarak görmeyen, amaç ve araç ilişkisinde kafası bulanık, devrimci değerleri tanımlarken bilim, felsefe ve politikayı heba eden ve körelmiş bir doktrin ile politik yaşamda nefes almaya çalışan, düşünsel topallığı bu düzlem içinde baki olan bir güdü hareketinin işidir. Bu halk içinde mahkum olma, ondan uzaklaşma pratiğinden başka bir şey değildir.

Başı çetecilik sonu mahkumiyet pratiğin hüzünlü hali

Her şeyden önce gazetemiz içeriği itibari ile bir düşünsel çizginin varlık bulan alanı olarak öne çıkmaktadır. Düşünsel bir birikim ve topluluk alanı ile var olan bir çelişkiden bahsediliyorsa bu konuda devrimci deneyimler gereği devrimci ve politik bir çizgi ekseninde polemikle sürdürülecek bir pratiğe ihtiyaç vardır. Yani kısaca her kim olursa olsun özelikle bir devrimci gazete ile mevcut polemikler silsilesi bilim ve felsefe ekseninde olmalı. Onun varlık zeminini ortadan kaldırmaya çalışan her ne pratik olursa olsun devrimci çizgiyle örtüşmez. Ona dönük şiddet pratikleri bu kapsamda dile getirilmektedir.

Ancak sosyal medyadan takip ettiğim kadarı ile gazetemizin bürosunun basılması kapsamında icra ettirilen şiddet pratiği inkar edilmiş, bu konuda da ortaya konulan politik eleştiriler olaylar örgüsü içinde tartışılarak apolitik bir düzleme çekilmek istenmiştir. Yani olgular ve onun politik zemini olaylara heba edilmek istenmiştir. Bu yaklaşım bilim ve felsefeyle örtüşmediği gibi bugüne kadar ki mevcut deneyimlerimizi de hiçe sayma yönlü bir içeriği karşımıza dikiyor demektir. Tartışmaktan kaçınarak en kolay yola yani “şiddete” ve “siyaset yasağına” başvurma yöntemi Mao Zedung yoldaşın iki çizgi mücadelesindeki önermelerini inkâr etmek anlamına gelmektedir.

İstanbul’un çeşitli mahalle ve semtlerinde siyaset yasakçı pratikler eşliğinde kendi örgütsel haznesine delikler açan ve kendini mahkum edecek veriler toplayarak tarih sahnesinde yüz kızarıklığı yaşayacak olan bu pratikler bugün hoyratça yerine getirilmektedir.

İşte bu düzlem içerisindeki pratiklerin politik analizini yapmak ve ondan dersler çıkararak yolumuza bakmak zorundayız. Olgular içinde hareket ederken buradan çıkaracağımız derslerle teorik ve pratik gelişmişliğimizi taçlandırmak gibi bir görev ile karşı karşıyayız. Gazetemizin beslenmesi ve yaygınlaştırılması, gazetemize dönük şiddet pratiklerine verilecek en kapsamlı yanıt olacağını düşüncesindeyim. Belirtmek gerekiyor ki bizler Vaka-i Nüvis değiliz. Bizler tarihi olayları bilen ancak buna hapsolmadan, bunun içindeki olguyu inceleyerek pratik hayatımıza yön veren bireyler olarak öne çıkmış bulunuyoruz. Halkın çıkarları ile kendi çıkarlarımızı karşı karşıya koyduğumuzda İbrahim yoldaşın perspektifi ile hareket ederek devrimci çizgide ısrar edenleriz. Homofobik, transfobik, cinsiyetçi, lümpen vd. bütün gerici yaklaşımlardan arı bir mücadele içinde gazetemize sahip çıkalım ve onun devrimci politik çizgisini güçlendirme yönlü hareket tarzımızı hızlandıralım. Çünkü gazetemiz Özgür Gelecek yalnız değildir!

(Bir Özgür Gelecek Okuru) 

47879

Altın eller ile kanlı eller -3-

Res ül Ayn kampı: Bağdat Demiryolu hattında bulunduğu için önemli konuma sahipti. Çeçenlerin daha çoğunlukta olduğu yerleşim alanları vardı. Kaymakam Yusuf Ziya Bey katliam görevini yerine getirmediği için görevden alınmış, Çeçen göreve getirilmişti. Naim Efendi, Meskene’ye (Emar) gelmeden önce Res ül Ayn'da reji katibi görevinde bulunuyordu. Naim Efendi kamptaki durumu şöyle aktarıyordu. ''…O geceyi hiç unutmayacağım... Ama kışın bu iş zordu, nitekim gecenin derin sessizliğinde soğuktan ve açlıktan can çekişenlerin iniltileri duyulmaya başladı.

Sınıf mücadelesinde önderlik sorunu

Mevcut tarihsel süreçte dünya çapında sömürenler/sömürülenler, ezenler/ezilenler, yönetenler/yönetilenler arasındaki çelişkiler çözülmediği gibi giderek daha üst boyutlara tırmanıyor. Bu durum sadece geri kalmış ülkelerde değil, aynı zamanda uluslararası finans kapitalin ve onları temsil eden iktidarların egemen olduğu ülkelerde de kendisini hissettiriyor. Emperyalist ülkelerde de sistemin ürettiği sorunlara -düzen içi- müdahale edemiyorlar. Bunun sonucu oluşan ekonomik ve sosyal kriz varlığını devam ettiriyor. Giderek siyasal krizi de beraberinde getiriyor.

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır.

Başkanlık sistemine ve yeni anayasaya niçin HAYIR diyoruz?!

AKP tarafından dayatılan başkanlık sistemi ve yeni anayasa için yapılacak referanduma az bir süre kaldı. Uzun bir dönemden beri egemen sınıfların merkezi kesiminin temsilcisi olan AKP-Ordu-MHP kliğince dayatılan bu referandumun amacı, çeşitli milliyetlerden emekçi sınıflar ve Kürt ulusu üzerindeki faşist baskı ve tahakkümün daha üst boyutlara tırmandırılmasıdır. 15 Temmuz'da başarılı olamayan darbe girişimini 20 Temmuz 2016 darbesiyle süreci, kendi lehlerine çeviren AKP-Ordu kliği önceden tasarladıkları başkanlık sistemi ve yeni anayasa taslaklarını açıktan gündeme getirmişlerdir.

Safsatalar ve gerçekler!

Bir sorunu anlamak için kendi gelişimi içinde çok yönlü incelenmesi, dışsal ve görünürde olana değil temeldeki “hareket ettirici güçlere” bakılması gerekmektedir. Bu diyalektik yöntemdir. Bunun dışındaki tüm yöntemler boş, asılsız, temelsiz söz niteliği taşır. Yani yanıltmaca ve bunu yöntemleştirme anlamına gelen safsata olur. Safsatanın mantıkta çeşitli biçimleri saptanmıştır. Bu biçimlerden biri –ki konumuzu oluşturan- sorunları bilerek birbirine karıştırmak ve böylelikle istediğini elde etmektir. Bunun ayrıştırılamadığı durumlarda safsatalara kanılır ve yanlış bir yöne girilir.

Darbeciliğin dayanılmaz hafifliği ya da “yemişim tüzüğü” rahatlığı!

Her siyasal hareket, belli bir program çerçevesinde ve onun işleyişini düzenleyen bir tüzük üzerinde yükselir, inşa edilir. Program hareketin azami ve asgari hedeflerini, yaşadığı toplumu nasıl tanımladığını anlatırken tüzük ise hareketin iç işleyişini ve uyumunu düzenler. Bir yanıyla tüzük vücudun organları arasındaki etkileşimi ve ahengi sağlayan sinir sistemi ağı ve onun çevrelediği damarları tarifler. Program, siyasal hareketin yol haritası ise tüzük de bu yolda ilerleme iddiasındaki öznenin karakterini anlatır.

Vurulacağı söylenen bir Partizan okuru yazdı: “Hizipsavarların trajikomik öyküsü”

Kolektifimiz içerisinde uzun bir süredir devam eden iç tartışmalar son dönemlerde kamuoyuna yönelik açıklamalar ile iyice açığa çıkmış, bu açıklamalar ile iç tartışma olmanın dışına çıkarak, bazı yoldaşlarımız tarafından kendileri gibi düşünmeyen alanlara dönük karalama-manipülasyon kampanyasına dönüşmüştür. Öyle ki, kolektif içerisindeki kadrolar-sempatizanlar tarafından ideolojik-politik bir hatta yürütülmesi gereken tartışmalar, kitleye ya yalan-yanlış bilgilerle ya da demagojik söylemlerle “duyurulmuştur”.

İzmir Partizan; Politik çalışmalarımıza yoğunlaşmak en iyi cevaptır!

 "Bir süredir kurumumuzu şu veya bu şekilde meşgul eden tartışma, kaos ve krizin şiddetle birlikte boyutlanarak geldiği nokta gündemimizi meşgul etmeye devam ediyor.

Yaklaşık 1 ay önce tekabül eden bir sürede  İstanbul'un Aksaray ve Kartal bürolarımız çete vari bir şekilde gasp edilmiş, muhabirlerimize şiddet uygulanmıştı. Aynı şekilde Dersim ve Erzincan irtibat bürolarımıza yönelik de saldırı ile birlikte gasp edilmek istenmiş, muhabirlerimiz tehdit edilmiş edilmek istenmiştir. Bu gaspçı tutumun son örneği de gazetemizin İzmir irtibat bürosuna yönelik olmuştur.

Kırklareli’den Tutsak Partizan “Belki de bu yaşananlar bıçak sırtındaki güzergaha girmenin fırsatıdır”

Merhaba yoldaşlar

(…)

Gazetemizin bürolarını basıp, talan eden ve arkadaşlara şiddet uygulayanlar, içinden geldikleri, ürünü oldukları anlayışın sadece kendini ürettiğini ve başarılı olacaklarını zannediyorsa yanılıyorlar. Daha önceki darbecilerin, kaçkınların, oluşumcuların vb.lerinin soyundan geldiklerini ve aynı anlayışın ürünü olduklarını unutmamaları gerekiyor. Ve onların yaşadığı akıbet/gelecek, tarihin çöp sepetindeki yerleri onları bekliyor olacak.

Tekirdağ 2 No’lu F Tipinden Tutsak Partizanlar “Devrimcilerin tarzları karakterlerini yansıtır”

Sevgili Özgür Gelecek çalışanları;

Öncellikle, sizleri coşkuyla kucaklıyor, selam ve sevgilerimi iletiyorum.

Özgür Gelecek’in 122. sayısından öğrendiğimize göre gazetemizin Dersim, Erzincan ve Merkez büroları bir gerekçe ile basılmış. Merkez büromuzun basılması sırasında iki çalışanımız darp edilmiştir. Öncelikle şiddete maruz kalan arkadaşlara geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz.

Tutsak YDK’lı yazdı “Riha zindanlarından yükselen sloganlarımız birçok yerde haykırıldı! Umutluyuz!”

Dışarıda yeni bir gün doğuyor. Bugün diğerlerinden çok farklı bizler için… Günlerdir hazırlığını sürdürdüğümüz, büyük bir heyecanla karşılamaya hazırlandığımız bir gün… Yeni günün ilk saatlerinde güneşin doğuşunu doyasıya seyredemiyoruz belki ama heyecanımız, coşkumuz ve inancımızla koğuşun içerisinde kendi güneşimizi doğuruyoruz. Bütün arkadaşlarımızla (toplamda 22 kişi olduk bile) uyandığımız andan itibaren saçlarımızı şekil şekil örgülerle bezeyerek, kollarımıza burada yaptığımız mor ağırlıklı bilekliklerimizi takarak, en güzel giysilerimizi giyerek güne hazırlanıyoruz.

Sayfalar