Pazar Haziran 16, 2024

Dersim Seferi Yine Hüsranla Bitecek!

Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun Dersim’e gideceği, (çok zayıf bir olasılıkla da olsa ki, asla inandırıcı değil ) 1934 yılında yasayla ismi değiştirilen “Dersim” ismini geri vereceklerini ve Seyit Rıza ile yoldaşlarının mezar yerlerini açıklayacağı konuşuluyor..

Davutoğlu’nun Dersim’de Cemevine gidip (ki, o cemevi yöneticilerinin devletle işbirliğini ve Aleviliğe ihanetini tüm Dersim’liler bilir) 1937-38 Dersim soykırımı ile ilgili sahte özür dilemesi, çözümsüz açılım söylevleri ne Dersimlileri, ne de Alevi Kızılbaş toplumunu kandırmaya yetmez. Osmanlının ve daha sonraki ardıllarının, hele de “Yeni Osmanlıcılıkla” öğünenlerin oyunlarına da, hilelerine de asla kanmazlar.

Davutoğlu, Dersim’e daha önce defalarca yapılan saldırı, asimilasyon, katliam seferlerini iyi incelesin. Gün geldi İdrisi Bitlisi, gün geldi Hamidiye Alayları, gün geldi Abdullah Alpdoğan komutasında katliamlara, soykırımlara, saldırılara maruz kaldı Dersim. TC Savaş uçaklarını ilke kez Dersim’in bombalanmasında  kullandı.. Davutoğlu’nun bu seferleri, saldırıları öğrenmesi lazım. Bugüne kadar öğrenmemişse bugünden sonra öğreneceği kesindir. Zaten Dersim soykırımından önce özür dileyeceği daha çok konu var. Başbakan, öncelikle öğündüğü Osmanlıların, tarihleri boyunca inkâr ettikleri, öteleyip katlettikleri onbinlerce Alevi, Kızlıbaş ve başka inançlardan, etnik yapılardan özür dilemelidir. Aleviler ve Dersimliler siyasi partilerin, özellikle Cumhurbaşkanından Başbakana kadar tüm AKP’lilerin inancımız, kutsallarımız, yol ve öğretimiz üzerinden, Alevilik ve Dersimi siyaset malzemesi yapmalarından son derece rahatsızdır ve bu yöndeki kandırmacaya ve oyunlara itibar etmez.

Davutoğlu’nun “üstadı” bildiği Necip Fazıl Kısakürek, “Doğru Yolun Sapık Kolları Arınma Çağında İslam” adlı kitabında Alevileri açıkça asimile etmeye, yok etmeye çağırıyor ve diyor ki: “Aleviler, ısırgan otu gibi yolunup atılmalıdır”. Sadece bu sözlerle de yetinmeyen Erdoğan’ın ve Davutoğlu’nun büyük üstadı, tüm AKP ve sağcıların ecdadı Necip Fazıl, Alevilerle ilgili olarak “içi boş”, “asimile edilmeli” ve ayrıca “milletten yolunması gerekli” (yani katledilmeli) ifadelerini kullanmıştır.

İşte Alevi Kızılbaş düşmanı Necip Fazıl Kısakürek’e üstadım diye tapan Başbakan, öncelikle bu konularda samimi davranmalıdır. Bu Necip Fazıl da, Erdoğan’ın yıllarca seçim meydanlarında öğünerek “ecdadım” diye anlattığı Yavuz Selim ve onun şeyhülislamı Ebu Suud gibi Alevi Kızılbaş düşmanıdır. O Ebu Suud ki, ”Alevi Kızılbaşların canları da, malları da, namusları da helaldir” fetvalarını vermiş ve bu fetvalarla Yavuz Selim onbinlerce Kızılbaşı katletti, sayısız kadına kıza tecavüz edildi. Kızılbaşlar iftira, karalama ve aşağılamalarla karşı karşıya kaldı.

Osmanlılar dönemindeki sayısız Alevi Kızılbaş katliamları için, özür dilemeyen, yakın tarihteki Maraş, Çorum, Sivas, Gazi, Madımak katliamlarındaki sorumlular ve katillerle aynı zihniyette olan, gerekli soruşturma ve adalet çabasını engelleyen, davaları zaman aşımına uğratan, zaman aşımı için “hayırlı olsun” diyenler asla samimi değiller. Tarihteki ve kendi iktidarları dönemindeki Roboski ve Gezi katliamlarında onlarca insanımız için “vur emri, ölüm emri” verenlerin, Dersim ile ilgili siyasi hesaplar ve asimilasyon politikalarını uygulayanların özür dilemeleri de asla samimi değil ve asla inandırıcı değildir.

Ahmet Davutoğlu ve iktidar yeni bir hile ve oyun peşindedir.  Biz tarih boyunca oynanan onca oyunu bilen bir toplumuz. 1938 yılında bir gecede yaşı küçültülüp idam sehpasına gönderilen Seyit Rıza’nın bu oyun ve hileleler ilgili sözleri halen kulaklarımızda ve belleğimizdedir. 

Seyit Rıza Elazığ’daki mahkemede şöyle haykırıyordu. “Ben senin yalanlarınla, hilelerinle baş edemedim, bu bana dert oldu. Ama ben de senin önünde diz çökmedim, bu da sana dert olsun.”

Dersimliler, Alevi Kızılbaşlar Seyit Rıza’dan aldıkları bu düsturla asimilasyoncu, inkârcı ve katliamcı iktidarın  yalan ve  oyunlarını boşa çıkaracaktır..

Çünkü: “Dersim’e sefer olur, ama zafer olmaz!”

 

Erdal YILDIRIM

22 Kasım 2014

80620

Hozat, Altun ve Öcalan:Garbis Altınoğlu

Demir Küçükaydın ve Ayhan Bilgen'e Bir Yanıt

(Genişletilmiş versiyon)

Ocak ayında Parti ve Devrim şehitleri üzerine

İnsanlık tarihine alın teriyle emekle, yürekle, bilinç ve çizilen ideolojik güzergâhla yazılırlar. Ve bir daha yüreklerde silinmezcesine kalıcılaşırlar. Orda söz biter eylem başlar, iş başlar, insanlığa adanan, insanın özgürleşme kavgası başlatılır. Bunu kelimelerle ifade etmenin mümkünatı yoktur,

Rober Koptaş yazdı: Öcalan’ın mektubundan beklenen

Rober Koptaş, Agos’taki köşesinde KCK’nin ‘lobi’ açıklamasını yazdı: Kürt illerinde gördüğüm, Hrant Dink’in hatırasına hürmeten Ermenileri el üstünde tutan, iç savaşın etkisiyle de Ermenilerin yaşadığı acılara karşı empati duygusu geliştirmiş bir tavır oldu. Bu ileri duruşa karşın, Kürt siyasi hareketinin temsilcilerinin Ermeni meselesinde daha ikircikli bir tutum aldığı söylenebilir.

Hrant belleğimizde yasıyor...Nazaret Vartanyan

 

Hrant Dink 19 ocak 2007 tarihinde katledildi. Yaşamını mensup olduğu Ermenilerin tarihsel akıbetini kamuoyuna açmaya adamıştı Hrant… Ama Hrant’a tahammül edilemedi… Bundan dolayı Hrant katledildi..

Sevan bu sefer yalnız değil

 

Sevan Nişanyan’ın zekâsına, bilgisine ve hayat görüşüne hayran, onu merak eden biri olarak benim de yolum Şirince’den geçti. Geçen yıl Şirince’ye yaptığım birkaç aylık yolculuğun yaşamımda önemli bir yere sahip olacağını biliyordum, öyle de oldu… Ancak iz bırakan yalnızca Sevan Nişanyan’ın kendisi değildi. Sevan ile Müjde Tönbekici, kamuoyunun onlar hakkında düşündüğünün aksine ve hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim ki şahane bir aile kurmuşlar.
 

“Iyi” Papa mı?

“Yüreğin soğuksa,güneş de ısıtamaz.”[1]

Papa Benediktus’tan (ya da önceki Papa II. Jean Paul’den) sonra Vatikan’da ikamet eden Papa Francesco, “iyi” Papa mı?

Kanımca değil. Papalık kurumunun “iyi”si olmaz/ olamaz. Çünkü orası Vatikan’dır…

Tam da bu noktada Mohandas Karamchand Gandhi’nin, “Çoğunluğun onayı yanlışı doğru yapmaz,” saptamasının altını çizerek, Immanuel Wallerstein’ın, “Katolik olmayanlar kimin Papa olacağını umursamalı mı? Elbette,”[2] saptamasını paylaşmadığımızı belirtelim.

Bu Ne Şiddet,Bu ne Celal?(Yada Gulyabani Kim?)

“İnsan çıtır ekmeği ısırdığında,Kırıklar dolar kucağına,İşte orası umudun tarlasıdır.Ve orada başaklar ağırlaştığında,Sayısız ah dökülür toprağa.”[1]

Şiir şöyle: 

“gencecik cocuklardık/ milyonlar kadardık/ haykırışlarımızla türkülerimizle/ güle oynaya/ Gezi’deydik/ meydanlardaydık.

Gulyabani!/ annelerimizin masalındaydı/ zifiri karanlıktı/ çıktı geldi/ esti gürledi/ BEŞimizi yuttu/ ONİKİmizin gözünü yedi/ yetmedi organlarımızı yedi/ yetmedi/ YÜZlercemizin kolunu bacağını kafasını kırdı/ sakat bıraktı/ kimimizi komaya/ SEKiZBiNden fazlamızı yaralı kodu.

Türkiye'de paradigma değişimi ve "Derin Kürdistan aklı"

Kapitalist dönemin en önemli başarısı kitleleri gönüllü aptallaştırabilmesi, hatta köleleştirebilmesidir.Kendi çıkarlarının nerede olduğunun rasyonel bir analizini yapamadan,kitleler egemen yapının çıkarlarının kendi çıkarları olduğu yanılsamasının etkisinde ömürlerini geçirirler.Seçimlerini bu doğrultuda yaparlar,yeni nesilleri bu doğrultuda yetiştirirler.Hukukun üstünlüğüne inanırlar ve hukuk adı verilen sistem makyajının onların haklarını korumak için varolduğunu zannederler.Halbuki ezenler/ezilenler veya egemenler arası yerel/global çelişkiler suüstüne çıktığında il

Yolsuzluk

2010 yılında Anayasa refarandumu onaylanması için Maltepe meydanında halka hitaben yaptığı konuşmada Başbakan R.T.Erdoğan şöyle diyordu '' merhum Menderes'lerin biz bu yola çıkarken kefenimizi de yanımıza aldık'' dedikleri gibi,''biz kefenimizi zaten yanımızda taşıyoruz'' sözlerini şaşkınlıkla dinledim.Bir başbakan vatandaşlarına ''nasıl böyle bir şey der'' diye düşündüm.Ne yapmış olabilir ki ''kefene'' gerek duyulsun.Bu sözün ne anlam taşıdığını bugün daha rahat anlayabiliyorum.

Beni ve hamile eşimi çırılçıplak soydular!

Dışişleri eski bakanı Coşkun Kırca'nın, Kürt milletvekili K'ye cevap vermek için çıktığı meclis kürsüsünde, "Türkiye'de her Türk vatandaşı Türk'tür. Hepsi Türk'tür. Kendi vicdanınızda bunu hissediyorsanız öyledir; ama kendiniz sapmışsanız o zaman size ancak susmak ve susanlara karşı Türk devletinin gösterdiği sabırdan istifade etmek düşer, daha fazlası değil…"dediği günlerdi.

Hukuk Mu Dediniz?

Güney Afrika Cumhuriyeti'nde, emperyalist bir tekelin çıkarları uğruna maden işçilerinin katledilmesi (16.08.2012)

Burjuvazi ve onu hizmetindeki kalem erbabı; “hukuk”, “adalet”, “hukukun üstünlüğü”, “yargı bağımsızlığı”, “bağımsız Türk mahkemeleri”, “demokrasi” “insan hakları” gibi kavramları çok sever. Her fırsatta bunları dile getirirler. Burjuvaziyi tanımayanlar; “bunlar ne kadar da adalet ve hukuk düşkünüymüş” diye hayret içinde kalır ve alıkışlarlar, kendi zayıf “hukuk düşkünlüklerinnden" ve  zayıf “adaletli” oluşlarından utanır olurlar.

 

Sayfalar