Cuma Mayıs 24, 2024

"Türkiyelileşme" üzerinde dolaşan kirli eller! Sefa Ünal

28 Şubat 2015’de HDP heyeti ile Hükümetin ayrı ayrı metinleri ortak kürsüde açıklaması, Kürt meselesinin barış ve uzlaşma ile yol almasında önemli bir eşiğin aşıldığı iddiasına neden oldu. Bu açıklamanın muhtevasını egemen sınıflar ve onun medyası “silah bırakmada” tarihi adım olarak doldururken, Kürt hareketi silah bırakmanın müzakerenin gerçekleşmesi ve ilerletilmesine bağlandığı şeklinde doldurmaktadır. Şimdiden bu bakış açısı farkının uzun soluklu bir tartışmaya zemin sunduğu görülmektedir. Yapılan açıklamada silah bırakma eksenli PKK’nin kongresini toplama çağrısı söz konusu. Ancak bu TC’nin atacağı adımlar temelinde olacak vurgusu ve belli şartlara bağlanması da söz konusu. Nur topu gibi bir zaman öldürme tartışması bu vesileyle tetiklenmiş oldu. PKK kongre toplayacak mı toplamayacak mı, karar alacak mı almayacak mı gibi soluklu bir tartışma ve TC’nin psikolojik savaş argümanı şimdiden oluşmuştur.

Muhataplık: Kürt Meselesinin Oyalama Aygıtı!

Ancak bu eksende bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. Bu açıklamanın silah bırakma meselesinde 2013 Newroz’un da yapılan açıklamaya göre daha temkinli ve devlet açısından daha geri bir nokta olduğu açıktır. Çünkü o açıklamada geri çekilme meselesi TC’den herhangi bir adım beklemeksizin fiilen pratikleşmişti. Bu açıklamada ise bunun olmayacağına işaret etmektedir. TC 2 yıl önceki duruma göre kendisi açısından aslında daha geri bir mutabakatı daha güçlü bir muhataplık ilişkisiyle kabul etmek zorunda kalmıştır. TC’nin bu açıklama üzerinden psikolojik bir savaş eşliğinde zaman kazanmaya dönük kullanacağı görülmektedir.

Meselenin muhataplık açısından güçlü ve yeni bir eşik olduğu meselesi ise doğrudur. Bu yönüyle Kürt ulusal hareketi ciddi bir kazanım elde etmiştir. Ancak Kürt meselesinin gerek iç gerekse de dış politikadaki yeni pozisyonu ve özellikle Ortadoğu’da Kürtlerin elde ettiği kazanım ve yeni politik karakteri düşünülürse artık muhataplık meselesinin hem önemi hem değeri gelişmelerin çok gerisinde kalmıştır. Ancak TC’nin bu muhataplığı özellikle geçmişteki gerici konumu ile kıyaslayarak ustaca pazarladığı görülmektedir. Bu durum yer yer içinden geçilen sürecin üstüne atılan bir örtü işlevi de görmektedir. Adeta bir sihir yaratmakta ve görünürde etkileyici bir şov olarak algılanmaktadır. Oysa muhataplık tartışmasını gelişmeler yutmuş, bunun ciddi bir adım olması meselesini çoktan geriye atmıştır.

Liberallerin Açılan İştahı Ve Sınırsız Özgürlükleri!

Bunların yanında bu açıklamanın HDP’ye sunacağı katkı, seçim sürecine etkisi gibi daha farklı bir psikolojik savaş süreci de yürütülmektedir. Bu psikolojik savaşın muhatabı ise sadece HDP ya da Kürt ulusal hareketi değil genel olarak devrimci sürecin araç ve yöntemleri olmaktadır. Devrimci süreçlerin gerçekleşmesi ve halkın örgütlenerek egemenlik kurmasındaki zor ve silahlı mücadeleye yönelik bir ideolojik kuşatmada söz konusudur.

Bu noktada özellikle Kürt ulusunun barış ve uzlaşmayla belli haklarının tanınmasını isteyen, devlete eleştirel bir noktada duran, yürüyen müzakerede devletin ayak diremesine karşı konumlanış içinde olan kesimlerin bu kılıcı çektiğini görmekteyiz. Liberal burjuvazinin temel karakteri bir elini özgürlük, barış, demokrasi için kaldırırken diğer elini arkadan sinsi şekilde devletin bekasına hizmet için kaldırır. Onun sınıfsal karakteri ve çıkarları bu niteliğini ortaya çıkarır.

Şimdilerde bir yandan AKP hükümetini demokrasi, özgürlük ve barış söylemiyle döverken diğer taraftan HDP güzellemeleri eşliğinde silahlı mücadeleye ve onun yarattığı kazanımlara saldırmaktadırlar. Bu sadece silahlı mücadeleye bir saldırıyı içermenin ötesinde Kürt ulusunun “Türkiyelileşme” projesi kullanılarak tam hak eşitliğine dayanan Özgürce Ayrılma Hakkının çanına kalıcı olarak ot tıkama hesabı yapmaktadırlar.

Bu saldırılarını bir yandan HDP güzellemeleri yaparak, diğer yandan HDP’yi yükseltecek koşulların ne olduğunu sıralayarak yapmaktadırlar. Peşpeşe bir kaç alıntı yaparak duruma açıklık getirmek gerekir. “HDP bütün anketlerde yüzde 10’luk baraj engelini aşmaya yakın görünüyor. Kuvveden fiile geçmesinden vazgeçtik, silahsızlanma etrafında olumlu, samimi ve ikna edici bir gündem yaratılması bile, bazı koşulların da yerine getirilmesiyle birlikte HDP’nin barajı geçmesini sağlayabilir.” (Kadri Gürsel, 1 Mart Milliyet)

“Bu açıklamayla(silah bırakma) HDP’nin baraj sorunu kalmamıştır” (Ruşen Çakır, 28 Şubat Habertürk TV)

“Silahlı mücadelenin sona ermesi, HDP’nin temsil ettiği Kürt siyasi hareketi açısından ciddi dönüşümün kapısını aralayarak, onu 1970’lerde içinden çıktığı Türkiye solunun temsilcisi yapmaya aday haline getirebilir. Bunun Türkiye’nin geleceği açısından çok hayırlı bir gelişme olduğuna şüphe yok. 

Kuşkusuz Türkiye’nin Batısından alacağı ciddi destekle HDP’nin yüzde 10 barajını geçmesi, hareketin Türkiyelileşmesi ve demokratik güçlerin bu partiyi şemsiye olarak değerlendirerek birleşmesi anlamına gelecek… Bu bağlamda silahlı mücadelenin sona ermesi, hem HDP üzerinde Damokles’in kılıcı işlevi gören silahlı güçlerin baskısının azalması, hem de gittikçe otoriterleşen siyasi iktidara karşı verilecek demokratik mücadelenin güçlenmesi açısından önemli.” (Behlül Özkan, T24, 28 Şubat).

Bu ve benzeri anlayışlar sadece bu kişilerle sınırlı değildir. Bu ortalama bütün liberaller ve yer yer koşulların boğuculuğu karşısında demokratik tutum alan diğer burjuva aydınların sahiplendiği ve etrafında kenetlendiği yaklaşımlardır. Bu vb içerikteki yazılar bu cenahta bir birine atıf yaparak dolaştırılmaktadır. Bu kesimler ezilen Kürt ulusunun sistem içinde “asgari demokratik” haklara kavuşmasını bölünmeme şartına (yani özgürce ayrılma hakkının gerçekleşmemesine) bağlayarak yaklaşmaktadır. Bunu da Kürt ulusal hareketinin Türkiyelileşme kavramıyla perdelemektedirler.

Tutarlı demokratik tutum Kürt ulusuna tam hak eşitliğini savunmaktır. Bunun barışçıl yolla sağlanmasını savunmak sorun değildir. Bir arada yaşamanın yegane koşulunun, ulusal barışın sağlanmasının gerçek savunusu tam hak eşitliğini (özgürce ayrılma hakkının kabulü) savunmaktan geçmektedir. Türkiyelileşme meselesi önündeki engel silahlı mücadele değildir. Kürt ulusal hareketinin Türkiyelileşmesinin önündeki engel faşist devletin Kürt ulusunun tam hak eşitliğini kabul etmemesi ve ulusal hakları gasp etmesidir. Bunu kabul etmesi durumunda Kürtlerin ulusal hakları ekseninde savaşması, ölmesi-öldürmesi için nasıl bir sebep olabilir. Kürt ulusunun bunu gerçekleştirmesini, eksiksiz gerçekleştirmesini tartışmak, bunun savaşımını ve mücadelesini vermek yerine silahlı mücadeleyi tartıştırmak, Türkiyelileşme ve seçim barajını geçmesini buna bağlamak Kürtleri silahsız, örgütsüz bir şekilde faşist devletin parlamentosuna ve insafına bırakmaktır.

Kemalistlerin “Gecikmiş” Adımı!

Bu süreçte gerçekler gerici bir kuşatmayla çevrelenmiş durumdadır. Silahlı mücadelenin ve zorun Kürt meselesinin toplumsal gelişmesinde tarihsel ve güncel rolü adeta bir küfür korosuyla hücuma uğramaktadır. Ezilen geniş kitlelerin kafası silahın ve zorun geleceğini kurmasındaki tarihsel rolünü, devrimci işlevini kavramasında karartılmaya, karıştırılmaya çalışılmaktadır. Bu olabildiğince güçlü, yoğun bir dalga haline gelmiştir. Bu dalgada boğulmak istenen ezilenlerin geleceğidir.

Bunun yanında Kürt ulusal hareketini sistemin içine çekme, merkezine yaklaştırma noktasında verilen çaba sadece bu kesimlerle sınırlı değildir. Bu eksende kemikleşmiş gerici Kemalist kesimlerinde buna dahil olduğu görülmektedir. Faşist Türk aydınlanmacılığının kaşarlaşmış savunucusu Cumhuriyet başyazarı Cüneyt Arcayürek’e bakın ne diyor:“Bu nedenle bu seçimde HDP’nin barajı aşarak Meclis’e girmesinde olası sonuçlar dikkate alındığında, -biz- seçmenlerin geleceğimizi özenle düşünerek oy kullanmamızda sayısız ulusal yarar var. Bu seçimde demokrasimiz ve halkımız ya RTE’nin boyunduruğu altına girecek ya da seçmen olan bizlerin HDP’nin Türkiye partisi olarak seçimi kazanmasını destekleyen oylarıyla Meclis’e girmesi sağlanacak!(Cüneyt Arcayürek, 27 Şubat Cumhuriyet). HDP’ye gösterilen bu ilgi ve beklenmedik destek dikkat çekicidir. AKP’nin giderek güçlenen konumu bu desteğin bir yanıdır. Ancak destek yine HDP’nin Türkiye partisi olmasına atıf yapılarak şekillenmektedir. Bu Türk ulusalcılığının kalesi olan kesimlerinin “Türkiye partisi” anlayışını bir “ulusal yarar” ekseninde tanımlamasını tereddütte yer vermeyecek şekilde Türk ulusal egemenliğinin devam etmesi olarak algıladığı açıktır. Bu kesimlerin Türkiyelileşme adı altında Kürt ulusunun temel hakkı olan “Özgürce Ayrılma hakkı” yerine belli iyileştirmelerle Kürtlerin uykuya yatırılacağına dair ideolojik hesapları yanında Türkiyelileşme ile Kürt ulusal kimliğinin silikleşmesine yönelik siyasi hesaplarını içermektedir.

Dost postu giymiş gulyabaniler şimdilerde ulusal barış, Türkiyelileşme, Demokrasi, seçimler, AKP’ye tampon söylemleri ile Kürt hareketinin reformist yönelimini cesaretlendirmekte, Kürt ulusunun yegane çözümü olan tam hak eşitliğini boğmaya, zorun ezilenler için tarihsel önemini kuşatmaya çalışmaktadır. Bu ideolojik ve tarihsel gericiliğin önünde barikat olmak devrimci-komünistlerin en önemli siyasal görevidir. Reformizme destek ile Kürt ulusal haklarının reformlar yoluyla demokratik kazanımlara dönüşmesine destek arasında ki kalın çizgi en belirgin hatlarıyla çizilmek zorundadır. Bu eksende yaşanacak muğlaklık var olan reformizm ve sistemiçiliğin tüm zehirlerinin bünyeye sirayet etmesini getirecektir.

 

83334

Sefa Ünal

Sefa Ünal  sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

 

Sefa Ünal

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Sayfalar