Çarşamba Mayıs 29, 2024

Var Olan Duruma Saldırmak...

Komünistler, nesnel durumu kabullenerek, teslim olmak değil, tersine, onun çelişmelerini doğru bir şekilde analiz edip,  koşulları devrimci bir tarzda değiştirme mücadelesinin prensibine sahiptirler. 

 

AKP önderliğindeki Türk devleti, kitlelere cepheden savaş açımıştır. Son olarak, Kobane’deki Kürt direnişinin desteklenmesi ve Türk devleti destekli İŞİD saldırılarının protesto edilmesi için 7-9 Ekim arasında ayağa kalkan kitle gösterilerine karşı vahşice saldırılması ve 50’e yakın insanın katledilmesi, Türk devletinin bundan sonra ne yapabileceğini de net olarak ortaya koymuştur.

Faşist Türk devleti, bunu ilk kez yapmıyor. Gezi olayları sırasında da aynı yöntemi kullandı. Ve yeni çıkaracakları yasalarla polisin silah kullanmasını meşrulaştırması ve tutuklamaların polisin kefiyetine bırakılması, devletin, devrimci ve ilerici güçler başta olmak üzere, haksızlıklara karşı çıkanlara, “düşman” mumalesi yapacağıda belli olmuştur. Eli kanlı diktatör Erdoğan, uzun zamandır, AKP’ye ve onun uygulamalarına karşı çıkan herkesi “vatan haini” ilan etmekten geri durmaması, kitleler üzerinde korku ekme propagandasıdır.  

AKP  ve arkasındaki sermaye güçlerinin Türk devletini ele geçirmeleri ve diğer egemen kesimi sindirmeleri, baskı yoluyla olduğu için, bundan sonrada baskıları her geçen gün artırarak  ve yaygınlaştırarak iktidarını korumaya stratejisini elden bırakmayacaktır.

AKP, seçimle iktidara gelmesine karşın, onu seçimle geri vermeyi düşünmüyor. AKP, bundan sonra seçimi kaybetmeyecek şekilde koşullarını oluşturmaya çalışıyor. Devleti ve onun kurumlarını bütünüyle ele geçirmesi ve kendi çıkarlarına uzgun yasalar çıkarmasının bir nedeni de budur. Bunun birinci yolu devlet terörünün yagınlaştırılmasıdır. Baskıları artırması tam bir polis devleti olması ve hatta 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cunta’nın uygulamalarından daha baskıcı olması, bundan sonra iktidarı seçim yoluyla vermeyeceğinin işaretini verdiği gibi, bunun kendince “yasal” zeminlerini de oluşturmaktadır.  

Faşist AKP ve onun devleti, iktidarı kaybetmemek için, dinsel görünümlü “iç savaş” çıkarma kozunuda elinde tutmaktadır. Bunu söylem üzerinden yaparken, kitlesel alt yapısını da oluşturmaya çalışıyor ve kendisine karşı çıkan (ilerici ve burjuva) muhalif kesimlere karşı bir tehdit olarak elinde bulundurmaktadır. Bunun gerçekleşip gerçekleşmemesi, komünist ve devrimcilerin kitleler üzerindeki etkisiyle de yakından ilgilidir. Böylesi bir durum, AKP’nin sonunu getirmesi bir yana, kitleler içinde dinsel farklılıkların düşmanlığa vardırılması, sınıf mücadelesinin gelişmesinin oldukça gerilere ötelenmesi  anlamına geliyor.

AKP, Mısır’ın Mübarek’ini, Tunus’un Bin Ali’sini ve daha bir çok faşist diktatörü ve onların uygulamalarını kendisine örnek almaktadır. Onlar 30 yıl iktidarda nasıl kaldılarsa, AKP’de, aynı yöntemle iktidarda kalmayı düşünmektedir. Hazırlıklarını ve “yasal” ortamı buna göre oluşturmaktadır. Var olan durum kabullenildiğinde, kitleler sindirilip susturulduğunda, olacağı da bu olacaktır. 

Türk devletinin faşist uygulamalarına karşı, Avrupa ve ABD’den “demokrasi” destekleri bekleyenler boşuna bekleyecektir. AKP, ABD’nin sözünden çıkmayacaktır. İçerde “kükreyip”, dışarda ise süt dökmüş kedi rolüne devam edecektir. İktidarda kalması için başka şansı da yoktur. Bu nedenle de içerideki faşist uygulamalarına AB’li “demokrasi aşığı” devletlerden kaz çığlıkları gelsede, emperyalizmin çıkarlarının korunuyor olması, “en iyi demokrasi” olacağı için, emperyalist burjuvazi Erdoğan’a “kızıyor” gibi yapacak, ama onu kullanmaya devam edecektir. Ta ki, içeride ciddi halk muhalefeti yükselene kadar. 

Türkiye’nin toplumsal dokusu, yukarıda örneklerini verdiğim ülkelere benzemiyor. Türkiye Devrimci Hareketi, şu anda işçi sınıfı ve emekçiler içinde etki ve örgütlenmelerinin zayıf olmasına karşın, köklü ve direngen bir gelenege sahiptir. İkincisi; devrimci demokrat güçlü bir kesim vardır. Üçüncüsü; laik yaşama alışmış ve dinciliği kabul etmeyen bir orta burjuva ve küçük burjuva kesim vardır. Ve bunlara ek olarak ve toplumsal mücadele içinde önemli bir yeri olan ilerici Kürt Ulusal Hareketi’nin varlığı vardır.

Her şeyden önce Gezi, yani Haziran Ayaklanması yaşanmış bir ülkede, Türk devleti istediklerini istediği yerine getiremeyecektir. Çünkü, Gezi’ye katılanların tümü (bir kısmı kemalist laik kesim olmasına karşın) AKP’nin dayatmalarına karşı sokaklara çıkarak direnmişlerdi. Bu önemli bir toplumsal gelişme ve deneyimdir. Yine, 7-9 Ekim arasındaki direniş ve gösterilerde (ki, bunların büyük çoğunlu Kürt illerinde gerçekleşmişti) kitlelerin baskılar karşısında boyun eğmeyeceğinin göstergesi olmuştur.

Diğer bir nokta ise, AKP’nin devleti ele geçirmesine karşın, buna muhalif olan bir burjuva kesim (TÜSİAD’ın önemli bir bölümü) vardır. Her ne kadar “uzalşmış” gibi gözükselerde, sömürüden daha fazla pay alma konusunda uzlaşmış değillerdir ve bu “uzlaşmayla” çözümlenebilecek bir sorun da değildir. Bu çelişme, değişik burjuva kesimler arasında, her zaman yeni çelişmeleri ortaya çıkaracak temel çelişmelerden biridir. Bal tutan parmakları yalnızca sahibinin yaladığı gibi, iktidarı elinde tutanların, sömürüden daha fazla pay aldığı gerçeğini de gündemde tutuyor.

AKP, baskı ve şiddetle iktidarda duruyor ve ancak bu yöntemle iktidarını bir süre daha sürdürebilir. İktidarda kalmasının başkada bir dayanağı yoktur. Faşist devlet terörüyle kitleleri korkutup sindirmek ve korkunun üzerinde iktidarda kalabilmek... AKP’nin tek şansı bu. Bu nedenle de, devlet terörünü en ağır bir şekilde uygulamaya çalışacaktır.

Devlet terörörünün varlığı, AKP iktidarının hem güçlü hem de en zayıf ana noktasını oluşturmaktadır. Karşı-devrimci şiddet, kaçınılmaz olarak devrimci şiddetinde gelişmesinede hizmet edecektir. Bu herzaman böyle olmasa da, Türkiye gibi bir ülkede (devrimci hareketlerin varlığı, Gezi ve Kürt ulusal hareketi vb.) iktidarın faşist baskıları karşısında devrimci şidetin gelişmesine ve kitle hareketlerinin yaygınlaşmasına da neden olacaktır. Ve AKP (Türk devletinin) faşizmini geriletecek olan da yine işçi ve emekçilerin devrimci direniş hareketleri olacaktır. Bunun gelişmesinin ekonomik ve siyasal bir zemini vardır. Zayıf olan yan örgütsüzlüktür. Bunun geliştirilmesi gereklidir.

AKP iktidarının diğer bir kozu ise, kitleleri din kimlikleri üzerinden bölmek ve bunu yaygınlaştırmaktır. Bunun yasal zeminin oluşturdu denebilir. Ülkeyi islami (şeriat usullerine göre) yönetmesi. Bugün en koyu bir şeriat yönetimi olmasada, gidişin ona doğru hızla gittiği bir gerçektir. AKP, içeriden fazla bir baskıyla karşılaşmadığı sürece, şeriatcı yönetimi güçlendireceği bir gerçektir. Çünkü, iktidarda kalmasının bir yöntemi şiddetse, bir yöntemi de birincisinden daha fazla etkili olan şeriatcılığın yaygınlaştırılmasıdır. Kitleleri baskı altına almanın en etkili yollardan biri, onları dinle uyutmaktır. AKP’de bunu yapıyor.

Ne var ki, ülkenin toplumsal dokusu buna fazlaca izin verecek durumda değildir. AKP, bu konuda da oldukça zorlanacak ve kitlesel karşı koyuşlarlada karşı karşıya kalacaktır.

Türk devleti, kendine Molların İran'ını örnek alsada, bir İran olamayacağı, tarihsel ve toplumsal nedenlerle yakından ilgilidir. İran, emperyalistler tarafından “yalnızlaştırılsa”da, yalnız bir ülke değildir. Fakat, Türk devletinin “dostu” olamaz. Bunun tarihsel kökleri vardır. Diğer bir ayrıntı ise, İran islam devrimi kanlı bir devrimle ve geniş bir kitlesel katlımla kurulmuştur. Humeyni’nin “İslam devrimi”, her ne kadar kısa bir süre içinde devrimi destekleyen kitlelere karşı bir devrim olsada, İran burjuvazisi egemenliğini sağlamlaştırmıştır. İran, Rusya ve Çin ile "dost" olabilir ya da o kamp içinde yer alabilir, ancak, Türk devletinin böyle bir şansı yoktur.

Türk burjuvazisinin Batı ile sıkı bir ilişkisi vardır ve sermayenin önemli bir bölümü emperyalist Batı burjuvazisine aittir. Türk egemen burjuvazisi batı ile ilişkilerini kesemez, kesmesi onun ölümü demektir. İran’ın petrol ve doğal gazı vardır, İran burjuvazisi esas olarak bu yolla ayakta kalabildi. Türk devletinin “inşaat sektörü” ise, onu ayakta tutmaya yetmez. Bu, “inşaat balonu”da, “sıcak para” dedikleri emperyalist sermayenin girişinin durması ya da azalmasıyla beraber patlayacaktır. Kayıt dışı sermaye giriş-çıkışları da sorunu çözmeye yetmeyecektir. Çünkü ekonominin bir ayağını da kitlelerin alım gücünün (tüketim kapasitesi) oranı oluşturmaktadır. Son zamanlardaki ekonomik veriler, ekonomik gidişatın da iyi gitmediğinin işaretlerini vermektedir. AKP şeflerinin aşırı saldırgan ve aşırı korkularının bir nedenide budur.

Ayrıca, iktidar kanadının darbe söylentileride yabana atılabilecek olgular değildir. Menderes'e yapılan darbe, aynı şekilde Erdoğan'a karşı da yapılabilir. Bunu emepryalistlerin durumu ve egemen sınıflar arasındaki çelişmelerin niteliği belirlediği gibi, kitle muhalefetinin yikselmeside egemen sınıfları böyle bir seçeneği götürebilir. kapitalizm koşullarında "askeri darbeler döneminin kapandıını" söylemek yanıltıcı ve sistemin karakteriyle uygunluk göstermemektedir.

AKP, hala güçlü bir kitle desteğine sahip olsada, bunun kalıcı olmadığıda açıktır. Desteğin bir nedeni, toplumun dinsel kamplara bölmelerinden kaynaklanmaktadır. Fakat, bu kamplaşma, ekonomik durumlada yakından ilgilidir. Kitlelerin alım gücünün düşmesi ve yoksullaşmanın artması, AKP’nin din destekli tabanını da azaltacaktır. AKP, “biz gidersek din elden gider” demesi, yoksullaşan kitlelerin karnını doyurmaya ve onları AKP’ye köle olarak bağlamaya yetmeyecektir. 

Faşist Erdoğan ve sermaye güçleri, iktidarda kalabilmek için, direnen kitlelere karşı, sokaklara kendi faşist-ırkçı beslemelerini salıyorlar. Demokratik hak ve özgürlükleri için sokaklara çıkan kitlelerin karşısına, devletin güvenlik güçlerinin yanısıra polis destekli faşist sivil kesimleri ve kontrgerilla örgütlenmelerini daha yoğun bir şekilde çıkarmaya hız vereceklerdir. Kitleleri bu katil sürüleriyle sindirmenin yolunu da deneyeceklerdir. Kitlelerle birleşmiş komünist ve devrimcilerin, bu katil sürülerine karşı daha aktif bir mücadele etmenin yolları her zaman vardır. Bireysel militan mücadele yerine kitlesel militan mücadele öne çıkarılmalıdır.

AKP, bir 12 Eylül AFC gibi, kitleler üzerine ölü toprağı seremeyeceklerdir. Bu, Haziran Ayaklanması (GEZİ) ile ortaya çıktı. 12 Eylül 1980’nin koşulları ve onu gerçekleştiren güçler ile AKP’nin durumu aynı değildir. 

 

Devrimcilerin Görevi

Devletin karşı-devrimci terörü, devrimci ve komünistlerin örgütlenme ve mücadele ortamını zorlaştıracaktır. Bu, burjuvazinin yoğun saldırısıyla yakından ilgilidir. Ama, aynı zamanda, lehine bir ortam da doğuracaktır. Karşı-devrimci saldırılara karşı devrimci saldırı ortamının gelişmesine zemin hazırlayacaktır. Bu hem kitlesel anlamda hem de, faşist devlet terörüne karşı koyma açısından böyledir. Faşist devlet terörüne karşı devrimci-demokrat güçlerin ortaklaşa hareketinin güçlenmesinin siyasal koşullarını da oluşturmaktadır. Devrimci-demokratik öğeleri esas alan hiç bir birliğe kayıtsız kalınmamalıdır. Ama, şovenist eğlimli birliklerden uzak durulması gerektiği bir o kadar açıkken, diğer bir nokta ise;  KUH’ni daha geri pozisyonlara çekme eğlim ve politik taktiklerine karşı çıkılmalı ve teşhir edilmelidir.

Sosyal-şovenist tutumlara girilmedikçe Kürt Ulusal Hareketiyle ortaklaşa hareket etmenin koşulları olmaya devam edecektir. Çünkü, Türk devleti Kürt ulusal sorunu çözme değil, bastırma ve elimine etme amaçlı hareket etmektedir. Türk devletinin “çözüm süreci”, bir oyalama sürecinden öteye geçmedi ve bundan sonrada, çok olağanüstü durumlar gelişmedikçe geçmeyecektir. KUH içinde “kötü uzlaşıcı” eğilimler olsada, koşullar, en azından Türk devletinin ırkçı-şoven tutumu buna şimdilik engel oluşturuyor

Burjuvazi, kitlelere, özellikle de işçi sınıfına, sınıfsal kimlik yerine dinsel kimliği dayatmaktadır. Türk devleti, burjuvaziye, grev ve direnişlerin olmadığı bir cennet vaadediyor. Bu cennet, baskı altında tutulan işçi ve emekçilerin aşırı sömürülmesine ve suskunluğuna dayandırılmak isteniyor. 

Egemen sınıfların, saltanatına son verecek olan hiç kuşkusuz işçi sınıfının devrimci mücadelesi ve onun kazanımları olacaktır. Bu hem tarihsel ve hem de siyasal olarak böyledir.  Sınıfa güvenmek ve sınıfı devrimci mücadele içine çekmek, siyasal ve sosyal yapının değiştirilmesinin de anahtarıdır. Demokratik hak ve özgürlükleri elde etmek önemli ve vazgeçilmezdir, ancak yeterli değildir. İşçi sınıfının siyasal iktidarı burjuvaziden alma mücadelesi ve bunu başarması, bir öncekinin zemini üzerinde yükselecektir. Bu gerçeklik teorik ve pratik olarak, her zaman gözönünde bulundurulmalıdır.Çünkü,bütün gelişmeler sınıf mücadelesi çerçevesi içinde olmaktadır. 
Var olan durumu kabullenip, ona boyun eğmek değil, ona saldırarak çelişmeleri keskinleştirmek tarihsel bir görevdir. Bunun yolu kitlelere güvenmekten, işçi sınıfının devrimci nesnelliğine güvenmekten geçmektedir. Bir buçuk yıl önce Gezi'yi yaşayan ve daha bu ay içinde ciddi bir baş kaldırışta bulunan bir halktan umudu kesmek devrimcilerin tavrı olamaz. Tersine, ateşi körüklemek, devrimci dinamizmi yeniden yeniden örgütlemek, faşismin baskılarına karşı, kitleleri tekrar ve tekrar sokakları zapt etmeye itecektir. Yılgınlık değil, yaşamın her alanında direniş örgütlenmelidir.

26.10.2014


78053

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

Sayfalar