Pazar Haziran 16, 2024

Birer Birer Duran Mohikan Yürekler ve Düşündürdükleri (Emre Erdal)

Gözünü açtığı yüzyılın devrimci başarılarıyla kanatlanan, yenilgilerine derinden hüzünlenen, yoldaşları düştüğünde ağlayan, kavga saatinde ise şahinleşen, düşlerinin ardından hesapsız yürüyen, pek çok şeyi yarım yaşayan ama zorunluluklarından kurtulmuş bir dünya sevdasından asla vazgeçmeyen bir devrimci kuşağın artakalan mohikanlarını birer-ikişer kaybediyoruz.

Bir önceki kuşaktan Deniz, Mahir ve İbrahim gibi rol modelleri olan; cüret, samimiyet ve değerlerine bağlılık dışında hiçbir akademik ünvanı, medyatik şöhreti olmayan, esasen buna ihtiyaç da duymayan çıplak yürekli adsız direniş abideleriyle erken vedalaşmak acı veriyor. Hele de hak edilmeyen bir dağılma ve yalnızlaşma ikliminde…

1954 yılında Dersim’de başlayan ve 12 Ekim-2021’de İsveç’in Göteborg kentinde biten bir yaşam serüveninin ve mücadele parkurunun evrelerine en genel hatlarıyla bakıldığında dahi, çok boyutlu malum ulusal, sosyal ve sınıfsal toplum gerçeğiyle karşılaşıyoruz.

Bir Mohikan’dan, Musa Yavuz’dan söz ediyoruz…

Mazgirt’in Manekirek köyünün yoksul dünyasında başlayan yaşam yolculuğunun İskenderun durağında işçilik (1976), İstanbul durağında (1977) inşaat ustalığı, taşeronluk, Gülsuyu gecekondu mahallesinde TKP(ML) ile tanışma ve giderek yarı aktif tarzda yerel faaliyetlerine katılma, o yılların başat toplumsal hareketlerinden olan “gecekondu hareketleri”nin en bilineni olan Ümraniye 1 Mayıs Mahallesi’ne karşı devletçe girişilen ve 12 kişinin ölümü, onlarca kişinin polis kurşunuyla (bu arada kendisinin de kalçasından) yaralanmasıyla sonuçlanan yıkım saldırısına karşı halk direnişine katılma, ardından gelen tutukluluk ve Toptaşı cezaevi dönemi…

1978 başlarında tahliye ve bir süre sonra da yurt dışına çıkış…

1981 Mayıs’ında, çok sevdiği ve köklü bir saygıyla bağlandığı ağabeyi Ahmet Yavuz (Hamido) yoldaşımızın devlet güçlerince katledilmesinin yüreğine düşürdüğü ve bir daha hiç sönmeyen ateşin de harladığı ileri atılım…

1983 baharında kalabalık bir grup yoldaşıyla birlikte Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde oluşturulan TKP(ML) askeri kampına katılım, Ortadoğu parti organı mensubu olarak sorumluluk üstlenme, Suriye çalışmaları, Halep’te Muhaberat’ça (Suriye İstihbarat Servisi) yakalanıp işkenceli sorguya tabi tutulma ve ardından gelen hapis dönemi (1984)…

Halep hapishanesinden çıkış, silahlı bir TKP(ML)-TİKKO timinin başında Türkiye’ye giriş denemesi esnasında sınır devriyeleriyle çıkan ve iki jandarma erinin ölümüyle sonuçlanan çatışmadan başarıyla çıkış, Ortadoğu’da güvenlik koşullarının ortadan kalkmasıyla 1985 yılı ortalarında iltica talebinde bulunmak amacıyla hava yoluyla önce Fransa’ya ve ardından Yunanistan’a yapılan başarısız giriş denemeleri, her iki ülke ilgili bakanlıklarınca Suriye’ye teslim edilişi, yeniden Muhaberat sorguları… Sonuçta Birleşmiş Milletler İltica Komiserliği aracılığıyla 1985’in ikinci yarısında İsveç’e geçiş, diaspora serüveni ve de ömrünün son anına kadar devam eden Hamido boşluğu, KAYPAKKAYA sevgisi/sadakati…

***

Çoklu faktörlerin birikimiyle oluşan her sürgün ölüm gibi Musa Yavuz’un “ani” kaybı da son yarım yüzyıllık tarihimiz bakımından önemli dersler içeriyor.

Burada devletten, onun muhafızlığını yaptığı kapitalist haydutluktan yana söylenecek fazla söze gerek yok. Zira onlar, hoyratça bir sınıfsal tahakkümün gereğini icra ediyorlar. Esaret altındaki etnik ve inanç topluluklarını hedef alan soykırımlar, tekil ve toplu cinayetler, tabii yaşam sahalarının barbarca tahribi, zorla göçürme, her yaş ve cinsten emekçinin yarattığı toplumsal zenginliğin küçücük bir kastın lehine yağmalanması, tüm bu örgütlü kötülükleri gizlemeye çalışan kurumsal yalanlar ve de komünistler ön sırada olmak üzere bu sınıfsal egemenlik formuna itiraz eden muhaliflerin başına getirilenler. Yani kurumsal işkenceler, sistemli takibatlar, kim vurduya gitmeler, sürgünler ve sürgün mekânlarına dahi taşınan organize cinayetler, yeni suikast tasarıları, kurbanlık isim listeleri…

Yaşamlarının bir aşamasından sonrasını yalnızlık içinde geçiren yoldaşlarımızın ve çoklu acılar içinde beden ve ruh sağlıklarını kaybeden, erken ölümlere sürüklenen devrimcilerin sayısı az değildir.

Her biri birkaç kadim dostu veya aile ferdinin desteğiyle, çoğu zaman ise yalnızca kendi bilinç, irade ve öz değerleriyle hayata tutunmaya çalışan emektarlarımızın kendi kaderleriyle baş başa kalmaları kabul edilebilir bir durum değildir. Öngörülen değerler, uğruna mücadele edilen insan ilişkileri normlarıyla hiç de bağdaşmayan mevcut tablonun kanıksanmasına, sürgit devamına cevaz vermek, göz yummak aynı derecede anormaldir.

Peki bu ne demektir ve gerekleri nelerdir?

Öncelikle, yüz akı bir direniş tarihinin oluşmasında ve bu günlere taşınmasında Musa Yavuz gibi nice adsız militanının paha biçilmez katkılarını bilmek, teslim etmektir. İkinci olarak, ölümlerinin ardından bol emojili, nostaljik fotoğraflı, ışıklı/yıldızlı taziye mesajlarından daha çok, onlar hayattayken yalnızlaşmalarının, içine kapanmalarının, yaşamlarını idame etme güçlüklerinin sebeplerine, kalıcı çözüm yollarına kafa yormaktır. Uzun hapis, dağ ve yeraltı yaşam formlarının ardından sivil yaşama adapte olmakta zorlanan mensuplarını ve taraftarlarını gereği gibi koruyup zamanla da yeni biçimlerde mobilize edecek dayanışma kültürünü ve bunun kurumsal ağlarını yaratma sorumluluğunu, “hele bir iktidara gelelim, sonra icabına bakarız”a ertelememektir. Bir yandan bin bir emek ve bedelle kazanıp diğer yandan kaybeden bir hal tarzını kültür haline getirmemektir.

Üçüncüsü ve değerlerimize uygun bir seçenek olarak, komün evleri, çoklu işlevlere sahip komün yerleşkeleri yaratmak ve buralarda yaşamak isteyenler için minimum kollektif geçim, bakım ve eğitim olanakları oluşturmaktır.

Dördüncüsü, tercihen uzaklaşanları değil ama küçük kırgınlık ve güvensizliklerin, tali plandaki görüş ayrılıklarının yanlış yöntemlerle ele alınışının ya da ihmalkârlıkla sümen altı edilmesinin neden olduğu yalnızlıkları etkin, yaratıcı, ortak paydaları merkezine alan çabalarla gidermektir…

Beşincisi, günümüze dek süregelen sol (ve tarihimiz) içi müzmin kimi döngüsel sorunların 12 Eylül ile başlayan yenilgi ve çözülme sürecinin artçı dışavurumları ve postmodern ideolojik pandemiyle olan bağını doğru kavramak, bunun gereği olan etkili politikalar geliştirmek, dağılan dinamik fragmanlarını toplamak, çoğaltmak ve samimi her birlik çabasına ivme kazandırmak olabilir…

Altıncısı, yitirdiklerimizin kıymetli anılarına saygının da bir gereği olarak, mücadele deneylerinin tanıklıklarını, varsa zihinsel-sanatsal ürünlerini özenle arşivlemek, bir devamlılık kültürü inşaa etmek ve politik-kültürel mirasımız olarak sonraki kuşaklara aktarmaktır.

Dost düşman, parça bütün, orijinal kopya ilişkilerini birbirine karıştıran ve sosyal medya aleminde serili bulunan devlet güdümlü trol ve misyonerlik ağlarının manipülasyonlarına takılarak raydan çıkan sol naifliğin dramı yersiz parçalanmaları tetikleyen yanlışlarla da çakışınca, durumun vehameti daha da ağırlaşıyor. Zira bu durum, bir gözünü devletin üzerinden ayırmaması gereken komünist solun kapalı devre didişmeleri ve yetersizlikleri sistem sahiplerinin birbirinden farklı yeni tipteki ideolojik, politik, medyatik ve polisiye operasyon tekniklerinin yıkıcı etkisini, oluş(turul)an kaotik ortamda sahne alan tuhaf aktörlerin, gönüllü kayyum adaylarının işlerini kolaylaştırabiliyor.

İşte böyle zamanlarda gözlerimiz Musa’yı, Musavari içtenliği, asli değerlerinden şaşmamayı, bilince dayalı sınıfsal öfkeyi, dünyayı değiştirme motivasyonunu daha çok arar oldu. Cervantes’in iyi yürekli, sevgi, inanç, adalet ve hakkaniyet duygusu yüklü baş kahramanına taş çıkartan bir sınırsızlık, eşitlik ve özgürlük aşkına sahipti Musa.

Onun 2007 yılında Belge Yayınları arasında ilk cildi yayınlanan Sanala Romanan (Sanalın Romanı) başlıklı çalışmasına göz atanlar bu gerçeği daha iyi görürler. Musa’nın roman denemesinde her ne kadar dil, tarih, felsefe, kültür, kurgu ve olgular kıran kırana birbirine girmiş de olsa, iki şey bütün berraklığıyla doğal mecrasında yoluna devam eder: Eşitlik ve adalet tutkusu, özgürlük ve sınırsızlık aşkı!

“Yazmakta senin neyine, sen daha dile bile hakim değilsin” demeye getirenlere aldırmadan ve hiçbir komplekse kapılmadan yazıyordu Musa. “Kim demiş köy dünyasının delikanlıları ve Bekaa vadisinin silahlı sıra neferleri yazamaz” dercesine yazdı…

Eğilmeyen Mohikan duruşuna, onurlu ve cesur yürek devrimci kalkışmasına olanca saygı ve sevgiyle.

2980

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar