Pazar Mayıs 5, 2024

UKRAYNA’DA YAŞANAN İKTİDAR KRİZİ VE KIRIM ÖZERK BÖLGESİ’NİN RUSYA TARAFINDAN İŞGALİ BİZLERE NE ANLATIYOR!

Emperyalist güçler arasındaki rekabet ve hakimiyet dalaşı, bir asırı aşkın bir zamandır devam etmektedir.Yaşadığımız yüzyıl, katliam, zulüm ve sürgün yüzyılı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda otuz milyona yakın insan katledilmiştir. Başta kadınlar ve çoçuklar üzere, milyonlarca  insan yerinden yurdundan edilmiş, zoraki göçe ve sürgüne maruz kalmıştır. Bu insanların mallarına, mülklerine büyük bir  açgözlülükle el konulmuş, hakları gasp edilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesine baktığımızda da, kapitalist  sermaye arasındaki pazar paylaşımı kavgası marifetiyle Kafkaslar’da ve Kırım’da büyük katliamların, yıkıcı sürgünlerin yaşandığını görürüz. Yüzyıllık savaşlarda milyonlarca mazlum katledilmiş veya  yurtlarından zorla sürülmüşlerdir.1856-1864 yılları arasında iki milyona yakın Çerkes yurdundan sürülmüş,  kırıma ve katliama uğratılmıştır. Çerkes katliamının baş sorumlusu elbette Çarlık Rusya’sıdır. Ama  aynı zamanda  İngiliz, Fransız, Alman kapitalistleri ve Osmanlı İmparatorluğu da bu katliam, sürgün ve kırımdan sorumludur. Soçi’den zorla gemilere bindirilen Çerkes halkı,   Karadeniz’in karanlıklarına binleri-onbinleri, yüzbinleri kurban vermiştir. Savunmasız durumdaki kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, Karadeniz’in karanlıklarına bilerek ve kasten sürülmüş, bile bile ölüme gönderilmiştir. O sebeple, bu katliamdan dönemin bütün efendileri doğrudan sorumludur. Her ne kadar aklanmaya çalışılsa da, bu katliamda Osmanlı İmparatorluğu’nun sorumluluk payı büyüktür. Çerkesleri mecburiyetten kabul eder görünen Osmanlı, onların kendi topraklarına gelişinin büyük sıkıntı ve zorlukları da beraberinde getireceğini hesaplamış olmalı ki, bozuk ve harap durumdaki gemileri, tekneleri sefere çıkararak, katliama zemin hazırlayıp çanak tutmuştur. Yüz kişilik harap gemilere bin kişinin istiflenmiş olmasının başka ne anlamı olabilir ki? İyi bilinir ki, daha  Soçi’den bir mil kadar uzaklaşmış olan bu gemiler batmaya başlamıştır. Buna bir de, beslenme ve sağlık konusunda hiçbir önlemin alınmamış olması eklenince, Çerkes sürgünleri açısından sonuç tam bir facia olmuştur. Nihayetinde, bu mezalimden arda kalan Çerkesler, sefalet ve yoksulluk içinde dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalmışlardır. Analarını, babalarını, kardeşlerini, çocuklarını yitiren mazlum Çerkes halkı bu kırımı ve acılarını asla ve asla unutmamış, aradan yüz elli yıla yakın bir zaman geçmesine karşın, bu acılarla birlikte yaşamaya devam etmiştir. Belli ki, bu büyük vahşetin, bu büyük kırımın unutulmasının, açılan derin yaranın kapanmasının henüz mümkünü yoktur. Unutmak ise zaten alçaklıkla eş anlamlıdır ve ihanettir.

Çerkeslerin maruz kaldığı bu amansız kıyımın tek sorumlusu, dönemin egemen ve sömürücü hakim sınıflarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya arasında neredeyse yüzyıl süren savaşın sonlarına, yirminci yüzyılın başlarına doğru Kafkaslar ve KIRIM bölgesi yine stratijik önem taşımaktaydı. Kırım’a hakim olmak demek, Kafkaslar’dan Balkanlar’a, Balkanlar’dan Doğu Avrupa’ya  hakim olmak anlamını taşıyordu. Rusların 1700’li yıllarda işgal ve ilhak ettiği Kırım bölgesinde sular hiçbir zaman durulmamıştır. Çarlık Rusya’sının Kırım’dan Batum’a kadar uzanan bölgede egemenlik sağlaması demek, aynı zamanda İstanbul’da egemenlik tesis etmeyi de beraberinde getireceği kaygı ve kuşkusu Osmanlı İmparatorluğu’nda sürekli bir tedirginlik konusu olagelmiştir. Bu yüzdendir ki, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın ağır yenilgi almasına kadar, Kafkaslar’da egemenlik kurma savaşları kesintisiz sürdürülmüştür. Çarlık despotizminin Çerkes halkını acımasızca  kırımdan geçirmesinin, anavatanlarından, yurtlarından sürgün edip Karadeniz’de ölüm yolculuğuna çıkarmasının temel nedenlerinden biri tam da budur işte. Bu olayda iki milyona yakın insan katledilmiştir. Ne ilginçtir ki, Anadolu topraklarından attıkları okların Altay Dağları’ndaki ‘Türkler’e selam götürdüğünü sanan günümüz ırkçı faşistleri ya da ‘Ya Allah Bismillah’ nidasını ağızlarından düşürmeden ‘İslam bayrağı’ sallayan gerici güruhları ve ‘yeni Osmanlıcılar’ı da, bu büyük mezalimi adete yaşanmamış saymaktadırlar. Daha da vahimi, bütün dünyanın bu katliama, zulme karşı sessiz kalması ve üstünü örterek görmezden gelmiş olmasıdır.

Çerkes halkı o gün bu gündür acılarıyla ve yasıyla başbaşa kalmıştır. Her kırım gibi, bu kırım da arkasında onulmaz acılar, gözyaşları bırakmıştır. Öyle ki, daha çok yaşlı kadınlar olmak üzere, pek çok Çerkes hala balık yiyememektedir örneğin. Çünkü Karadeniz onların en sevdiği varlıklarını ellerinden almış, ölülerini balıklara yem etmiştir. Peki, nasıl olmuş ta, bu merhametsiz katliama sessiz kalınabilmiştir? Nerede unutulmuştur o hak, adelet, demokrasi ve özgürlük ülküsü? Mazlum halkların uğradıkları zulmü deşifre etmek, kınamak ve hesap sormak sıradan insani bir görev değil miydi yoksa? Burada bir eleştiri de kendimize yapabiliriz artık. Ne yazık ki, biz sosyalistler de, Çerkes katliamına karşı yeterli duyarlılığı gösteremedik ve daha çok sessiz kaldık. Çok sonraları kurulmuş olan ve bu kırıma dahli sözkonusu olmayan Sosyalist Sovyetler’in şanına gölge düşürecekmiş gibi; bir eleştiri gelmesin, emperyalist devletler bunu kullanmasın diye, gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır, dilimizi lal ettik. Hesap sormaktan ve hesap vermekten korktuk.

Oysa Çerkes halkı bu katliamın izini her yerde sürdü, her yerde bir işaret buldu. Öyle ki, o günden bugüne kargaları bile hiç sevmez oldu. Çünkü; Karadeniz’de, Kırım’da ve Kafkaslar’da  katledilen kadınların, çoçukların saçlarından, yaşlıların sakallarından  topladıklarıyla kargaların kendilerine yuva yaptıklarını düşündü. O gün bu gündür, kargaların ve benzeri kuşların yaptıkları her yuva,  Çerkesler’e yaralarını anımsatır oldu, kıyımın acılarını daha da deşileştirdi. Her çey apaçık ortada olmasına rağmen, Çerkesler’in uğradığı bu büyük haksızlığı, bu zalim kırımı hala idrak edebilmiş değildir insanlık. Bu yüzdendir ki, milyonlarcası kırıma uğrayan, dünyanın dört bir yanına savrulan Çerkes halkına insanlığın büyük bir özür  borcu vardır. Çerkesler başta olmak üzere, zulum altında yaşayan Kafkas halkları bu gün de bağımsızlık ve özgürlük mucadelesini sürdürmektedir. İkinci emperyalist paylaşım savaşında 58  milyonun insan katledildi. Bunun 28 -30  milyonu Sovyetler Birliği vatandaşıydı.

Bu arada şunu açıklamadan geçmek olmaz; Kafkaslar’da yaşayan halkların birçoğu, Çarlık Rusya’sının geçmişte yaptığı katliam ve zulümlere tepki olarak, ikinci dünya savaşında Faşist Hitler Almanya’sının yanında yer alarak, intikam alma eğiliminde olmuştur. O dönem Kafkas halklarının,özellikle de Tatar ve Ahıska Türkleri’nin bir kısmının bu yanlış tutumu başka bir yanlışı ve zulmü de beraberinde getirmiş, onbinlerce insanın anavatanlarından sürülmelerine, bir nevi kırımına yol açmıştır. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacakistan vb. yerlere yapılan toplu sürgünler onulmaz yaralar açılmış, Sovyetler yönetimi bu konuda büyük yanlışlar yapmıştır. İkinci dünya savaşında da Kafkas halkları savaşın bedelini en ağır ödeyenlerden olmuştur. Hitler faşizminin Balkanlar ve İskandinavya  üzerinden  Sovyetler  Birliği’ne karşı geliştirdiği saldırılarda, ülke  savunmasını diğer Sovyet halkları ile beraber esasen Kafkas halkları da üstlenmiştir. Emperyalist gerici savaşların halklara ne büyük katliam ve zulümler yaşattığı açık ve nettir. Vietnam’da, Kamboçya’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Kürdistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da ve daha pek çok Asya, Afrika, Latin Amerika ülkesinde yaşananların yanı sıra, son olarak Ukrayna’daki olaylar da buna yeterince tanıklık etmektedir. Gerici, emperyalist savaşların ne kadar acımasız, yıkıcı ve katliamcı olduğunu bu ülkelerde yaşananlar açıkça ortaya koymaktadır. Çok iyi biliyoruz ki, Emperyalist haydutları sadece ne kadar kar edecekleri ve bu uğurda ne kadar alana hükmedecekleri ilgilendirmektedir. Sözümona ‘barış’ çağrıları ve zoraki diplomatik atakları da dahil, bütün o cafcaflı girişimleri yalnızca yalana, aldatmaya, göz boyamaya dayalıdır ve timsah gözyaşları dökmekten ibarettir.

Suriye de, emperyalistlerin hakimiyet sağlama dalaşı neticesinde yaşanan üç yılık bilançonun hali ortadadır. Çıkar savaşında onbinlerce mazlum insan katledilmiş, bir milyonu aşkın Suriyeli yerini, yurdunu terk etmek zorunda bırakılmıştır. Emperyalistler, bizzat yarattıkları gerici canavarlara karşı savaşıyormuş gibi görünmeye çalışarak halkları kandırmaya, yaptıkları kışkırtmaları, katliamları sinsice gizlemeya çalışmaktadırlar. Bugün dünyanın dörtbir yanında süren yerel savaşlar bizzat emperyalist devletler tarafından planlanmakta, beslenmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. Bu durum aslında geri dönüşü olmayan bir dünya savaşına da davetiye çıkarmaktadır. Dünyada yaşanan sermaye krizi, yeniden yapılanma adı altında ekonomik, siyasal, askeri olarak sistemi değişikliğe gitmeye zorlamaktadır. Eğer yaşanan ekonomik kriz atlatılamazsa, emperyalist devletler krizi daha kapsamlı ve büyük bir savaşla çözmeye yöneleceklerdir.

Onlar açısından bunun bir başka yolu yoktur.

Ukrayna’daki durum bize şunu göstermektedir: Dünyada yaşanan sermaye krizi, emperyalistler arası savaş riskini giderek artırmaktadır. Doğu Avrupa’da ve Kafkaslar’da yaşanan son durum da bunu zaten doğrulamaktadır. Sorunu görmezden gelmek, önemsememek büyük bir hata ve bir dizi yanlış tahlili de bereberinde getirebilir.

Kafkaslar ve Kırım özerk bölgesi her zaman stratejik bir önem taşımıştır. Osmanlı ile  Çarlık Rusya arasında süren uzun savaşlarda da, Kırım bölgesi hep belirleyici bir önem taşımıştır. Ukrayna’daki krizin ‘anlaşılması’ için bugün çalınmaya başlanan emperyalist savaş tamtamlarının sesine ciddiyetle kulak vermeli ve doğru tahliller yaparak, izlenecek politikaları şimdiden belirlemeliyiz. Aksi halde çok geç kalınmış olacaktır.

Avrupa’nın yüzyıllardır göz koyduğu toprakları halkları hiçe sayarak ve sinsi taktiklerle almak istemesi, Ukrayna örneğiyle bir kez daha somut hale gelmiştir. Emperyalistler arasındaki rekabet daha da artarak, gerilimi büyüteceğe benziyor. Göz koyulan toprakların kurtlar sofrasında yeniden ve acımasızca paylaşılmak istenmesine ve bu topraklarda yaşayan halklar için öngörülen kanlı planların icrasına musade edilmemeli, etmemeliyiz.

Avrupalılar da dahil olmak üzere, ABD emperyalizmine, uzun vadeli planlarını hayata geçirme fırsatı asla verilmemelidir. Onların stratejik amaçları yüzbinlerce insanın katledilmesini, milyonlarca insanın yerinden, yurdundan zorla sürülmesini, halkların birbirlerine karşı düşmanlaştırılmasını ve kanlı boğazlaşmaları öngörmektedir. Geçmişte bunun pek çok örneğine tanık olduk. Pek çok kırımlar yaşandı. Bütün bu kanlı ve hain pratiklere büyük bir arsızlıkla ‘demokrasi’ ya da ‘özgürlük’ adını verdiler. Hala kan akıtmaya, zulüm uygulamaya devam ediyorlar ve bu kanlı pratiklerini yüzlerine kondurdukları sahte tebessümlerle saklamaya çalışıyorlar. Onların ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kavramlarının mahiyeti tam da budur işte! Bugün savaş kışkırtıcılığında, halkların kanını dökmede Rus emperyalizmi de, Avrupa ve Amerikan emperyalistlerinden geri kalmamaktadır. Kırım bölgesini önce işgal edip, hemen ardından göstermelik bir referandumla kendi egemenliği altına almış olmasının başka hiçbir anlamı yoktur. Görünen o ki, karşılıklı ataklar, ilerleme  ve geri çekilmeler, taktik ve stratijik hesaplaşmalar devam ediyor. Savaş hazırlıkları yapılıyor, yeni mevziler  kazanılmak isteniyor . Bunca yaşanmışlıktan, deneyimden sonra, yarın ne olacağını şimdiden görebiliriz. Eğer bunu doğru saptayamazsak, halklarımız yine büyük katliamlara, yıkımlara, zulümlere maarruz kalacaktır. Gelişmeleri doğru okur, halklarımızı buna uygun olarak örgütlersek, proleter devrimlerle geleceğimizi taçlandırabiliriz. Hep söylenegeldiği gibi, ya emperyalist savaşlar devrimlere yol açar ya da devrimler emperyalist savaşları önler. Proleterya ve ezilen halklar için  izleyecekleri başka bir yolun mümkünatı yoktur. Ukrayna ve Kırım’da emperyalistler arasında süren dönemin en büyük krizine bir de bu yönüyle bakmalıyız diyorum.

Bu yazıyı hazırladığım kısa dönem içerisinde Kafkasya ve Ukrayna’da çok hızlı gelişmeler yaşandı. Kırım parlementosu önce bağımsızlık ilan etti. Hemen ardından Rusya’ya katılma kararı alarak, onların lehine ataklar yaptı. Amerikan ve Avrupa emperyalizmi ardı ardına gelen Rusya yanlı atakları önce şaşkınlıkla izledi. Kendine gelir gelmez karşı ataklar başlatarak, yandaşı Ukrayna yönetimine destek olup açık güvenceler veren açıklamalarda bulundu. Hem ABD hem de Avrupalı emperyalistleri temsil eden NATO, savaş filolarını Ukrayna ve Kırım’a yönlendirdi. Yaşanan savaş çığırtkanlığı karşısında emperyalistler mest olmakta, daha ne kadar kan döküp katliam yapacakları hesabını yapmakta, silahlarının namlularını  buna uygun  şekilde mevzilemektedir.

Bütün bu söylediklerimizi, Rusya’nın daha dün Ukrayna topraklarına  girmesi ve rakip emperyalist devletlere alenen meydan okuyor olması doğrulamaktadır. ABD ve Avrupalı emperyalistlerin reste -restle  cevap vermesi de önemli bir karinedir. Emperyalist güçler savaş hazırlıklarına hız vererek, dünyayı yeniden barut fıçısına çevirmeye, kan akıtmaya, bu yolla egemenlik sağlamaya hazırlanmaktadırlar. Dünya halkları ve proleteryası olası bir emperyalist hesaplaşmaya, kanlı bir boğazlaşmaya karşı hazırlıklı olmalı, haksız savaşlara karşı kendi haklı savaşlarını yükseltmeli, haklıdan ve mazlumdan yana yerini almalıdır. Emperyalist savaşlara karşı devrimci proleteryanın saflarında  örgütlenerek, kendi özgürlüğü ve güvenliğini sağlayacak devrimlerini yaratmak için mevzilenmelidir .Yoksa yarın çok geç kalmış olacağız.

94419

UKRAYNA’DA YAŞANAN İKTİDAR KRİZİ VE KIRIM ÖZERK BÖLGESİ’NİN RUSYA TARAFINDAN İŞGALİ BİZLERE NE ANLATIYOR!

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar