Pazar Haziran 16, 2024

Aslolan Kitlelerin Devrimci Kalkışmasıdır

Faşist Türk devleti, ekonomik krizi derinleştikçe daha fazla saldırganlaşıyor. Son olarak HDP’e ve ilerici aydınlara karşı yapılan toplu tutuklamalar, saldırganlık sınırının burada bitmediğini ve bitmeyeceğini göstermektedir. Faşist iktidardan saldırganlıkta,  duraklama beklemek ya da burjuva demokrasisinin olası “yumuşaklığını” beklemek, siyasi körlükten öte, burjuva muhalefetin kitleleri oyalama ve faşist devlet yönetimine payanda etme taktiğidir.

Türk tekelci emperyalist devletinin, kitlelerin demokratik odaklarına, her türlü ilerici örgütlenmesine karşı saldırıları, onları yok etmek istemesi kaçınılmazdır. Çünkü onun bugün içinde bulunduğu ekonomik ve siyasi durum, faşist saldırganlık üzerine kuruludur. Faşist saldırganlığı gevşettiği anda ekonomik krizin derinleştiği bir süreçte kitlelerin ekonomik demokratik hak mücadelesinin gelişeceğini görmektedir.

Tekelci burjuvazi, ekonomik ve siyasal krizini, işçi sınıfı, Kürt Ulusal Hareketi ve diğer ilerici muhalefeti sindirerek aşmak istiyor. Çünkü “burjuva demokrasi”nin normlarının uygulanması halinde sermaye birikimini gerçekleştiremeyeceğini görmektedir. İçte ve dışta sürekli bir savaş halindedir. Uzun bir süredir uluslararası alandaki kapitalist gelişmede bu yöndedir.

Erdoğan başkanlığındaki bilimum faşisti koalisyon iktidarının seçimle gideceğini var saymak  ya da beklemek, burjuva muhalefetin en alçakca kitleleri oylama taktiğidir. Erdoğan yönetimi, esas olarak  2010 yılından bu yana, burjuva demokrasisinin, “seçimle gel, seçimle git” o yönünü bütünüyle kapatmıştır. Kitleler, tarihi GEZİ ayaklanmasıyla bunu yıkmak istemesine karşın başaramadı. Başta CHP olmak üzere, tekelci burjuva devletinin bütün irili ufaklı burjuva muhalefeti bunu bilmelerine karşın, kitleleri oylayarak faşizme destek olam taktiğini yürütmektedirler. Bu onların görevidir ve kapitalist devletin istemlerini yerine getirmektedirler.

Sorunun esas yanı, burada, “var olduğunu” söyleyen devrimci muhalefetin yokluğudur. Devrimci muhalefet; ilerici, demokrat, devrimci ve komünistlerin, faşist iktidar karşısında en asgari programla bir birilik oluşturamamalarıdır. “Faşizme karşı birlik” propagandaları yapılmasına karşın, ortada somut bir oluşum ve eylem söz konusu değildir. Bir kısmı, tam da Türk devletinin istemleri doğrultusunda, mümkün olduğunca Kürt Ulusal Hareketi ve onun bileşenlerinden uzak duruyorlar. Sosyal şovenist politikaları nedeniyle ülkenin en önemli aktif demokratik muhalefetinden uzak kalarak faşizmin işini kolaylaştırıyorlar. Revizyonist, reformist, oportünist ve sosyal şovenist politikaların tarihsel işlevlerinden biri de budur. Bunlar, CHP ve eli kanlı tescilli “iyi” faşist M. Akşener’den muhalefetlik görevi bekliyorlar.

Faşizm karşısında en asgari demokratik programda birleşemeyenler, ne faşizmi geriletebilirler ne de işçi sınıfı ve emekçileri örgütleyerek faşizme karşı mücadeleyi geliştirebilirler. Böylesi bir taktik izleyenler faşizm karşısında ezilmekten kurtulamazlar.

Faşist iktidarın yıkılması, ancak ve ancak işçi sınıfı ve emekçilerin büyük kitlesel kalkışmaları ile gerçekleşebilir. Bu görülmelidir. Kitlelerin susturulduğu, ezildiği, en küçük demokratik odakların ve olanakların yok edildiği ve genel anlamda faşist devletin vahşi terörü karşısında hareketsiz bırakıldığı bir ortamda; yukarıda belirttiğim faşizme karşı birleşik cephe ya da birliğin oluşturulması yanında; devrimcilere düşen çok önemli başka görevlerde vardır. Faşizme karşı aktif savaşmak. Bunun içinde çelikten örgütlenmeler yaratarak ve TDH militan tarihinden öğrenerek onu aktif hale getirmektir.

Uzun bir zamandır TDH üzerinde muazzam bir reformist ve onu “sol” olamaktan çıkaran revizyonist anlayışlar egemen hale gelmiştir. Çünkü, büyük bir çoğunluğu  işçi sınıfından kopmuş, ya parlamenterizminden medet umar hale gelmiş ya da MLM diyalektik materyalizmin dünya görüşünden uzaklaşarak liberal etkilerin güzergahlarında yol almaya çalışmaktadırlar.

Ölüm oruçları (bunu gerçekleştirenlerin devrimci kahramanlıkları tartışma dışıdır) gibi bireysel eylemler kitleleri harekete geçirmekten uzak olduğu gibi, tersi bir etki yaratmaktadır. Ama bir “Ankara Yüksel” eylemleri daha ciddi ve olumludur.

 Mücadeleyi geliştirmenin temeli işçi sınıfı içinde azimli, karalı, sabırlı örgütlenmeyi geliştirmektir. Bunun dışında faşizme karşı bin bir türlü devrimci taktikler vardır. Kaypakkaya’ların, Deniz Gezmiş’lerin ve Mahir Çayan’ların devrimci mücadelelerinden, dogmatizm ve şablonculuktan uzak , ama “somut koşulların somut tahlili” ışığında öğrenmek şarttır. “Sol” liberaller onların mücadelesini TDH’nin devrimci havızasından silmeye çalışmaktadır. Üzülerek söylemek gerekir ki; onların ihtilalci ruhu önemli ölçüde revize edilmiştir.

Faşizme karşı mücadele kitlelerin olmadığı, kitleleri harekete geçiremeyecek “uzak diyarlarda” değil, bizzat kitlelerin yoğun olduğu ve faşizmin karargah kurduğu (şehirler) alanlarda, faşizme karşı ihtilalci mücadele yürütülebilir.

Bugün TDH, işçi sınıfından uzaklaşmanın, diyalektik materyalizm yerine küçük burjuva düşünceleri egemen kılmanın ve MLM olan inancın erozyona uğratılmasının bedelini ağır bir şekilde ödemektedir. Bu ancak, sosyalizm perspektifinden sapmadan; örgütlenmede, çalışma tarzında, mücadele taktiklerinde işçi sınıfının ihtilalci ruhu kuşanılarak aşılabilir.

26.09.2020

3845

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Kaypakkaya’yı sevmek (Deniz Faruk Zeren)

Kim, ne zaman onun ismini ansa devletin en katı, en soğuk, en acımasız yüzüyle karşı karşıya kalıyor!

Kim ne zaman onun fotoğrafını assa, taşısa, devletin sorgularıyla, kelepçesiyle, zındanlarıyla tanışıyor!

Kim, ne zaman onu sevdiğini, izinde yürüdüğünü söylese vay haline!

Bu dünyada, bu ülkede sevilmesi suç olan kaç insan var?

On yıllar önce katledilmiş, katilleri açığa çıkarılmak bir yana korunup gizlenmiş, mezarına giden yollara bile karakollar kurulmuş, adına yazılan şarkılar yasaklanmış bu insan güzeli, İbrahim Kaypakkaya’yı sevmek neden suç?

“Özgür yaşa ya da öl” (Nubar Ozanyan)

Sömürgecilik pratiği ve politikası hemen her yerde ve anda benzerlikler taşımaktadır. Amerika’dan Fransa’ya, Hollanda’dan Portekiz-İspanya’ya uzanan sömürgeci tarihin işgal ve yıkıma dayalı ayak izleri hep aynıdır. Sözde yoksul ve geri kalmış ülkelere medeniyet götüren uygar ülkeler(!) sömürgeci tarihlerini kolonyal çıkarlarına göre yazarlarken yerli halklar ise tarihi direniş ve isyanla yazmaktadır. Bu hikaye, yeni biçim ve kodlarda sürdürülse de özü ve gerçekliği hep aynı kalmaktadır.

Kaypakkaya ardılı hareketin bölünme ve ‘birlik” sorunu üzerine

  1. Çok parçalılık, bölünme/kopuşma ve ayrışma sorunu.

‘Yakın tarih’ olarak, 1968 süreci ve 1970 başlarında ortaya çıkışı itibariyle ele alındığında görülecektir ki Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi (TKKDH), sınıflı toplum gerçekliğinin doğal bir gereği olarak da zaten parçalı/çok bölüklü olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Bu, elbette anlaşılır ve kabul edilebilir bir durumdur.

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

Sayfalar