Cumartesi Haziran 15, 2024

ATEŞ ALTINDAKİ KÜRDİSTAN :Umut Munzur

Devletin AKP eliyle başlatmış olduğu “süreç” 7 Haziran seçimleri sonrasında Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle buzdolabına kaldırılmıştır. Süreç bitmiş değil fakat dondurulmuştur. Gelişmelere bağlı olarak yeniden fırına verilmeyi beklemektedir. Bu haliyle beklemede olan “süreç” yeni bir “süreci” doğurmuştur. “Yeni süreç” topyekün saldırı ve yıldırma politikalarıyla hayata geçirilmek istenmekte, Kürt Özgürlük Hareketi’nin kazanımlarına ket vurmayı mümkünse bu kazanımları yok etmeyi hedeflemektedir. “Barış süreci” olarak ifade edilen sürecin taraflarından biri olan TC devleti “tek dil, tek millet” olarak kodlanmış resmi ideolojisinden taviz vermeden oyalama ve aldatma üzerine kurduğu politikalarıyla masaya oturmuştur. Nihai hedefi ise çeşitli kırıntılarla Kürt Özgürlük Hareketini tasfiye etme, Rojava ulusal demokratik devriminin kazanımlarını engellemektir. Rojava’da savaş halinde, Kuzey Kürdistan’ın da ise “barış” halinde olma durumunun uzun vadede sürmesi mümkün değildi. Bunun mümkün olmadığı da gelişen “yeni süreç” le birlikte ortaya çıkmıştır. Özünde Kürt Özgürlük Hareketi ve TC devleti her iki alanda da savaş halindeydi ve bu savaş hali tüm şiddeti ve diplomatik alandaki girişimleriyle devam etmektedir. TC devletinin esas kaygısı Rojava ulusal demokratik devrimi sonucu ortaya çıkan kazanımların kalıcılaşması ve bunun Kuzey Kürdistan topraklarına olan etkisidir. Masada ve sahada süren savaş durumu nihai sonuca ulaşmış olmasa da TC devleti zararlı çıkmakta, Kürt Özgürlük Hareketi ise kazanımlarla ilerlemektedir. Bu haliyle yeni taktik politikalarla her iki alanda da savaş durumu sürmektedir.

Savaşın Nedenleri ve Tarafları kimlerdir?

 Bu savaş kendiliğinden ortaya çıkmamış ve kendiliğinden ilerlememektedir. TC Devletinin kurulduğu günden bu yana Kürt Ulusuna yönelik baskı-imha-yok sayma ve asimile etme üzerine kurulu resmi ideolojisi bu savaşı başlatmıştır. Bundan dolayı savaşı başlatan TC Devleti’dir. Kim bu savaşı başlattı yada ilk kim ateş etti saflığına düşmeden bu gerçeklik kabul edilmelidir. Tek Dil, tek millet, tek devlet ile kodlanan TC Devlet geleneği savaşın başlatan taraf durumundadır. Kürt Özgürlük Hareketi ise uygulanan bu ulusal baskı ve imha politikalarına karşı ezilen ulusun temsilcisi, milli zulme karşı savaşan taraftır. İki tarafında savaştığı doğrudur fakat biri haksız bir savaş yürütürken diğeri haklı ve meşru bir savaş yürütmektedir. Genel bir kavram/olgu olarak savaşa karşı çıkmak ve barış talebinde bulunmak kimsenin karşı çıkamayacağı bir durumdur. Akli dengesi yerinde olan kimse savaş istemez ve kimse barış olmasın demez. Fakat ulusal ve sosyal kurtuluş savaşları yaşadığımız dünyanın gerçeğidir. Bu gerçeğe gözünü kapatıp salt “savaşa hayır” demek hâkim sınıfların değirmenine su taşımaktır. Somut durumda TC Devleti ile Kürt Özgürlük Hareketi arasında süren savaşta, ulusal demokratik talepler ifade edilmeden ve desteklenmeden yapılan “barış çağrıları” ezen ulusun imtiyazlarını, ezilen Kürt ulusunun uğradığı milli zulmü dolaylı yollardan desteklemek anlamına gelir. Kürt Özgürlük Hareketi’nin ezilen ulusun çıkarları doğrultusunda ortaya koyduğu kimi pratikler ve onun uzlaşmacı niteliği eleştiri konusu olmaktan öteye bir şey ifade etmez. Kimi kesimlerin bu durumu sosyal-şoven kimliklerine kalkan etmeye çalışmaları yanıltıcıolmamalıdır. Kürt Özgürlük Hareketi handikaplarına ve tutarsızlıklarına rağmen yaşadığımız coğrafyada özgürlük ve demokrasi mücadelesinin önemli ve en etkin gücü konumundadır. TC devleti açısından en tehlikeli ve onu en fazla zorlayan hareket Kürt Özgürlük Hareketi’dir. Kürt Özgürlük Hareketi Rojava’da ciddi kazanımlar elde etmiş, Kuzey Kürdistan’daki örgütlülüklerini büyüterek eskiye göre daha kitlesel bir güce ulaşmıştır. Hariçten gazel okuyan “çokbilmiş solcular”ın “teslim olacaklar”, “tasfiye edilecekler” kehanetleri tutmamıştır. “Barışa da Savaşa da Hazırız” sloganı pratikte ispatlanmıştır.

Barışa da Savaşa da Hazırlıksız Türkiye Solu

Savaş ve barış tartışmaları devam ederken, Kürt Halkı katliamlardan geçirilirken Türkiye Solu bir bütün olarak sınıfta kalmayı yine ve yeniden başarmıştır. Kürt Özgürlük Hareketine barışması, silah bırakması, düzen içerisinde, “siyaseten” sorunların çözülebileceği aklını veren reformist kesimler suskunluk içerisindedir. Reformist kesimler, devletin zulmü karşısında toplumun önemli bir kesiminde AKP’nin seçimlerden istediği sonucu alamadığından dolayı savaşı başlattığı algısı güçlüyken bunu örgütleyecek ve barış talebini kitlesel bir güce dönüştürecek politik varlığı gösterememiştir. Tersinden “sürecin” tasfiye, aldatma üzerine kurulu olduğu gerçeğini ifade ederek temkinli ve kaygılı yaklaşan Devrimci Hareket ise savaş durumunda varlık gösterememektedir. Demokratik alan sınırlarını aşamayan, yetersiz, kitlelerin öfkesini sokağa, eyleme taşıyacak, hesap sorma pratiği anlamında ciddi bir varlık gösterememektedir. Kürt halkı zulüm ve katliam altında kuşatılmışken, K.Kürdistan’ın küçük ilçelerinde muazzam bir direniş örgütlenirken bu sessizliğin, biz söylemiştik ukalalığını geçemeyen pratiğin, kimin hangi sürece nasıl hazırladığı gerçeğini ortaya çıkarmıştır.

 7 Haziran Sonrası ve HDP

7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo devletin tüm kurumlarında kendi kliğinin denetimine sokan AKP’ye istediği sonuçları vermemiştir. Birinci parti olmasına rağmen tek başına “iktidar” olmayı sağlayamamıştır. Bu sonucun ortaya çıkmasında Kürt Özgürlük Hareketi’nin önderliğinde oluşturulan Halkların Demokratik Partisi’nin başarısı vardır. Ülkemizin koşullarında kitleleri peşinden sürükleyen, ona önderlik eden komünist-devrimci bir hareket olmadığından HDP çizgisi bile kabul edilebilir bir noktada görülmemektedir. Halkların Demokratik Partisi’nin reformist bir niteliğe sahip olması bu gerçeği değiştirmemektedir. HDP’yi ne kadar geriye çekebilirse ne kadar daraltırsa kendini o kadar başarılı olacaktır. Bu Mecliste oluşacak sayısal hesaplarla sınırlı bir durum olarak görülmemelidir. HDP Kürdistan’da AKP’yi sandığa gömmeyi başarmıştır. TC Devletinin Kürdistan’da ki varlığı AKP eliyle hayat buluyorken onun sandığa gömülmüş olması, önceki seçimlere göre dip noktasına varması, bir bütün olarak TC Devletini büyük ve içinden çıkılmaz bir kaygının içerisine sokmuştur. Kaygılarında haklılar çünkü Kürt halkı uzun yıllardır süren oyalama, aldatma politikalarına tepkisini sandığa yansıtmış, tarafını Kürt Özgürlük Hareketi’nden yana ortaya koymuştur. K. Kürdistan’da 7 Haziran seçimlerinde ortaya çıkan tablo ve Rojova’daki gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde sonu. hakim sınıflar açısından tam bir kabus anlamına gelmektedir. Aldatma, oyalama ve tasfiye olarak planladıkları süreç tutmamıştır.HDP, 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu performansı ve başarıyı seçim sonrasına taşıyamamıştır. Onlarca devrim-yurtseverin katledilmesine rağmen yeterli bir karşı koyuş örgütleyememesi onun niteliğiyle bağlantılıdır. Kuzey Kürdistan’da katliam ve direniş yaşanırken saldırılardan HDP’de payını almıştır. Ciddi çatışmaların yaşandığı bu süreçte özellikle batıda üstlenmesi gereken misyonunu yerine getirememiştir. TC devletinin Kuzey Kürdistan’da uyguladığı tüm saldırganlık ve vahşetine rağmen batıda adeta bir sessizlik söz konusudur. HDP, 7 Haziran seçimlerinde ortaya koyduğu kitleselliği ve mücadeleyi sokağa yansıtamamış kitlelerde karşılığını bulacak barış talebini bile etkili bir politika olarak örememiştir. Seçimlere, meclise olduğundan farklı misyonlar biçenlerin yaşadığı “şok”, “Bizler Meclise” girince sorunları çözeceğiz boş iddiası, birkez daha faşist devlet gerçeğiyle karşılaşmıştır. Koalisyon tartışmaları sürecinde “ülkeyi hükümetsiz bırakmayız” , “CHP-MHP hükümetine destek veririz”, “AKP-MHP hükümeti savaş hükümeti olur”, “AKP-CHP hükümeti makul olandır” vb. açıklamalar HDP’nin niteliğini ve gerçeğini göremeyen gözlere, duyamayan kulaklara bir kez daha kendini göstermiş ve duyurmuştur. HDP’nin 7 Haziran seçimlerinden sonra meclis başkanlığı, koalisyon ve bakanlık gibi meselelerde gösterdiği tavırların 1 Kasım seçimlerinde bu partiye yönelik tavrımızı belirleyecek esaslı etkenler olarak görmemek gerekiyor. HDP’nin bahsini ettiğimiz meselelere dair yaklaşımı onun reformist niteliğiyle uyumludur.

1 Kasım Seçimlerinde Ne Yapmalıyız

Seçimlere katılma yâda katılmama kararını taktik bir politika olarak ele alanlar açısından üç yol bulunmaktadır. Birincisi; boykot, İkincisi; bağımsız adaylar, Üçüncüsü; HDP’nin desteklenmesi/ittifak kurulmasıdır. İlk ikisinin, sübjektif güçler ve objektif durum değerlendirildiğinde kitlelerde karşılığı bulunmamaktadır. Sorunu “ilkesel” olarak ele alanlar açısından 1 Kasım seçimleri, ‘örgütü koruma’, teşhir ve propagandayla sınırlı bir faaliyeti tercih etmekten öteye bir anlamı ve karşılığı olmayacaktır. Her iki tavrın sistemi sıkıştıracak, onu krize sokacak etkisi bulunmamaktadır. Kürt Özgürlük Hareketi açısından hali hazırda boykot gündemi bulunmamaktadır. Türkiye Solu’nun, Kürt Özgürlik Hareketi’ni hesaba katmadan alacağı boykot yada bağımsız adaylar çabalarının somut koşullarda bir kazanımı olamayacaktır. 1 Kasım seçimlerinde tavrımızı belirleyecek olan Kürt Özgürlük Hareketi’nin yürüttüğü mücadele ve ortaya koyduğu talepler olmalıdır. Belirleyici olan esas nokta Kürt Özgürlük Hareketi’nin demokratik muhtevasıdır. Onun, hakim ulusun imtiyazlarına ve ulusal baskısına karşı savaşması ve mücadele etmesi desteklemek için yeterlidir. Mecliste HDP’nin oluşturacağı grup, ezilen Kürt ulusunun maruz kaldığı ulusal baskı ve haksızlığa karşı yürüttüğü mücadelenin bir alanıdır. Demokratik alan olarak ifade edilen mücadele alanının önemli bir parçası, Kürt özgürlük mücadelesinin önemli bir bileşenidir. Ezilen ulusun haklı ve meşru mücadelesinin bir parçası olarak parlamento kürsüsü kullanılmaktadır. Kürt halkı büyük bedeller ödeyerek burayı mücadelenin bir mevzisi haline getirmiştir. Bu alanın korunması ve ileri taşınması önemlidir.1 Kasım seçimlerine giden süreçte TC devletinin baskı ve katliamlarını yoğunlaştırarak sürdüreceği açıktır. Kürdistan’ın çeşitli illerinde tutsakla hapishanelerin doluluğu gerekçe gösterilerek hiçbir masraftan kaçınmadan uçaklarla Karadeniz bölgesinde bulunan hapishanelere taşınmaktadır. Şuan devam eden tutuklama terörünün artarak devam edeceğinin işareti olarak görülmelidir. Şehir ve gerilla merkezlerinde yurtsever güçlere yönelik operasyonlar tüm hızıyla sürmektedir ve seçim süreci boyunca bu operasyonlar devam edecektir. Devam eden infazlar, gözaltılar, tutuklamalar ve imhaya yönelik operasyonlar karşısında Kürt halkının direnişi ve karşı koyuşu da buna paralel yükselecektir. 1 Kasım seçimlerinde seçim çalışmalarından, oy kullanmaya, oyların sayılmasına kadar her türlü provokasyon ve saldırı denenecektir. Her gün çocukları katledilen, sokağa çıkma yasakları, köy boşaltmalarla, infaz ve tutuklama terörüyle ateş altındaki Kürt halkının yanında olmak devrimci bir görevdir. Bu dayanışma ve mücadeleye sahip çıkmak, demokratik alanlarla sınırlı olmamalı, ne kadar olanak varsa dayanışma ve mücadeleye seferber edilmelidir. Tüm bu gerçekler düşünüldüğünde Kürt Özgürlük Hareket’inin 1 Kasım seçimlerine yönelik tavrı devrimci-demokratik tüm güçler tarafından belirleyici olmalıdır. Bu bağımsız politika belirleyememe, kuyrukçuluk anlamına gelmemektedir. Türkiye Solu’nun reformist ve devrimci tüm kesimleri belirleyecekleri politikada Kürt Özgürlük Hareketi’ni hesaba katarak, onun yanında ve tüm alanlarda dayanışma içerisinde olması gerekmektedir.

Umut MUNZUR

43547

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar