Pazartesi Haziran 17, 2024

. Adalet bakanını cezaevine kapatmalı...

 

Bu yazıyı koyulduğum cezaevinin üstündeki ranzanın demir parmaklıklarla gölgelenmiş solgun ışığında yazıyorum. Yattığım ranzanın alaca karanlığında ne bir yazı yazılabilir, ne de bir şey okunabilir. Adeta ağız ağıza yattığımız otuz iki kişilik koğuşta ya da cezaevinin herhangi bir yerinde üstünde yazı yazılabilecek bir masa veya sehpa  yok. Dert değil, imkansızlıklarla boğuşmaya alışkınız. F tipinde olduğu gibi dizimizde de yazarız yazılarımızı. Mesele, buradaki bir mahpusun dahice bir tanımlamayla ; ‘ Azrail bile çaresiz kalır ’ dediği Türkiye Cezaevlerinin genel panoramasıdır.

Sözde (!) Milletvekili olduğum yıllarda, hakim ve savcıların stajyerliklerinin iki ayını kapalı cezaevlerinde, mahpuslarla aynı şartlarda geçirmelerini Meclis’e teklif etmiştim. Bu teklifle hakim ve savcıların, cezaevlerine kapattıkları insanların çektikleri çileleri onlarla yaşayarak görmelerini, empati kurmalarını, ve aynı cefayı kendileri de çekerek ileride verecekleri kararlarda özenli davranmalarını amaçlamıştım. Teklifin tahmin edileceği gibi reddedildi.

İnsanlara ve hatta hayvanlara bile reva görülemeyecek muamelerin yapıldığı cezaevleri üzerine düşünürken , şimdilik adalet bakanlarını bir haftalığına cezaevine kapatmaktan başka bir tedbir gelmedi aklıma. Belki o zaman kalp gözleri ile bakarlar kendi eserleri olan bu zulümhanelere…

Kandıra Cezaevinde yatarken, bir vahşet olan o çıplak aramalara dikkat çekmek için Recep Tayyip Erdoğan’a yollamak istediğim, ancak cezaevi yönetimince engellenen bir telgrafta , ‘Türkiye Cezaevleri’nde insanlık ölmüştür.’ Demiştim.

Şu hale bakın !!! Şimdi yatmakta olduğum cezaevindeki bir blokta 140 kişiye bir banyo ve iki tuvalet düşmektedir. Mahpuslar sabahın köründe tuvaletlerin önünde uzun kuyruklar oluşturuyorlar. Adalet bakanı sabah daha gün ışımadan tuvalet kuyruğunda beklemenin ve kapıda uzun bir kuyruk varken tuvalette ihtiyaç gidermenin ne büyük bir zulüm olduğunu elbette bilemez. O da önceki bakanlar gibi vicdanları taşlaşmış bürokratlara bırakmış cezaevlerini…

Konuyu dağıtmadan birkaç cümleyle şuan yatmakta olduğum cezaevini anlatmak istiyorum. B blok ,prefabrik bir binadır, kışın Kars’ın o dondurucu soğuklarında terleme yapan tavandan yataklara su damlamakta, mahpuslar soğuk kış gecelerini bu ıslanmış buz gibi yataklarda geçirmektedirler. Cezaevi kanalizasyona bağlı değil, açıkta akan lağım, yemekhane ve koğuş duvarlarının dibinde katran karası bir göle dönüşmüştür. Cezaevi şebeke suyuna bağlı değil, su ihtiyacı bu lağım gölünün birkaç metre ötesindeki kuyudan karşılanıyor. Mahpuslar kuyunun lağım suyuna karışmasından tedirginler. Sık sık enfeksiyon kapıp hastalandıklarını söylüyorlar. Cezaevi, tüm gün ve gece lağım kokusunu solumaktadır. Lağımdan beslenen coşmuş sivrisinek ve karasinek ordusu yemekhane ve koğuşlarda cirit atarak mikrop saçmaktadır. Yemekler her cezaevinde olduğu gibi burada da kalitesiz ve yetersizdir. Mahpuslar ve aç kalmaktan şikayet ediyorlar. Cezaevi personelininde aynı ölçüde yediği  yemeklerle bir kedi yavrusu bile doymaz. Sigara içen bir mahpus en az 300 lira harcamak zorundadır. Gençlerden birinin incecik bileklerini göstererek ‘ Kırk günde on kilo zayıfladım.’ Diye yakınması içimi acıttı, beni insanlığımdan utandırdı. Parası olmayanlar, Türkiye Cezaevleri’nde açlıktan ölmüş sayılır. 

Yarınlar kimin için ne sürprizler hazırlıyor bilinmez! Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve Bakanlar da cezaevlerine girer. Artık herkes biliyor ki ; bir ülkede demokrasinin var olup olmadığı cezaevlerine bakılarak anlaşılmaktadır. Cezaevleri, birer işkencehane olan bir devlet  yönetiminin demokrasi  iddiası apaçık sahtekarlıktır. Demokrasi ne zaman ki cezaevlerine gelir; işte o zaman o ülkede demokrasiden söz edilebilir.

İnsanlık, din, iman laflarını ağızlarından düşürmeyenler, önce; kendi eserleri olan cezaevlerine, sonra da ‘Gavur’ dedikleri, Almanya’nın Manhaim Cezaevi’ ne baksınlar. Baksın ve utansınlar.

Evet, koparılan tüm demokrasi yaygaralarına rağmen, ortada çıplak bir gerçek var: Türkiye bir diktatörlüktür ve cezaevleri de o dahice sözle ‘ Azrail’in bile çaresiz kaldığı zulümhanelerdir’. Türkiye cezaevlerinde uygulanan kör şiddet bir devlet politikasıdır. Hakkını arayan toplum üzerinde estirilen terörün yoğunlaşmış halidir. Cezaevleri bu haldeyken, halkın cebinden beslenen sözde milletvekilleri nasıl rahat uyku uyuyabiliyorlar, merak ediyorum.

Mahmut ALINAK

Kars Açık Ceza İnfaz Kurumu              

 

83722

Mahmut Alınak

Eski kürt milletvekillerindendir.Çeşitli kitapları bulunmaktadır.Aralık 2011 yılına kadar sitemizde sürekli yazılar yazan Mahmut Alınak,Aralık 2011'de KCK tutuklamalarına maruz kalarak tutsak edilmiştir.Temmuz 2012'de tahliye edilmiş olup,zaman zaman yazıları ile okur kitlesine ulaşmaktadır.

alinakmahmut@hotmail.com

Mahmut Alınak

Ecdadımız Kayıkları, Biz Gemicikleri Yürüttük

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan her fırsatta ecdadından bahsetmekten geri durmuyor. Yerel seçimlere yönelik bir yatırım olduğu herkesçe bilinen, konunun uzmanlarınca da birçok eksiği bulunduğu iddia edilen Marmaray tüp geçidi milyonların can güvenliği hiçe sayılarak apar topar açıldı. Başbakan açılıştaki konuşmasında da “ecdadımız gemileri karadan yürüttü, iktidarımız da denizlerin üstünden vagonları yürütüyor” dedi.

Din Kardeşligi masali ve türban sovu

AKP meclisteki türbanlı milletvekili şovuyla halkı uyutma yolunda kendisine yakışır bir adım daha atmış oldu. Oysa din, türban ya da özgürlük diye bir dertleri yok. Onlar ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmanın ve hizmet ettikleri bu düzenin ezen- ezilen, sömüren- sömürülen çelişkisini halkın gözünden kaçırmanın derdinde. Türbanı bu korkunç düzeni saklamak için bir şal olarak kullanmaktadırlar. Tuhaf olan şu ki, türban takan kadınların çoğu da bu düzenin mağdurlarıdırlar. Ne var ki onlar bunun farkında değil. Biraz düşünseler iyice esaret altına girdiklerini göreceklerdir.

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken …[*]

“Karanlık saatler geldiğinde,

o zamanın insanı da gelir.”[1]

 

Ortadoğu yeniden biçimlen(diril)irken söylenmesi gerekeni, gecikip, lafı dolandırmadan hemen belirteyim: Büyük bir alt üst oluşun içindeyiz…

Bu kadar da değil; her şey daha da ağırlaşarak vahimleşecek; veya tarih müthiş hızlanacak; ya da sık sık Montesquieu’nun, “Ne mutlu tarihi sıkıcı olan halka” sözü anımsanacak…

Ercan Binay’dan mektup var Abdullah KALAY’a özgürlük!

“Zulümle abad olunmaz.”[2]

 

Cumhuriyet Bayramı' Ve Bagımsız Türkiye Hangi Sınıfın Ideolojisidir?

'Cumhuriyet Bayrami' Ve Bagimsiz Turkiye Hangi Sinifin Ideolojisidir?

 

'Bir Marksist toplumsal uzlasmaya degil, sinif mucadelesine dayanir' der Lenin.

Sinif mucadelesi ise tekduze bir rota izlemez.Tarihin her toplumsal akisinda farkli bicimler olarak karsimiza cikar. Komunistler iradeci-idealist degil dialektik olguculuga dayanir. Canlidir Marksistin dunyasi, basma kalip, tekduze, soyut ilkeler ve kaliplar bakisi burjuvazinin dunya gorusudur.

 

Solu Liberalleştirmek

 

Sol’u liberalleştirme; onu devrimci özünden kopararak, burjuva düzen içi bir hareket haline getirme ve burjuva sistemine karşı toplumsal devrimci alternatif olmaktan çıkarma çabaları, solun tarihi kadar eskidir. Toplumun burjuva-proleter kampa bölünmesinden bu yana da, burjuvazi, sol’u sol olmaktan çıkarmanın her türlü yolunu denemeye, şiddetin yanında, ideolojik ve siyasal olarak onu yozlaştırmaya özel bir önem verdi. 

Kürdistan ve "Demokratikleşme"

Kürdistan tarihi açısından 90'lı yılların en önemli olgusu Kürdistan ulusal kurtuluşçuluğunun kadrosu,hemen hepsi bağımsızlıkçı çizgide binlerce Kürd aydınının imha edilmiş olmasıdır.Öylesine bir soykırım ki hesabını gören de soran da yok,ortalık da "barış"çılardan ve "unutmaya ve affetmeye hazırız"cılardan geçilmiyor.Kürdistani stratejik aklın ve ulusal kurtuluşçuluğun taşıyıcısı bu kategorinin imha edilmesi,kalan yerli/yerel aydınların Türki metropollara ya da yurtdışına kaçması/kaçırtılması ve eşzamanlı olarak Kürdistan köylülüğünün sömürgecilerce Kürdistan dışına göçertilmesinin ulusal

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP

Iki Birlesir Bir Olur Ya Da HDP


Ertugrul Kurkcu ''Halkin uzerine bilgelik tesis etmek degil, halkin bilgeligini temel alan bir partiyiz'' diyor...Kongreye Apo ve Recep kutlama mesajlari yolluyor!

 Tum milliyetlerden Isci-Koyluler Revizyonizmi gormuyor ve alkisliyorsunuz!

 Sunu diyor sizlere Kurkcu; Isciler-Koyluler ,Marksizm-Leninizm gibi sizi kurtarmaya calisan akimlara kapilmayin...!

Bölünmek için Birlesin


Bölünmek için Birlesin!

Bir Maoist hayati iki ucundan kavrar her zaman; Burjuvazi ve Proleterya ucundan. Birin iki oldugunu kavramamis bir kafa Marksist bir kafa degildir.
Komunist partiler icin Demokratik-Merkeziyetcilikin tek bir anlami vardir; Demokrasi KP lerde Burjuvaziyi temsil eder; Merkeziyetcilik Proleteryayi temsil eder....

Yaranın Merhemini cellattan mı isteyecegiz!

           Yeğişe Çarents   15 Mart 1921  Yer Berlin Charlottenburg semti,

   İttihat ve Terakki Cemiyeti başkanı,İç işleri bakanı,1915 Ermeni Soykırımı'ndan birinci de rece sorumlu,1,5 milyon Ermeni'nin ölümüne sebep olan Tehcir kararnamesi'nde imzası bulunan Talat Paşa Erzincanlı Soğomon Tehleryan tarafından öldürüldü.  Ermeni soykırımı'nda ölenlerin İntikamını almak için Talat Paşa Berlin'in en işlek caddesinde gündüz vakti ensesinden vurularak Ermeni halkı adına cezalandırıldı.Kaçarken polisler tarafından yakalandı.Direniş göstermedi.

Şiirin Şairleri, Şairlerin Şiiri -

“Biz bu kitapları ne zaman okuduk ve niçin her satırını çizip notlar düştük kıyılarına”[1]

“Herkes gider, şiir kalır,” der İbrahim Tenekeci.Doğrudur; öyledir…

Şiirin tarihi şaire doğru akarken; “Şiir kelime kaynar. Bir kazandır, dumanlar tüter içinden,” der Ahmet İnam…

İnsan ruhunun ve yaşamın derinliklerine nüfuz eden şiir ölmez, öldürülemez; çünkü ölümsüzdür…

Hayır; ‘Buz’[2] başlıklı yapıtı ile ‘2011 Turgut Uyar Şiir Ödülü’ne değer görülen Osman Özçakar’ın, “Şiir biraz da sözcüklerle manipülasyon yapma işidir,” tespitine katılmak mümkün değil.

Sayfalar