Cuma Mayıs 31, 2024

Biz uslu değiliz olmayacağız da! (İbrahim ŞAHİN)

Babam, vaktiyle askerde okuma-yazma öğrenmiş. Ondan sonra da kendini kitap okumaya vermiş. Annem "oğlum baban düven üstünde bile kitap okurdu. Ben de hayranlıkla bakardım ona" diye anlatır, şimdi toprak olmuş babamı.

Şimdi her ziyarete gelip gidişlerinde ailem kitap getirip götürüyor. Yazdıklarımı da görünce annem telaşlanıyor: “oğlum hep oku hep yaz ne olacak bunun sonu? Ara ara bırakın onları da yeşile, çiçeklere bakın, yoksa gözleriniz bozulur” diye tavsiyelerde bulunuyor.

"Anne burası hapishane burada yeşillik olmaz ki"

"Ama oğlum insan yeşilden uzakta yaşayamaz ki. Hiç yeşillik olmaz olur mu?"

"Yok, anne her yer beton"

"Siz de bir tenekeye fidan, çiçek ekin oğlum. Onun bile faydası olur insana; gözünüz dinlenir."

"Anne, burası F tipi, burada çiçek de yasak. İzin vermiyorlar çiçek ekmemize."

"Oğlum çiçeğin kime ne zararı olur demez misiniz gardiyana; siz evinizde çiçek büyütmez misiniz, demediniz mi? Çiçek yasaklayan adam mı olurmuş hiç?"

"Faydasız anne, izin vermiyorlar"

"Hıı… Allah Allah…. Aklım almıyor valla bu işi… Hangi akıl çiçeği yasaklar ki… Hı…"

"……………"

"Oğlum bak ne diyeceğim. Ben üç-beş buğday getireyim. Siz de onu saksıya ekip yeşilliğine bakarsınız. Yoksa gözlerinizin feri çekilir yeşilliksiz. Buğdayı ekince sade ot yetişirde çiçeği olmaz ya. O zaman yasak olmaz demi?"

"Anne, çiçek yasak, derken konu çiçekten açıldığı için çiçek dedim. Yoksa bu adamlar her türlü yeşilliği, her türlü çiçeği ve toprağı da yasak etmişler. Yani bir avuç toprak bile yok burada..."

"……….?!"

İşte böyle. Bu konuşma aynen böyle geçti annemle benim aramda. Eksiği var fazlası yok. İstersen annemle sohbet edip o telaşının nedenini anlayabilirsiniz.

Bulutlara bakın çocuklar

Durun daha bitmedi. Evlatlar ülkelerini savunurken anneleri de evlatlarını savunuyor. Yaratıcılıkla birleşen bir analık duygusu kadar devrimci etki var mıdır bilmem. “Görüş bitti” dedi gardiyan. Biz ayağa kalktık annemle sarıldık. Vedalaştık. Gitmeden önce annem aklına yeni gelen bir fikrin telaşıyla şöyle dedi: Bulutlara bakın oğlum. Bulut yoksa havanın maviliğine bakın. Hep yakına bakmayın. Uzaklara da bakın. Unutmayın ha! Uzaklara da bakın. Yoksa gözleriniz bozulur.”

Ah güzel anam, ne kadar da haklı ve sahiplenici.

Tevekkeli değil. Son bir ayı aşkındır gözlerimdeki sorunlar için hastaneye sevk bekliyorum. Her akşam “yarın hastanen var hazırlan” diyorlar ama ben de artık, emin misiniz, son kararınız mı” diye oyuna vurdum. Zira F tipinde her uygulama aklın sınırlarına aykırı bir oyun gibi. Nihayet iki hafta önce hastaneye gittim. Yeni numara, yeni gözlük. Ve ben herhalde bir o kadar süre daha gözlüğümün verilmesini bekleyeceğim. Burada işler tosbağa hızıyla gidiyor tutsaklar söz konusu olunca.     

Ama mesele tutsakları mağdur etmeye gelince mutlaka bir yasa-yönetmelik mutlaka oluyor ve anında uyguluyorlar ki hızlarına “hayran” kalırsın ve bu uygulama için müdür-savcı da beklenmez; her gardiyan anında yerine getirebilir. Ama bir aspirin dahi istesek biz, gardiyan başgardiyana o da müdüre gidip izin almak zorundadır. Hani istediğine pişman olursun da onlar gelene kadar önce gardiyana sonra başgardiyana sonrada müdüre derdini anlatıncaya kadar yaşadığın stresten dolayı çektiğin ağrıyı unutursun.

Soğan da yasak

Geçen gün arama vardı. Her ay; bazen daha sık arama olur. Nerden estiyse bir kuru soğanı küçük bir ilaç kutusuna doldurduğum suyun içene oturttum. Sekiz-on gün içinde küçük küçük dallarla çimlenmişti soğan. Küçük bir sevincimiz olmuştu bu beton kuyuda. Ona baktıkça, arada bir suyunu değiştirdikçe annemin sözlerini hatırlar onun gül yüzünü anardım. Neyse geçen gün arama esnasında gardiyanın biri kaşla göz arasında soğanı alıp çıkmaya çalışırken bizim bir yoldaş yapışmış soğana. Ben bağırtıya koşuştururken baktım ikisi-yoldaşla gardiyan- iki yanından çekiştiriyorlar soğanı.

"Ne alıyorsun ver soğanımızı"

"Yasak"

 "Nerde yazıyor 'soğan yasak' diye?"

"Yasak işte"

"Yahu soğanın sana ne zararı var"

"Amaç dışı kullanmışsınız"

"Ne amaç dışı yahu. Belki ben yeşil soğan yemek istiyorum."

"Üretim yapıyorsunuz. F tipinde üretim yapmak yasak."

"Ne üretimi be. Bostan mı bu; şu kutuda bir tek soğan."

"Al tamam. Ama bir daha olursa el koyarız."

"Soğana mı el koyarsınız."

"Evet."

"Bunu nasıl açıklayacaksınız kamuoyuna"

"Yasak"

"….?!"

İşte böyle. Ama soğan bizde kaldı. Muhtemelen bir bulgur pilavının yanında yiyeceğiz onu. Üç kişiyiz hücrede. Herkese birer parça vereceğim. Kardeş payı yapacağız.

Fotoğraf çekilmek için bile mahkeme kararı gerekiyor

Buradaki işler, “Saldım çayıra mevlam kayıra” nevisinden. Arkadaşlarla beraber sohbet yerinde fotoğraf çekilelim dedik. “Yasak” dedi hapishane idaresi ki, zaten bunu beklememek ahmaklık olurdu. Bir arkadaş mahkemeye başvurup “sohbet, spor alanlarında çekilebilir” diye karar aldırdı. Bu kararla birlikte idareye dilekçe yazılıp arkadaşlarıyla birlikte fotoğraf çekilmek istediğini bildirmişti. Birkaç gün önce idareden gelip “karar sadece senin için alınmış arkadaşların için alınmamış” diye cevap vermiş idare “ iyi de tek başıma çekilmek istesem neden mahkeme kararı alayım?” “cık”

Yani şimdi tüm tutsaklar olarak yeni baştan mahkemeye başvurup yeni kararlar almalıyız. Tabi idarenin o kararı da nasıl yorumlayacağına dair tuhaf önsezilerim var. Onu da burada açık etmeyeyim neme lazım?

Tutsakların yaratıcılığı sınır tanımaz

Bilirsiniz mapushane deyince tutsakların özellikle elişleri de akla gelir ki, Türkiyeli tutsaklar bu konuda maharetli ve yaratıcılıkta sınırsız gibidirler. Hapishane idaresinin kafasına esmiş ve birkaç yıldır “yasak” “güvenlik” vb. diyerek elişinde kullanılan boncukları toplamıştı. Neyse uzun uğraşlardan sonra bir arkadaş mahkeme kararı çıkartıyor ve “hapishaneye boncuk alınabilir” deniyor kararda. Sonra onun yanındaki başka bir arkadaş da boncuk almak istediğini söylüyor dilekçeyle. Ama “senin mahkeme kararın yok” diyerek ona boncuk verilmiyor. Yani burada şahsa özel yasalar işliyor. Bir yasa “a” ya da “b” şahsı için geçerli oluyor, herkes için olmuyor. Bir haktan herkesin yararlanması için herkesin ayrı ayrı mahkemeye vurup karar çıkartması gerek. Elbette bunlar bizim için hiç de hayret verici deneyimler değildir. Eminim bu yazdıklarımı okuyanlar “hoppala” diyordur ama tüm bu anlattıklarımın beteri var. Aklınızı koruyasınız diye dahasını anlatmıyorum. Aynı mahkemenin birkaç gün arayla aynı dosya hakkında iki zıt karar almasını da anlatmıyorum ki vallahi de sizi düşünerek…

20 yılı devirdim sayılır dört duvar arasında

Ben yirmi seneye evrilen bir politik tutsağım, yani bu tür “akıl almaz” uygulamalara bağışığım. Alışmamak içinde gerek hukuken gerek fiziki gerek edebi, politik, ideolojik olarak elimde ne araç varsa direniyorum bu saçmalıklara karşı. Engels’ten mülhem diyecek olursam, daha az saçma kılmaya çalışıyorum yaşamı.

Ancak bu çabanın hapishanelerde sınırlı olmayacağını olmadığını siz de bilinçli bireyler olarak görüyorsunuz. Aslında kapitalizmin tüm uygulamaları akla ziyandır ama alıklaştırılmış insan bunun normal olduğunu düşünür. Bir insan normal gördüğü şeye de itiraz edemez.    

Biz uslu değiliz olmayacağız da

Marx, kapitalizmin her şeyi tersyüz ettiğini söylerken ne kadar da haklıydı. Kapitalizm saldırısı azgınlaştıkça bu gerçek daha da görünür oluyor. Ben, sen, biz de bir gerçeğin örtüsünü kaldırıp bu bilgilenme sürecini hızlandıracağız.

Bu süreç boyunca da kimimizin bedeller ödemesi beklenmedik olamaz değil mi? Bu itibarla Adil Okay’ın tutsaklara yazdığı bir kart büyük bir özgürlük eyleminin planı olur, prensesimiz Öykü’nün gönderdiği salyangoz ya da deniz kabukları henüz tanımlanamayan bir silah olabilir. Ya da o balonlara tutunup firar edebiliriz diye davalar açılabilir.

Bu tuzaklar bu komplolar ne yenidir ne de bundan sonra beklemediğimizdir. Değil mi ki prenses Öykü o balonları, o Akdeniz sahillerinden toplayıp bize gönderdiği deniz kabukları ve siz o kartları gönderiyorsunuz. Ve devlet bunları engelliyor, hakkınızda davalar acıyor, devlet kendi cephesinden haklıdır; çünkü ben o balonu görmedim ama düşlerim tutunup uçtu onunla özgürlüğe. O deniz kabukları ters çevirip kayık yaptım da içine bindim, dolanıyorum Akdeniz’de… Ben böyle özgürüm. Ben böyle devletin istediği gibi “uslu” değilim. Umutsuz değilim. Böyle baş eğmezim. Bu yüzden işte, benim için bu duvarlar yok hükmündedir.

Bütün bunları böyle düşününce sizin kartlarınız, Öykü’nün deniz kabuklarının tehlikeli olması mantıksız mı? Babaya örgüt üyeliği kızı Öykü’ye de örgüt lideri sıfatı boşuna mı? Bütün bunlardan sonra, yani tutsakların düşlerini firar ettirip, Akdeniz’de dolaştırıp özgürce ve bununla da övünürken, hala masum olduğunuzu sanıyorsunuz. Siz insanın özgürlüğünü ve eşitliğini savunduğunuz için kocaman suçlularsınız.

Son söz

Umuyorum ve diliyorum ki bu suçu işlemeye hep devam edersiniz. Ki ben buna tanık olayım. Ve de tüm insanlığın bu uğurda yürüdüğünü görme fırsatımız olsun emi? Tüm insanlık bu suçu işlemeye kalktığı gün ortada artık suç ve suçlu kalmayacak. Hapishanelerde, tutsaklık da bu insana aykırı yaşam da ortadan kalkacak.  O vakit özgür insana yaraşır bir hayatta kulaklarımızın ardına papatya takar gibi sevinçle yaşayabiliriz günlerin sürprizlerini.

26/05/2014

İBRAHİM ŞAHİN

1 NO’LU F TİPİ CEZAEVİ   C-8-91

SİNCAN− ANKARA

94830

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

Sayfalar