Cumartesi Mayıs 25, 2024

Umut, Umutsuzlukla Çatışarak Büyür…

Yeni duruma sıkça vurgu yapmamız boşuna değildir. Yeni durumu kavramazsak hatalarımızdan öğrenmeyi, yeni söylemlere açık olmayı ve dahası değişimin gerekliliğini yeteri kadar bilince çıkarmayı başaramayız. Keza yeni doğanı, gelişip büyüyeni doğru anlamak, tarihi anı doğru ve bütünsel okumakla orantılıdır.

Yine, yeni dönemin zorluklarına dikkat çekmek bir umutsuzluk ve karamsarlık işareti olarak görülmemelidir. Bu sadece bir gerçekliğin altını çizmektir. Ve yine, bu zorlukların içinde taşıdığı olanakları görmezsek, sınıf savaşımı için tarihi anı doğru okumamış oluruz.

Devrimci ve ilerici güçler içinde belirginleşen örgütsüzleşme, karamsarlık eğilimlerine karşı bu olanaklardan yararlanarak gereken duruşu gösteremeyiz. Durumu tersine çevirmek için ideolojik mücadele ile bütünleşen pratik devrimci faaliyetlerde gereken yoğunluğu sağlayamayız. Diğer bir ifadeyle yetersizliklerimize dikkat çektiğimiz kadar onları gidermek için de çaba sarf etmeliyiz.

Bu çabayı ortaya koyarken mutlaka başarılı çalışmalarımızın da altını çizmeliyiz. Bunca olumsuzluk içinde başarılı yanlarımıza işaret etmek aynı zamanda yeni başarılar için harekete geçmektir. Umut ve cesaret, umutsuzluk ve cesaretsizlikle çatışarak büyür. Kısacası gerçekliğimize bütünsellik içinde hücum etmeliyiz. Tabi ki asıl olan umudu büyütmektir, yetersizlikleri giderme, başarısızlıkları başarıya dönüştürme mücadelesinde militanca bir duruş ortaya koymaktır.

Devrimci hareketin ve enternasyonal proletaryanın almış olduğu tüm yenilgilere rağmen devrimin gerekliliği ortadan kalkmamıştır. Bunu iddia edenler ya proletaryanın sınıf düşmanlarıdır ya da reformizmin bataklığına batmış yorgun ahmaklardır.

Sınıflı bir toplumda yaşıyoruz ve sınıf savaşımı da sürüyor. Hiç kimse tarihin ileri doğru dönen çarkını geriye çeviremez. Devrimler uzun yürüyüşlerdir. Bu yürüyüşlerde zaman zaman duraksamaların, geriye savrulmaların olması sadece yürüyüş süresini uzatır. Ama engellemeye gücü yetmez. Dahası tarih bir atımlık barut değil, koca bir süreçtir. Bu nedenle tarihe daha geniş bir perspektifle bakmalıyız. Ne tarihi ne de devrimleri kısa dönemlere mahkum etmemeliyiz. Diyalektik materyalist anlayış bize bunu gösteriyor.

Ne diyordu Lenin yoldaş: “Dünya tarihinin ara sıra büyük gerilemeler göstermeksizin her zaman ileriye doğru ve pürüzsüz olarak ilerlediğini düşünmek, bilimsel ve diyalektik değildir, teorik bakımdan yanlıştır.”

Demokratik halk iktidarlarının ve sosyalizmin ilk deneyimlerinin yenilgiyle noktalanması süren sınıf savaşımının bir sonucudur. Bu mevzilerin kaybı haklı ve meşru olan mücadelemizi anlamsız kılmaz. Burjuvaların bu yönlü tüm saldırılarını boşa çıkaracak güçlü bir silaha sahibiz. O silah Marksizm’dir, bilimsel sosyalizmdir.

Her şeyden önce kapitalizmin insanlığın geleceğine dair bir projesi, çözüm reçetesi yoktur, olamazda. Çünkü “kapitalist birikiminin genel yasası proletaryanın görece ve mutlak yoksullaşması; kapitalizmin gelişmesi sermaye birikimiyle birlikte burjuva toplumunun bir kutbunda muazzam zenginliklerin yoğunlaşmasına ve sömürücü sınıfların lüks ve asalaklığının, israf ve aylaklığının artmasına yol açar. Toplumun diğer kutbunda proletaryanın sömürülmesi daha da keskinleşir. Ve emekleriyle tüm zenginlikleri yaratanların işsizliği ve sefaleti artar.” (Politik Ekonomi Ders Kitabı, s. 200)

Bu değerlendirme tam da bugünkü Türkiye’nin gerçekliğine işaret ediyor. Mutlak yoksullaşan işçi ve emekçilerin her geçen gün alım güçleri düşüyor ve iş güvencesinden yoksunlar. Diğer yanda bir avuç hain azınlık servetlerine servet katıyor. Tüm baskılara ve sansüre rağmen her gün Saray ve çevresinin şatafatlı yaşamına dair haberler çıkıyor. Hiç tartışmasız çürümüş sistem ve bu sistemin önemli oranda din ve milliyetçilik ideolojisiyle kirlettiği, çürüttüğü bir toplum gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ama gerçek yalnız bu tablodan ibaret değil. Diğer yanda bu sistemi sorgulayan, çıkış yolu arayan ve yer yer tepkisini açığa vuran bir işçi ve emekçi kitlesi var. Devrimci ve sosyalist güçlerin dikkatlerini yöneltmesi gereken asıl nokta da burasıdır. Dipten gelen bu dalgayla buluşmanın yolu kitle çalışmasından geçer. Elbette ki bu yönlü çalışmayla bilincimizdeki zayıflıkları giderdiğimiz oranda bir başarıdan, kitlelere, kendimize güvenden söz edebiliriz. Ve ancak bu ideolojik donanımla “Devrimler dönemi bitti”, “Sınıf mücadelesi anlamsızlaştı” diyen burjuvaziye ve onun “sol” cephedeki ideolojik uzantılarına karşı yaşasın devrim ve sosyalizm diyerek işçi ve emekçilere ileri, daha daha ileri çağrılarında bulunabiliriz.

2490

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Artsakh (Dağlık Karabağ) Tehciri: Stalin Düşmanlığı ve Sosyalizme Saldırı

Uluslararası alanda sömürü, baskı, saldırı ve ilhaklar son dönemlerde katbekat artmış ve katmerli boyutlara tırmanmıştır. Emperyalist devletler ve onların güdümündeki gerici devletlerin, tüm ezilen sınıflar ve toplumlar üzerindeki saldırı furyası, had safhaya ulaşmış durumda. Öyle ki, uluslararası hakim sistem bir taraftan mevcut sorunların bedelini giderek ezilen yığınlara ve mazlum uluslara daha fazla yüklerken diğer taraftan saldırılarını da daha acımasız ve daha şiddetli boyutlara tırmandırmış durumdadır.

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

Sayfalar