Pazar Haziran 16, 2024

"Ağzında zeytin dalı tutan sırtlan"1

Türk devleti, Rojava Kürdistan’ı işgal ederken, işgal hareketlerinin adlarını; “zeytin dalı” ve son olarak da “barış pınarı harekatı” koymakta bir sakınca görmemiştir. Hasan Hüseyin Korkmazgil’in bir şiirinde söylediği gibi; rolü oynuyor. Bütün emperyalistler ve işgaşlciler, bir başka ülkeye savaş açtıklarında ya da işgal ettiklerinde “barış ve huzur” için oraya girdiklerini ya da savaş açtıklarını söylerler. ABD’nin yakın zamanda Afganistan’ı, Irak’ı ve daha bir çok ülkeyi işgalinde ve saldırısında olduğu gibi. Barışın düşmanları, sıkça “barış”tan söz etmeleri, kendi gerçek yüzlerini gizlemek istemelerinden kaynaklanır.

Türk devletinin Afrin işgalinden sonra Rojava’yı işagal savaşı, bütünüyle Kürtlerin kazanımlarına yönelik top yekün bir saldırıdır. Türkiye-Suriye sınırı boyunca “güvenlik koridoru” dedikleri şey; Kürt nüfusunun yerlerinden edilmesi ve Türk devleti tarafından oluşturulan, “Milli Ordu” ya da “ÖSO” diye adlandırdıkları İŞİD’li çetelerin o bölgeye yerleştirilmesidir. Kürt nüfusun bölgeden ve topraklarından kovulması amaçlanmıştır. Bu bir etnik temizliktir.

Dört parçaya bölünmüş Kürdistan’ın kaderi, emperyalistler ve Kürdistan’ı işgal altında tutan ülkelerin elinde olmuştur. Geçmişten beri, İran, Türkiye, Irak ve Suriye devletleri, Kürt kazanımları karşısında birleşmilşler ve Kürtlerin bağımsızlıkları ve kendi kaderlerini özgürce tayin etmeleri önünde engel olmuşlardır. Bu engel, salt bir siyasal baskıyla değil, katlimlar ve her türlü faşist şiddeti yağınlaştırıp ve Kürtler üzerinde kurumsallaştırarak başarmışlardır. Bugün de yaşanan onun bir devamıdır.

Rojava Kürdistan’ın Türk devleti tarafından işgal edilmesinin nedenleri:

Birincisi, Türk devleti Kürt halkının tüm kazanımlarını yok etmek istiyor. Ve aynı zamanda Kuzey Kürdistan ile Batı Kürdistan’ı (Rojava) birbirinden koparmak istiyor. Bunu araya 30 km derinlikte bir “arap kemeri” ile yapmak istiyor. Şimdilik!

İkincisi, Türk devleti, Suriye’nin parçalanma fırsatından yararlanarak buradan toprak almak istiyor. Bunu, ABD, Rusya ve İran’a rağmen yapmak istiyor. Ve bu emperyalist güçler ile anlaşarak Afrin, Cerablus işgal etmiştir. 

Üçüncüsü; bütün emperyalistlerin Suriye üzerinde büyük hesapları vardı ve bu bitmiş değil. Özellikle ABD, AB, Türkiye, Suudi Arapistan, Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Suriye’nin cehenneme çevrilmesinde birinci derecede rol oynadılar. İran ve Rusya ise Suriye devletinin yanında yer alarak, Batılı emperyalistlere ve bağlaşıklarına Suriye’yi bırakmak istemediler. Rus emperyalizmi, bölgede etkinliğini yeniden sağlama fırsatını kaçırmadı.

Türkiye ise, Rusya’nın Suriye’de ağırlık koymasıyla birlikte, çok taraflı oynamaya başladı ve Rusya’nın oluru ile Kürtlerin önemli bir bölgesi olan Afrin’i işgal etti.

Rojava’nın işgali Rus emperyalist sermayesinin günümüz Çar’ı Putin, Ruhani ve Erdoğan’ın Ankara görüşmesinde netlendirilmiş ve yeşil ışık yakılmıştır. Suriye devleti’de kendisine “yar” olmayacak bağımsız ya da özerk bir Kürdistan’ın yıkılmasına razıdır. Afrin’de olduğu gibi Rojava’nın Kürtlerden temizlenmesine destek veriyor.

