Salı Mayıs 14, 2024

TC BUNU HEP YAPTI

Türk devletinin PKK’ye yönelik askeri saldırı başlatmasını, salt Erdoğan’ın "başkanlık ihtirasına" bağlayanlar çoğaldı. Özellikle bir çok demokrat aydın ve yazar, bu saldırıların Erdoğan’ın tek başına iktidarda kalması için yaptığını yazmaya başladılar.

Bu bir yanı ile doğru iken, esas yanıyla da doğru değildir. Kürtlere yönelik saldırı bir devlet politikasıdır. AKP ve Erdoğan yok iken de Kürtler baskı ve kırımlara uğramışlardır. Geçmiş bir yana, sadece Demirel ve Çiller döneminde en büyük katliam ve baskılara maruz kalmışlardır.

Türk devleti kurulduğu günden itibaren başta işçi ve emekiçilere karşı olmak üzere, Kürtlere ve diğer azınlık uluslara karşı kurulmuş bir siyasal oluşumdur. Kürtleri ezme ve sindirme politikası son on yılın politikası değildir. TC’nin kuruluş felsefesi Türk olmayanları  Türkleştirme ya da yok etme politikası üzerine kurulmuştur. 92 yıllık uygulamaları ise bunu doğrular niteliktedir.

Türk burjuva devleti, dini olarak sunni olmayanlara karşıda sindirme ve yok etme politikası izlemiştir. Alevilerin ibadethanelerini kapatmış ve yasaklamıştır. Aleviler 1925’den beri cemlerini gizli yapmışlardır. Camiler ise çoğaltılmış ve alevi köylerinin çoğuna zorla cami yapılmıştır. Yani, aleviler sunnileştirilmeye çalışılmıştır. Bütün bu baskı ve yasaklamalarla da yetinmemiş, katliamlar uygulamıştır. Hiristiyan azınlıkları ise zorla kovma politikası izlemiştir.

Burjuva demokratik bir nitelik taşımayan TC, başta Kürtler olmak üzere bütün azınlık ulusları eritme ya da sindirme politikası izleyerek bugüne gelmiştir. Ermenilere, Rumlara, Suryanilere ve Ezidilere yönelik saldırı ve yok etme politikasında başarılı olmuş, bu etnik kökenden neredeyse parmakla sayılşacak denli insan kalmıştır. Kürtlerin Kürdistan’dan başka gidecek yerleri olmadığı için ne kovabilmiş ne de katliam ve kırımlarla yokedebilmiştir. Ve Kürtler en son silahlı direnmeyi seçerek kendi ulusal hakları için mücadeleye başlamıştır.

Daha öncede yazdım, seçimlerden sonra Türk devletinin Kürt Ulusal Hareketi’ne saldıracağını. Bu çok açıktı. Uzun sayılabilecek bir saldırmazlık döneminin yaşanması, AKP’nin muhaliflerini ezerek devlete egemen olma Suriye politikası nedeniyle buna gereksinim duymuştur. Ancak, gelinen aşamada, Rojava’nın kurtarılması ve giderek genişlemesi, devleti harekete geçiren bir olgu olmuştur. Aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi’nin Kuzey Kürdistan’da ise güçlenmesi, bu bölgelerde devletin askeri varlığının dışında fazla bir şeyi kalmaması, Türk devletini ürkütmüş ve burayı hepten kaybetme korkusu sarmıştır.

Türk devleti, Kürdistan’ı AKP’nin din siyaseti ile elde tutumayı denemiş, ancak, bununda fazla bir etkisinin olmadığını son genel seçimlerde HDP’nin bölgenin birinci ve güçlü partisi olunca, Kürtlerin üzerine yeniden bomba yağdırma siyasetini yürülüğe sokmuştur.

Türk devleti, kurulduğu günden itibaren silahını hep Kürtlere doğrultmuş ve sopayı üzerlerinden eksik etmemiştir. Son saldırıların, burjuvazinin ve onun kalemşörlerinin yazdığı gibi “iki polisin” öldürülmesiyle hiç bir ilgisi yoktur. Bu demogojik propagandanın amacı; kitleler üzerindeki şovenist ve ırkçılığı geliştirme ve burjuvazinin riyakarlığının üstünü örtme amaçlıdır. 

Devletin vahşice sürdürdüğü baskı ve katliamlarını devletin “demokratik” hakkı olarak görüp “terör” olarak nitelemeyenler, burjuvazinin sermaye ve kan üzerine kurulu düzeninin savunucularıdır. Kürt Ulusal Hareketi'nin yanı sıra  diğer devrimci demokrat legal siyasal kurmlara ve örgütlenmelere yönelik başlatılan cadı avını "demokrasi"nin gereği olarak görenler bu sistemde her zaman varolmuşlardır. Bunlar burjuvazinin aktif destekçileri, işçi sınıfı ve ezilenlerin ise yeminli düşmanlarıdır.

Türk devleti, katliamlar için her zaman bir bahane bulmuştur. Dersim’de binlerce insanı katlederken bahanesi elindeydi. Yine Robaoski’de katliam yaparken bahanesi elindeydi. 1 Mayıs 1977 katliamı, Çorum, Maraş, Sivas katliamları sırasında da ”bahane” bulmuştur. Türk burjuva devletinin varlığı katliamlarla özdeşleşmiştir. Ve en son Suruç katliamı’da Türk devleti tarafından özel olarak planlanıp yaptırılmıştır.

Devletin katliam ve baskılarını “normal” ve “doğal” karşılayıp buna karşı haklı mücadeleyi ise “terör” olarak görenler ya da göstermeye çalışanların safı bellidir. Bunu onlar hep yapmışlar ve yapacaklardır.

İşçilerin sendikal örgütlenme mücadelesini bastırmak için fabrika içlerine polis yerleştiren bir devletin, baskı ve katliam için bahane aramasına gerek yoktur. Burjuvazi iktidarını kaybetmemek için elindeki (medya) propaganda araçaları vasıtasıyla bahane bulmakta hiç zorlanmayacaktır.

Bugün, özellikle Kürtler üzerinde estirilen devlet terörüne karşı, devrimci ve demokratların ortaklaşa mücadeleyi geliştirmeleri ve güçlendirmeleri bir zorunluluktur.  Çünkü, Kürt sorunu demokratik bir sorundur. Ve Kürtlerin kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı savunulmadan ve bu hakkın gaspına karşı mücadele edilmeden işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi geliştirilemez ve savunulamaz. Bu nedenle, başta kitle mücadeleleri olmak üzere, devletin faşist terörüne karşı çok yönlü mücadeleler geliştirilmelidir.

Türk devleti, “zor oyunu bozar” ilkesinden hareket ediyor. Ancak, gerici zor, oyunu kısa bir süreliğini kendi lehine çevirebilir, devrimci zor ise, sosyal olguyu kendi lehine kaçınılmaz olarak dönüştürür. Çünkü toplumsal gelişmeler onun lehinedir. Devrimcilik ise toplumsal gelişmenin destekcisi ve radikal dönüştürücüsüdür. Gericilik toplumsal gelişmenin karşısındadır. Burjuvazinin tarihsel yanılgısı buradan gelir. Bu nedenle de kaybedecek olan odur.  02.08.2015

45801

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

Sayfalar