Pazar Nisan 28, 2024

Tek bir kıvılcım tüm bozkırı tutuşturabilir!

Türkiye'nin içinde bulunduğu mevcut durum düzenin yarattığı sorunları çözemediği gibi daha zorlu bir sürece giriliyor. Devletin yönetici kademelerindeki iktidar kavgası ve ezilen sınıflar üzerindeki baskı ve sömürü mekanizması egemen güçleri daha saldırgan kılıyor. Bunun sonucu devlet erki emekçi kitlelere, Kürt ulusuna ve tüm ezilen kesimlere yönelik baskı ve tahakkümünü giderek daha üst boyutlara tırmandırıyor. Devlet bu saldırılarıyla toplumu sindirmeyi hedefliyor. Onlar üzerindeki egemenliğini pekiştirmeyi amaçlıyor.

Ancak tüm saldırılarına karşın mevcut durum hiçte devlet erkinin başında bulunan R.T. Erdoğan/Saray'ın tasarladığı gibi değil. Kendi çıkarları için hedefledikleri istikrarı bir türlü oluşturamadılar. Darbe ve sonrası yapılan baskılar ve saldırılar Kürt halkının direnciyle birlikte, diğer bölgelerdeki diğer bölgelerdeki halk katmanlarının da tepkisiyle karşılandı. Devletin saldırılarına karşı boyun eğilmedi ve çeşitli eylem ve gösterilerde karşılık bulan direnişle yanıt verildi. OHAL ilanı ve hileli referandum ile devlet kurumu kitleler nezdinde daha teşhir oldu.

KHK Devleti!

15 Temmuz 2016'da yapılan darbe girişimi bahane edilerek, 20 Temmuz'da ilan edilen Olağanüstü Hal(OHAL) gerçekte bir darbedir. Öyleki OHAL ile birlikte devlet erki üzerinden yapılan baskılar, saldırılar, katliamlar ile darbe dönemine özgü bir sürece girilmiştir. Bunun sonucu ezilen sınıflar, Kürtler, Aleviler, ilerici tüm kurumlar üzerinde uygulanan baskı ve saldırılar üst boyutlara tırmandırıldı.

İlan edilen OHAL ile birlikte, uygulamaya konan Kanun Kükmünde Kararnameler(KHK) üzerinden 135 bin cıvarında kişi görevden alındı, işten çıkarıldı, ihraç edildi. KHK üzerinden bu ihraç uygulamaları halen yürürlüktedir. İhraç edilenlerin çoğunluğu okullarda, üniversitelerde, devlet dairelerinde vb. yerlerde çalışan kamu emekçileridir. Ayrıca 10 binlerce kişi tutuklandı ve cezevine kondu. Tüm bunlarla beraber 1400'ü aşkın dernek, vakıf, televizyon, radyo vb. kurum kapatıldı. Devrimci, yurtsever, muhalif basın üzerindeki baskı ve engellemeler de daha artırılmıştır. Bunun sonucunda yüzlerce gazeteci sorgusuz-sualsiz tutuklandı.

HDP/DBP üzerindeki baskılar da 20 Temmuz darbesiyle daha üst düzeye tırmandırıldı. Partinin eş başkanları ile 12 milletvekili, binlerce parti yönetcisi ve üyesi gözaltına alındı ve tutuklandı. Seçimlerde seçilen il ve ilçe belediye başkanların çoğunluğu da görevlerinden alınmış ve cezevine konmuştur. Yerlerine yapılan kayyum atamaları OHAL sonrası da sürdürüldü. Böylece HDP/DBP iyice etkisiz hale getirilmek istendi.

Tüm bu uygulamalar mevcut süreçte aynı hızla devam etmektedir. 16 Nisan 2017'de düzenlenen referandum bu koşullarda yapıldı. Referandum ile hedeflenen, devletin hakim sınıfların ihtiyaçları temelinde yeniden örgütlenmesidir. Tüm yetkilerin tek bir erkte toplanması bu dönüşümün temel odağını oluşturuyor.

Bu uğurda referandum öncesinde ilan edilen Olağanüstü hal yasası ve KHK üzerinden AKP tüm insiyatifi ele aldı ve baskı aygıtnı daha üst boyutlara tırmandırdı. AKP, 16 Nisan referandum sürecinde temelde Türk hakim sınıflarının ayrıca MHP'nin merkezi yapısının açıktan desteğini aldı. Artık neredeyse AKP'nin bir propaganda bürosuna dönüşen “ana akım” medya referandum boyunca AKP'ye çalıştı. Referandumda “hayır” tavrını takınan CHP, düzen partisi olarak HDP'ye yönelik politikalarla yaratılmaya çalışılan muhalefet boşluğunu doldurma rolünü oynamıştır. HDP, ana akım medya tarafından yok sayılmış, kriminalize edilmiştir.

Tüm bunlara karşın kitlelerin önemli bölümü öne sürülen anayasayı kabul etmemiştir. Kürtler, Aleviler, devrimci ve demokratlar devletin tüm baskılarına karşın dayatılan gerici anayasaya karşı tavır aldı. Bunun sonucunda “Hayır” tavrı takınan kitleler, baskı ve engellemelere rağmen referandumda ciddi bir duruşu sokakta inşa etmiş ve daha fazla politize olmuştur. giderek daha öne çıkmış ve çoğunluğu oluşturarak muhalif ruh haletiyle referanduma gitmişlerdir... Nitekim referandum “hayır” atmosferinin damgasını vurduğu koşullarda yapılmıştır.

Ne var ki, 2.5 milyonu bulan geçersiz oy, YSK (Yüksek Seçim Kurulu) tarafından geçerli sayıldı. “Evet” oyları çoğunluğu sağlayarak anayasa değişikliğinin “kabul edildiği” ilan edildi. YSK tarafından ilan edilen hileli ve şaibeli resmi sonuçlar, TC Anayasası'na göre bile yasal ve meşru değildir. Dolayısıyla darbe ve OHAL şartlarında yapılan, üstelik hileyle sonuçlandırılan bu referandum gerçekte geçersidir.Dolayısıyla piyasaya sürülmek istenen bu anayasa kitlelerin çoğunluğu nezdinde meşru değildir.

Böylesi bir referandum mevcut sistemin ve devletin nasıl çetrefilli bir sürece girdiğinin göstergesidir. Ekonomik, sosyal, siyasal olarak mevcut sistem iyice tıkanmıştır. Sorunların üstesinden gelemeyen mevcut düzen ve devlet giderek saldırganlaşmakta, devleti yönetebilmek için artık bu denli hile ve gayrı-meşru faşist yöntemlere hem de yığınların gözünün içine baka baka başvurma ihtiyacı duymaktadır. Devletin kurumları ve üzerinde yükseldiği temeller iyice sarsılmaktadır.

Hiçbir zaman demokratik ve gerçek anlamda hukukla ilişkisi olmayan yasama, yürütme, yargı kurumları özerkliklerini ve işlevlerini iyice yitirmişlerdir. Öyleki kararlar meclis dışında alınan günübirlik kararnamelerdir. Devlet KHK'lerle yönetiliyor. Devletin çarkı iyice raydan çıkmış durumda. Bunun sonucu zaten temsili bir işlevi olan meclis artık bu fonksiyonunu bile iyice yitirmiştir. Yasama ve yürütme kurumları işlevsiz kılınmış durumda. Tüm bunlar Cumhurbaşkanlığı/Saray üzerinden yerine getirilmektedir.. Tüm yetki “Başkan”da toplanmaktadır. Mevcut devletin bu denli saldırgan ve pörsümüş bir hale gelmesi, üzerinde yükseldiği sistemin temellerinin nasıl çatırdağının göstergesidir...

Yığınların Devinimine Kulak Verelim!

Ülkenin içinde bulunduğu bu durum çeşitli milliyetlerden emekçi halk kesimlerinde güvesizlik ve tepkinin birikmesine ve büyümesine neden olmaktadır. 19-25 Aralık'ta yolsuzluk ve rüşvetle ayakta duran karakteri iyice teşhir olan AKP hükümeti, referandumda yapılan hile ve entrika sonucu daha fazla teşhir olmuştur. T.Kürdistanı'nda özyönetim direnişlerine yönelik faşist terör ve katliamlarıyla da bu durumu iyice perçinledi. Nitekim referandum öncesi ve sonrası halk yığınları oluşan öfkelerini sokakta dile getirmişlerdir. Bu tepki ve öfke giderek kitlesel eylemliliklere dönüşmüştür. Kitleler biriktirdikleri tepkiyi referandumda yapılan hile ve şaibelere karşı sokakta açığa çıkardılar. Bunun sonucu referandum sonrası kitleler çeşitli illerde sokaklara dökülürler. Öfkelerini ve tepkilerini dışa vururlar. Bunun için refearandumda yapılan hile ve şaibelere karşı tavır takınmak istemişlerdir.

Açık ki ezilen yığınların, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, AKP şahsında düzene karşı oluşan öfke dalgasının farkına varılmış 20 Temmuz'da yapılan darbe, ilan edilen OHAL ve KHK'larla bunun önüne geçilmeye çalışılmıştır. Kitlelerin haklı eylemleri devlet güçlerince bastırılmak istenmiştir. 20 Temmuz'da yapılan darbe, ilan edilen OHAL ve KHK'lara karşın bu eylemler ve öfkeler engellenememiştir. Darbe koşullarında referandumdaki hilelere karşı çeşitli illerde yürüyüşler, gösteriler yapılmış, tepkiler dile getirilmiştir. Bu eylemler ezilenlerin enerjisinin daha radikal kulvarda ilerleme eğiliminde olduğunu da gösterdi. Ne varki, tam da bu sırada düzen partisi olan CHP devreye sokuldu. Kitlelerin öfkesi düzen partisi olan CHP tarafından pasifize edilip, denetim altına alınmak istenmiştir. CHP kısmen bunda başarılı olmuştur. Kendi kitlesinin tepkisini frenleyebilmiş ve denetimi altında tutmuştur. Herşeye karşın kitlelerin AKP yönetimine karşı güvensizlikleri ve hoşnutsuzlukları yok olmadı. Birbirinden kopuk, kendiliğinden kitle eylemleri gündemdeki varlığını koruyor.

OHAL kararıyla ihraç edilen eğitimciler Nuriye Gülmen ve Semih Özakça açlık grevine gittiklerinde, giderek kitlelerin desteğini almışlardı. Bunun sonucu ülkenin çeşitli illerinde onlar için eylemlere gidilir. Onların açlık grevi direnişi aynı zamanda bozkırın ne kadar da kuru olduğunu ve ve tutuşmaya hazır bulunduğunu gösterdi. Eylemin kamuoyundan aldığı destek AKP iktidarını, İkinci Tekel ve Gezi isyanı korkusuyla harekete geçirmiş ve bunun sonucunda Nuriye ve Semih tutuklanmıştır. Onların eylemlerinin giderek gündemde yer alması cumhurbaşkanı ve hükümeti rahatsız eder. Bundan dolayı onların hakkında tutuklama kararı alınmıştır. Buna karşın onlar ve direnişleri gündemdedir.

Gezi Direnişi'nin 4. yıldönümünde yapılan miting ve yürüyüşler emekçilerin ve devrimci, demokrat kesimlerin mevcut sisteme yönelik öfkelerinin dışa vurumudur. T. Kürdistan'da kentlerin yerle bir edilmesine, yıkıma ve yağmaya, siyasi ve askeri operasyonlara rağmen Kürt hareketinin, Kürt ulusunun direnişi durdurulamamıştır.Türk devletinin tüm çabalarına, örgütlediği çeteler eliyle Kürtlerin kazanımlarına dönük düşmanlığa karşın DAİŞ büyük oranda yenilmiş, geri püskürtüımüş ve Rakka zaferinin menziline girilmiştir.Ayrıca Ege, İç Anadolu, Karadeniz gibi bölgelerde toprakları gaspedilip kompradorlara devredilmek istenen köylülerin direnişleri de giderek artmaktadır...

Ayrıca AKP daha önce yaptığı gibi işçi grevlerine yönelik düşmanlığını bu defa da OHAL döneminde işçi grevlerini yasaklayarak gösteriyor. Türk sermayesinin talebi doğrultusunda AKP, işçi sınıfının kazanılmış bir hakkı olan kıdem tazminatını kaldırmayı gündeme almıştı. Ancak işçilerin tepkisi sonucu şimdilik kıdem tazminatının kaldırılması erteleniyor.

AKP'nin, kıdem tazminatına dair değişikliği ertelemesi, geri adım atması, bozkırın tutuşmasından duyulan korkunun bir ürünüdür. AKP/Saray, yasak ve ertelemeye rağmen Şişecam işçilerinin devam eden direnişinden ve duruşundan gerekli mesajı almışa benziyor.

Tüm bunlar günümüz darbe, OHAL, KHK koşullarında, sömürü ve baskı mekanizmasının daha katmerli boyutlara tırmandığı bir süreçte uygulanıyor. Ama mücadele yüne de bastırılamıyor ve ezilen, sömürülen sınıf ve katmanlara mensup kitleler tepki ve öfkelerini dile getiriyor, direniyor, faşizme meydan okuyorlar!

Burada eksiklik devrimci yapıların ileri kitelelerle bağ kurma ve mücadelelerine önderlik etme sorunudur. Emekçi ve ezilen yığınlarla ilişkileri geliştirmek ve onları yönlendirmek sorunudur. Dolayısıyla kitlelerin düzene karşı kendiliğinden ve birbirinden kopuk eylemlerinin ve tepkilerinin örgütlü bir hatta çekilmesidir. Günümüz konjonktüründe bunun nesnel koşullarıyla birlikte, örgütlenmeye takabül eden öznel koşullar daha olgunlaşıyor. Baskının, sömürünün daha arttığı, çelişkilerin daha keskinleştiği, ileri emekçi kitleler nezdinde sistemin ve devlet erkinin daha teşhir olduğu, güvenin daha sarsıldığı bu konjonktür örgütlenme zeminini daha güçlendirecektir. Burada sorun bu nesnel gerçekliğin görülmesi ve öznel adımların atılmasıdır.

Bunun için kararlı ve inatçı olunmalıdır!..

39752

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Sen susuyorsun çünkü...

Seni Cizre, Silopi, Nusaybin, Diyarbakır Sur, Şırnak ve Dargeçit halkıyla empati kurmaya çağırmayacağım. Çünkü sen ölmüşsün. Bu düzen sana makam ve rahat bir hayat vererek ruhunu esir almış, öldürmüş seni. Ölmüş bir ruh gömüldüğü mezarda dışarıdaki seslere sağırdır.

Sevgili okur, bu sözlerim sana değil, siyasetçileredir.

15. yılında başka bir 19 Aralıkta

“Amaçları, insanı, insandan başka birşey    haline getirmekti”. Primo Levi

Aralık sallanıyor.

Bütün ayları özel kılan katliamlarla dolu Türkiye tarihinde, çığlıklar-haykırışlar, direnişlerle dolu Aralık her gelişinde, daha dünmüş gibi sallanıyor….

Bir bireyin tarihini bile objektif olarak yazması zorken, Aralık’ı yazmak hep zorluyor bizi.

Partisizlik Özgürlüktür

Vışş... o süperman kostümü ne la..... sıfır sıfır yedi gözlükler....

Sen benım kım olduğumu bılıyor musun ?

Haa..bılıyom.  Bızım koylu husosun.

Avradın da dayak yiyip şehire kaçan huso .

Bireycilik, grupçuluk....

Kapitalizmin ortaya çıkardığı bir hastalık bu.

Kapitalizmin itişi, kalkışının acımazsızca ceyran edişi  içerisinde statümüzü, grubumuzu....  buluruz, buldururuz.

Sanki kendimizin, ailemizin, yaşadığımız grubun....   sorunlarını, hislerini .....  başka bireyler, gruplar  yaşamıyorcasına, bilemeyeceklercesine  davranır, yaşarız.

İsrailleşen Türk devleti ve Kürtler

Ulusal sorununu çözmeyen bir devletin burjuva “demokratlığı” söz konusu olamaz. Türk devletinin tarihinde, burjuva anlamda “demokrat”lığı oldukça sınırlı olmuştur. Sınırlı yıllar içinde   burjuva “demokrasisi”ni uygulaması, dış koşulların ve iç koşulların (işçi sınıfı ve emekçilerin) dayatması sonucu olmuş, ama, işçi ve emekçiler ve başta Kürtler olmak üzere diğer azınlık uluslar üzerindeki faşizm sopasını da hiç bir zaman elinden bırakmamıştır.

Mazlum Yoldaşın Ardından

Yetmişli yılların ortalarında Malatya’dan İzmir’e gelmişti Mazlum yoldaş. Simsiyah saçları, kararlı bakan ışıltılı gözlerindeki sevgi yüzüne de yansıyordu. Kısa sürede herkesin sevgisini kazanmış, mahallenin “Marangoz İbo”su olmuştu bile.

Taklit yeteneği çok iyiydi. Gırgır ve şamatayı sever öykündüğü yoldaşlarını bire bir taklit ederken dernektekileri gülmekten kırar geçirirdi.

Çalışkandı; tam bir görev adamıydı. “Teoriden anlamam, ben pratik adamıyım!” derdi. Kızdı mı hemen parlardı, ama çabuk da sönerdi.

Şimdi yürüme zamanıdır!

Şimdi savaşma zamanı, savaşı büyütüp her tarafa yayma zamanıdır. Özgürlük ateşini yakınlaştırma ve devrimcileşme zamanıdır. Şimdi büyük bir ısrar ve kararlılıkla zorlukların üstüne doğru yürüme, engelleri cesaretle aşma zamanıdır. Partimizin ideolojik-stratejik hattı, işçi sınıfının, halkımızın, bölge halklarının değişim ve devrim ihtiyacına yanıt olma zamanıdır. Dayanılması zor, yokluk ve yoksulluklarla dolu ezilenlerin çığlıklarına kulak verme zamanıdır. Ertelenmesi asla mümkün olmayan zorunlulukların ve kaçınılmazlıkların gerçekleştirilmesi zamanıdır.

“Hendek” e düşmek mi, hendek atlamak mı?-Dursun Ali Küçük

*Kendimi hendeğe düşmüş gibi hissediyorum….
Kürdistan şehirleri ve ilçelerinde yaşanan vahşet gözlermin önünde kayıp gidiyor.
İçim kan ağlıyor..
Sanırım savaş ortasındaki her insanda bunu yaşıyor.
Ya bu hendekten atlarsın ya bu deveyi güdersin.
Ya da deveye hendek atlamak gibi bir işe kalkışırsın.
Ama nasıl direnirsen diren siyaset ve halkını düşmanın eliyle de olsa hendeğe gömemezsin.
Vebali ağırdır.

*Sömürgeciğe ve işgalciye karşı direnmek farzsdır ve kayıtsız şartsız tartışma götürmez.

"İpler kimin elinde "

Bugün bir arkadaşımla sohbet ederken  Ortadoğu, Türkiye ve Kürdistan ve en önemliside Suriye'de neler oluyor üzerine konuşmaya başladık;  Ben siyasal tahlillerde bulunmaya çalışrken,, üçüncü dünya savaşının kapıda olduğunu,çanların  kimin için çalıyoru anlatırken , arkadaşım dediki:"Yoldaş bu söylediklerini Marks, Lenin, Stalin , Mao yoldaşlar o  zamanlar söylemişler... Sen bugüne has özgül tahlil yapsan vede biz bunun neresindeyiz,anlatsan daha gerçekçi olur". Ben önce bir duraksadım şaşırdım , "söyleyen dilim söylemez" oldu.

“Seçme ve Seçilme En Temel İnsan Hakkıdır, Haydi Mülteciler Seçime”; dediler ve!

Yarın 10 Aralık.

1948’den bu yana etkinlikler düzenlenen “Dünya İnsan Hakları Günü”.

“Mültecilerin seçme hakları var artık. Seçme ve seçilme en temel insan hakkıdır” diyerek harıl harıl çalışan kurumlardan bir kısmı; yarın da Suriye’ye yerleştirilen savunma silahlarına karşı protestolar gerçekleştirecekler!(Bu kurumların adını burada belirtmek, yaptıkları iyi şeylere göz kapamakla eş olacağı için; böyle geçelim).

“Fırtınalar içinde, bıçak sırtında”

Komünist önder Mehmet Demirdağ anısına...

Devrime (ve Cizre'ye) dair

“In puncto punctii”[1]

Murat Uyurkulak’ın, “Vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi,”[2] notunu düştüğü; Cornelius Castoriadis’ün, “Önce bir tahayyüldür,” dediği devrim, radikal sosyalistlerin indinde güncelliğini yitirmeyen -“olmazsa olmaz”- “Tek yol”dur; dünyayı değiştiren devrimci praksistir; engellenemezdir; gereklidir.

Sadece bu kadar da değil: Egemenlerin kâbusu, ezilenlerin şölenidir; Prometheus’un takipçilerini var eden tarihsel eylemidir; bilimden sanata, beşeri münasebetlerden sosyal hayata, ekonomiden politikaya “ilerleme”nin yegâne sebebidir.

Sayfalar