ABD ise, Türkiye’nin NATO’da kalmasının yanı sıra, Türkiye’nin iyice Suriye’ye yerleşerek gelecekte Rusya ve İran ile Türkiye’nin karşı karşıya kalmasının koşullarını yaratmak içinde “yeşil ışık” yakmış olabilme olasılığı göz önünde bulundurulsa da, sorunun özü emperyalistler arası bir anlaşmanın sonucu olarak görülmelidir:

Rojava’nın işgali ve Kürtlerin demokratik haklarının yok edilmesi ve Suriye’nin geleceği konusunda esas olarak ABD ve Rusya’nın anlaştığına dair emareler daha fazla gibi gözüküyor. Daha büyük emperyalist çıkarlar için “Kürtlerin feda edilmesi”, emperyalist haydutların nezdinde küçük bir teferruat olarak kalıyor.

Bu nedenlerle ABD emperyalizmi, Türk devletinin Rojava’yı işgaline yeşil ışık yakmış, hava sahasını ise bütünüyle açarak, işgali Türk devleti için iyice kolaylaştırarak, demokratik Kürt hareketi ve demokratik Rojava yönetiminin kısa zamanda boğulmasını amaçlamıştır. 

Türk devleti, Bölgede büyük emperyalistler arası çelişmeden yararlanmasını bilerek, kendi işgalci emperyalist emellerine, bir çok baskı, tehdit ve şantajlarla kendine yol açabilmiştir. 

Dördüncüsü; ABD emperyalizminin, Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG), Türk devletine karşı koruma gibi bir amacı olmaz ve olamaz. Her şeyden önce Rojava’nın toplumsal yönelimi kapitalizmin sermaye birikimi modelinin dışında bir modeldir. Yani, ilerici bir yönetim modeli ve uluslararası sermaye ile içiçe değildir. Emperyalist sermaye, sermayesini büyütecek ve daha fazla birikim sağlayacak pazarlar ister ve amaçlar. Rojava’nın böyle bir durumu söz konusu değil. Ama, işgalci Türk devleti ise uluslararası sermaye ile içiçe ve onun bir parçasıdır. Ve oldukça büyük bir sermaye ve meta pazarıdır ve bu pazar her geçen gün büyümektedir. Emperyalist bir güç, ilerici bir hareketi destekleyerek, onun bölgede kök sağlamasına destek olmaz, tersine köstek olur. Bugün ABD’nin SDG’ye yaptığı gibi.

Kürt Ulusal Hareketinin bundan ders çıkarması gerekir. Emperyalizmden asla dost olmaz. Çünkü emperyalizmin çıkarları ile ezilen halkların ve ezilen ulusların çıkarları birbirinin zıddıdır. 

Beşincisi; bölgede Rojava devrimi, diğer halkalara da örnek olabillir. Böyel bir potansiyel de taşımaktadır. Bu, hem AB’yi hem de ABD’yi rahatsız etmiştir. ABD, Suriye’deki petrol bölgelerindeki varlığını, Suriye devletiyle de anlaşarak koruyabilir. Suriye’nin güney’deki petrol bölgeleri şimdilik ABD’e bırakılmışa benziyor.

Altıncısı; Türk devleti faşist ve aynı zamanda emperyalist bir devlettir. Ortadoğu’da yayılmacı politika izlemektedir. Libya’da, Irak’ta ve Suriye’deki varlığı bu amaçlıdır. Yine Nijerya ve Somali’deki gerici cihatçı çetelere destek vermesi, yayılmacı politikanın bir sonucudur. Ayrıca, Kıbrıs işgalinden beri, işgal ettiği bölgelerden çıkmadığı gibi, kendine bağlı, “ordu” adı altında çetelerde oluşturmaktadır. Yani, bir taraftan kendisi direk işgal ederken, bir taraftanda vekalet savaşı yürütmektedir. Ve işgal ettiği bölgeleri Türkiye’nin bir parçası haline getirmektedir. 

Rojava Türk devletinin Ortadoğu’daki emperyal hedefleri önündeki önemli engellerden birisiydi. Ne şekilde olursa olsun bu toplumsal yapıyı yok etmek istiyor.

YedincisiSuriye sınırları içinde olan Kürdistan topraklarının Türk devletine bırakılması, salt bir lutüf değil, emperyalistler (ABD, Rusya, Türkiye ve İran) arası bir anlaşmanın sonucudur. Türk egemen sınıfları, adı geçen emperyalist devletlerle girdiği çeşitli anlaşmaların sonucu, Suriye’nin kuzeyini kendi payı olarak koparmıştır. Gerisi, askeri işgal ile orayı Kürtlerden temizlemek kalmıştır, onu da yine diğer emperyalistlerin desteği ile ele geçirmeye çalışıyor. İşte sorunun özü budur. İran’ın bu işgale onay vermesinin esas nedeni ise; bağımsız bir Kürdistan’a giden yolu tıkamak içindir. Çünkü kendisi de aynı sorunla karşı karşıyadır. Öbür yandan Rusya ile beraber Türkiye’yi ABD ekseninden uzaklaştırabilmek içindir.

Kısacası Suriye, ABD, Rusya ve Türkiye arasında paylaşılmıştır. Ama, Türk devleti’nin işgal ettiği bölgelerde “huzur içinde” işgalci olarak kalması kolay değil. Kürtleri bütünüyle karşısına almıştır. Üstelik Kürtler, örgütlü, silahlı ve yıllardır savaşma tecrübesi olan silahlı güçlere sahiptir. İşgalcilerin hiç biri işgal ettikleri bölgelerde kalmadığı gibi bunlarda kalamayacaktır. Kürdistan ile Kıbrıs aynı değildir. Bu unutulmamalıdır. Kürdistan dinamik bir yapıdır. Bu dinamik yapı işgalcilere rahat yüzü vermeyecektir. Rojava’yı kurtarmak için 11 binin üzerinde evladını şehit veren Kürt halkı, işgalcileri topraklarından kovmak için bir kaç onbir binin daha feda etmekten çekinmeyecektir. 

Sekizincisi; Türk devleti Suriye Kürdistanı’nı işgalle sınırlı kalmayacak, Irak Kürdistanı’nı da işgal etme olasılığı her zaman vardır. Fırsatı’nı bulduğunda işgal etmekten kaçınmayacaktır. Ve Türk devletinin işgaller serisi Rojava ile sınırlı kalmayıp, çevresindeki olası gelişmeleri değerlendirerek, zayıf düşen komşusunu işgal etmekten çekinmeyecektir. Bu emperyalist sermayenin hegomanik karekteristiği ile doğrudan bağlantılıdır. Silahlanmış yeni bir emperyalist güç, yayılmacı eğiliminin eyleme dökmekten kaçınmayacaktır.

Türk egemen sınıflarının bütün kesimleri işgale onay vermişler ve desteklerini açıklamışlardır. Özellikle tüm sermaye kesimleri, Türk ordusuna “başarı” dilemişlerdir. Çünkü, kendi emperyalist yayılmacı emellerini orduları vasıtasıyla yaşama geçiriyorlar. Sermaye, hiç bir zaman barışçıl olmaz. Doğuşu kanlıdır ve birikimini artırdıkça daha daha fazla kanla beslenmeye (birikime) ihtiyaç duyar. En “barışçıl” göründüğü dönemlerde de işçi sınıfının mücadelesinin buna izin vermemesindendir.

Sermaye, savaş dönemlerinde daha fazla kar elde eder. Sermaye birikimlerini artırırlar. Çünkü, kitleler üzerinde daha fazla baskı artarken, işçi sınıfı üzerindeki sömürü de artar. Sermaye, savaş tamtamları arasında, ekonomik kriz altında ezilen kitleleri milliyetçilik afyonu ile susturmaya çalışacaktır.

Türk ekonomisinin içinde bulunduğu krizle beraber tek adam rejminin de kriz içinde olması, işgalci savaşı; bu krizleri ötelemek amaçlı zaman kazanma aracı olarak kullanacaklardır. Bütün burjuva görsel ve yazılı medyasında savaş naralarının atılması ve mehter marşı eşliğinde propaganda yapılması kitleleri kendi sorunlarından uzaklaştırarak, sermayenin gündemine odaklanmalarını sağlamaktır.

Dokuzuncusu: Türk devletinin Rojava’yı işgal harekatını salt “iç krizin yönünü değiştirmek”, hükümetin “içerde zayıflamasına” bağlamak, sorunun özünü ya görememek ya da çarpıtmaktır. Kürtler söz konusu olduğu zaman, “iç sorunlar”a bağlanıyor. Seçim dönemlerinde Kürtlere yönelik saldırıların boyutunun artması da “seçimi kazanmaya” bağlanıyor. Oysa, TC var olduğu günden beri Kürtlere saldırıyor. Afrin’in işgal edilmesi de “iç hesaplara” bağlanmıştı. Liberal burjuva aydınların Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırıları bu şekilde yorumlamaları normal karşılanabilir. Ancak, kendine marksist diyenlerin böyle yorumlamaları, işgalci güçlerin sınıfsal niteliklerini yanlış değerlendirmelerinden kaynaklanmaktadır. Devletin işgalci karakteri ve işgal girişimleri esas olarak iç sorunlarından değil, emperyal amaçlı hareket etmesindendir. Bu gözden kaçırılmamalıdır. Elbette, iktidardaki güçler, bu işgal savaşını kendi lehlerine çevirmek içinde kullanacaklardır ve kullanıyorlarda. İktidarda kalmak ya da iktidar ömrünü kullanmak için, iktidardakiler bunu hep yapar. 

Onuncusu: Türk devleti, işgalci saldırılarıyla güçlü gibi gözükmesine ya da kendisini güçlü göstermesine karşın, şu anda en zayıf olduğu andır. Kuzey, Güney ve Batı (Rojava) Kürdistan’ında savaş içindedir ve düşmanlarını giderek çoğaltmaktadır. Ayrıca, Akdeniz’de “gaz” arama çalışmalarıyla da, krizlerine yeni bir kriz daha eklemiştir. İç ekonomik ve politik krizin yanında bu kadar dış kriz ile karşı karşıya kalan bir devletin, daha büyük bir krizle karşılaşma olasılığı oldukça yüksektir. İşgal savaşı ekonomik ve politik krizi kısa bir süre “ötelesede”, krizi daha da derinleştirecektir.

Rojava’nın işgali, Türk devletini, işgal boyunca kızgın demir üzerinde yürümeye zorlayacak ve yakın bir süreçte gelişmeler, Kürtlerin özgürleşmesinin daha güçlü bir şekilde yolunu açacaktır. Aynı şekilde ülkede de pompalanan ezen ulus miliyetçiliği, işçi sınıfının kendi sorunlarının üzerini uzun süre örtemeyip, sınıf mücadelesinin gelişmesini durdurmaya yetmeyecektir.

İçeride, işçi ve emekçileri bir süre “milliyetçilik” afyonu ile sustutabilir, ancak, yaşamın gerçekleri karşısında ne din ne de milliyetçilik, insanların direkt karşı karşıya olduğu yaşamsal araçların yerini alamaz. Çok yönlü baskıların ve devlet terörünün şiddetinin arttırılmaya devam etmesi de, tek adam rejminin ömrünü uzatmaya yetmeyecektir. İçerde pompalanan Kürt düşmanlığı ve işçiler arasındaki kutuplaştırma politikaları da işçi sınıfı ve emekçileri daha fazla oyalayamayacağı bir gerçektir.

Ve Rojava’nın kaybı, başta işçi sınıfı olmak üzere ezilen dünya halklarının kaybı olacaktır. Her şeyden önce de Türk, Kürt ve diğer azınlık uluslardan işçi ve emekçilerin kayıbı olacaktır.

İşgalin başarıya ulaşması halinde, işçi sınıfı üzerindeki baskı ve sömürü daha da ağırlaşacaktır.

Türk işçi sınıfı ve emekçileri bunları dikkate alarak, emperyalist işgale karşı mücadelede en ön saflarda yerlerini almalıdır. 13.10.2019

1 HH Korkmazgil’in ‚Tuhaf‘ şiirindeki bu mısralarını, Gazete Duvar’da, Tolga Tören’in, „ Volksvagen neden Türkiye’yi seçti?“ başlıklı yazısından aldım.

3910

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar