Cumartesi Mayıs 11, 2024

TARİHİN ÖNÜNDE YÜRÜMEK…

TARİHİN ÖNÜNDE YÜRÜMEK…[1]

 

Yusuf KÖSE

Kitle mücadeleleri, Marksistlerin sınıf mücadelelerini geliştirme, ilerletme ve başarıya ulaştırmaları için  öğrenme okulları ve aynı zamanda teorinin sınandığı büyük bir deneme alanıdır. Çünkü doğru politikalar kitlelerin sınıf mücadelelerinin imbiğinden süzülerek elede edilir. Tarihin en büyük devinimleri kitle hareketleriyle ortaya çıkar ve bu hareketlerle ilerler ya da geriler. Bu hareketler tarihin öznesi olduğundan, Marksitler de bu hareketlerden öğrenerek onların önünde yürüyebildikleri zaman o hareketlere yön verebilirler.

Sınıf hareketlerinin ülke içindeki yerini, yönelimini ve temel kaynağını doğru saptamak Marksistler açısından tarihin önünde yürümenin olmazsa olmazlarından biridir. Özellikle işçi sınıfı partilerini açısından varoluşlarının nedenlerini yerine getirebilmeleri ve tarihi rollerini oynayabilmeleri açısından bunu saptama önemlidir.

Türkiye’deki son 50 yıllık sınıf mücadelelerini belirleyen temel etkende emek-sermaye çelişkisi olmuştur. Egemen sınıflar arasındaki çatışmalar olsun, ezen-ezilenler arasındaki çatışma olsun ve en önemlisi de tarihinin devrimci öznesi olması açısından burjuvazi ile proletarya arasındaki sınıf savaşımında olsun emek-sermaye arasındaki çelişme belirleyici bir özelliğe sahip olagelmiştir.

Diğer çelişmeler ve bunlardan kaynaklı sınıf çatışmları ise emek-sermaye çelişmesinin belirleyiciliği etrafında var olmuşlardır. Türkiye’deki kapitalizmin gelişmesi burjuvazi ile  proletarya arasındaki savaşımı keskinleştirirken, Türk egemen sınıfların kendi aralarındaki çatışmayı da keskinleştirici bir rol oynamıştır.

Türkiye’deki askeri darbeler kapitalizmi egemen kılma ve onun gelişiminin önünü açma rolü oynamış ya da ona böyle bir rol de vermişlerdir. Bir taraftan kapitalizm öncesi ilişkileri kapitalist ilişkiler lehine çözme rolleri üstlenirken, bir yandan da kapitalist ilişki ve sömürünün önündeki en büyük engel olan işçi ve emekçilerin mücadelelerini zaptı-rapt altına alma rolünü üstlenmişlerdir. Bu elbette, salt Türk büyük burjuvazisi tarafından oynana bir rol değil, aynı zamanda emperyalist burjuvazinin de desteği ve yönlendirmesi ile ola gelmiştir.

12 Eylül askeri darbesiyle beraber ve peşinden gelişen Kürt Ulusal Mücadelesi ile Türkiye ve (özellikle) Kuzey Kürdistan ekonomisi içinde çok tali olarak yer alan ve özellikle 1970’lerden itibaren belirleyici bir yanı kalmamış olan feodal toprak ağaları da tarihin çöplüğüne gitmiştir. Çözülmüştür. Ya „züğürt ağa“ gibi züğürt kalmışlardır ya da kapitalist ilişkiler içine girmişlerdir. Kürdistan’da koruculuğu üstlenen bu feodal ağalar, kısa süre içinde kapitalist ilişkiler içine girerek, toprak ağalığından kapitalist patronluğa terfi etmişlerdir. Kapitalizmin gelişimi karşısında önlerinde başka bir seçenekte yoktu. Çünkü kapitalizm, gittiği her yere kendi ilişkilerini götürür ve oraları kendine benzetir. (Marx).

Kürdistan’daki eski feodal aşiret reisleri ya kravatlı aşiret beylerine dönüşmüşlerdir ya da patron olmuşlardır. Bir çoğu da az yukarı da söylediğim gibi „züğürt ağa“ gibi eriyip gitmişlerdir. Kuzey Kürdistan’da var olan feodal üst yapı ilişkilerini de Kürt Ulusal Mücadelesi süreci içinde önemli ölçüde çözülmüştür. Bu çözülme de kapitalist üretim ilişkilerinin gelişimi temel olmakla birlikte, Kürt Ulusal Mücadelesi ise bu çözülmede radikal bir rol oynamış ve çözümü hızlandırmıştır ve bu rolü oynamaya hala devam etmektedir.

Bugün içinde Türk egemen sınıfları arasındaki mücadele aynı zamanda emperyalist ülke ve tekeller arasındaki mücadele olarak kendini ortaya koymaktadır. Özellikle AKP kanadının temsil ettiği yeşil sermaye kesmi, devlet yönetimini ele geçirmenin yanında, sömürüden daha fazla pay almak için diğer sermaye kesimleri ile ölümüne bir mücadele içine girmişlerdir Zaman zaman uzlaşarak, zaman zaman ise bir birlerini yok ederek gelişimlerini sürdürmüşlerdir. Emperyalizmin içinde bulunduğu durum ve emperyalist tekeller arasındaki çatışmanın durumuda, AKP’nin temsil ettiği sermaye kesiminin palazlanmasının ve de iktidarda kalmasının önemli dış ayaklarını oluşturmuştur. 

Türk egemen sınıfları arasındaki egemenlik savaşı, işçi ve emekçiler karşısında uzlaşmanın, birlikte hareket etmenin önünde engel olmamış, tersine, öncelikle emekçiler karşısında sınıf olarak uzalaşmayı esas hale getirmiştir.

Bugün de çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı (buna Kuzey Kürdistan[2] işçi sınıfı da dahil) ve emekçilerin mücadelesini doğru değerlendirmek ve doğru dersler çıkarmak, emek-sermaye çelişkisinin doğru yorumlamak ve analiz etmekten geçer. Bu sorunun ilk şartıdır ve proletaryanın sınıf mücadelesindeki taktikleri bu temell üzerinden ele alınmalıdır. Sınıfa ulaşmak, örgütlemek ve onun sorunlarına çözüm getirici doğru taktikleri üreterek mücadeleye sevk etmek, sınıfın öncüsünün oynaması gereken rollerdir. Tersi, ya subjektivizmin ya da dogmatizmin esiri olmak anlamına gelir ki, bu da, öncüyü öncü olmaktan çıkarır.

Proletarya önderliğindeki devrimlerin hedefinde, toplumsal gelişmenin önündeki engellerin ne olduğu, bir başka söylemle; üretici güçlerin önündeki esas engelin ne olduğu, toplumsal artı-emeğin gasp ediliş biçimi ve hangi üretim ilişkileri içinde bunun gerçekleştiği vardır. Bunun saptanması ve bunun üzerinde bu sorunların çözümünün strateji ve taktikleri  belirlenir.

„Ödenmemiş artı-emeğin doğrudan üreticilerden çekip alınmasının özgül iktisadi biçimi doğrudan doğruya üretimin kendisinden doğan ve sonra kendisi de belirleyici bir öğe olarak onu etkileyen, yönetenlerle yöneticiler arasındaki ilişkiyi belirler.“(Marks, Kapital C.3, sf. 695, sol yay.)

Burada, bu sorunu derinleştirmenin yeri olmadığı için Marks’tan kısa bir alıntı ile, proletaryanın öncülerinin ekonomik ve sosyal yapıyı nasıl ele almaları gerektiğini vurgulamak istedim. Çünkü çalışanlardan art-değerin nasıl gasp edildiği hangi ekonomik ilişkiler içinde bunun gerçekleştiğinin doğru saptanması, esas çelişmenin ve bunun üzerinden devrimin yolu ve karakterinin belirlenmesi de bir o kadar önemlidir. „Gerçek özgürlük alemini“ gerçekleştirmenin yolu, emeğin „zorunluluk ve günlük kaygılardan„ kurtulmasıyla gerçekleşir. Bu süreci hızlandırmanın yolu; proletarya öncülerinin buna uygun hareket etmesi, daha doğrusu, emeğin özgürlüğünü gerçekleştirecek temel çelişmeleri doğru saptaması ve buna uygun olarak strateji ve taktiklerini belirlemesinden geçer.

Türkiye’de gelişen işçi ve emekçi sınıf hareketleri, dünyada ve özellikle de Kuzey Afrika ve son olarak Yunanistan ve İspanya’da gelişen sınıf hareketlerinden etkilenerek gelişimini katlayarak ilerletecektir.[3] Çünkü ülkedeki ekonomik ve siyasal gelişmeler ve özellikle emek-sermaye arsındaki çelişmenin boyutu bunun bir göstergesidir. Her ne kadar Kürt ulusal sorunundan dolayı milliyetçi-şövenist propagandalar ile kitleler etkilenmek istense de, sınıf mücadelesinin içinde taşıdığı dinamikler, üretim içindeki yerlerinden dolayı, bu etkilenmeleri etkisiz kılabilecek bir ideolojik siyasal dinamiğe sahiptir. Çünkü genel anlamda kitle hareketlerinin genel eğilimi ilerici bir öz taşırken, işçi hareketlerinin genel eğilimi ise devrimci bir öz taşır.

Halk hareketlerinin birbirinden öğrenmesi ve birbirinden etkilenmesi, günümüz koşullarında daha fazladır. Sermayenin alabildiğine küreselleşmesi, kapitalist üretim ilişkilerinin her tarafa yayılması, ya da bir başka söylemle; kapitalizmin en ücra köşelere kadar şu veya bu şekilde girmesi, kitle hareketlerinin birbirinden etkileşimini de olumlu yönde etkilemektedir.

Halklar tarih boyu birbirinden öğrenmiştir. Bugün de birbirlerinden öğrenmeye devam etmektedir. Nasıl ki bir 1917 Rus Devrimi dünyadaki  bütün işçi ve emekçi hareketlerini ve de ezilen ulus hareketlerini olumlu yönde etkilemişse, bugünde bir ülkedeki işçi hareketinin rüzgarı kısa zamanda diğer ülke işçi ve emekçilere ulaşmaktadır. Tekelci burjuvazi açısından dünya “global bir köye“ dönüşmüşse, aynı şekilde işçi ve emekçiler içinde evrensel bir köye dönüşmüştür.

Ülkede Kürt sorunun çözülmemiş olması, devrimin demokratik bir yönün varlığına işaret ederken, bu ülkedeki emek-sermaye çelişmesi ve onun çözümü içinde ele alınabilecek ve çözülebilecek bir sorundur. Her proleter devrimin demokratik bir yönü vardır. Ancak, bazıları esas iken bazıları da talidir. Ülkemizdeki emek-sermaye çelişmesinin boyutu açısından soruna yaklaşıldığında devrimin demokratik yükünün azaldığı ve sosyalist devrimin esas hale geldiği kendiliğinden görülebilir.

Evet, proletaryanın sınıf bilinçli hareketleri, tarihin önünde yürümek istiyorlarsa, doğru politika üretmeleri gerekir. Doğru politikaya sahip olanlar geleceği kazanacak olanlardır. Doğru politikalar ise somut koşulların somut tahlilinde kendini bulur.

      Mayıs 2011


[1]              Kaypakkaya'nın anıldığı bu günlerde, yeniden yayınlıyorum

[2]              Bir ülke ya da bir yerleşim yerinin isim belirlemesini orada yaşayan halkın belirlediği isimi kullanmak en doğru ve en demokratik olanıdır.

[3]              Not: Bu makale Mayıs 2011’de kaleme alınmış ve yayınlanmıştır ve 2013 Haziran’ında GEZİ (Büyük Haziran Ayaklanması) patlamıştır. Bu bağlamda, GEZİ bu saptamayı doğrulamıştır. YK, 14 Mayıs 2022.

 

1842

Comment form

Plain text

  • Hiç bir HTML etiketine izin verilmez
  • Web sayfası ve e-posta adresleri otomatik olarak bağlantıya çevrilir.
  • Satırlar ve paragraflar otomatik olarak bölünür.

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

“Hamas-İsrail Çatışmasında” İtidal Çağrısı Yapmak…(Polemik)

Filistinli 14 direniş örgütünün, 7 Ekim günü “Aksa Tufanı” adıyla İsrail devletine yönelik operasyonu, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Hamas gibi İslamcı örgütlerin yanısıra ve de Filistin Halk Kurtuluş Cephesi, Filistin Demokratik Halk Kurtuluş Cephesi gibi Marksist eğilimli hareketlerin de yer aldığı hamle, Siyonist İsrail’in tarihi boyunca aldığı en büyük darbelerden biri olarak kayıtlara geçti. Sözkonusu direniş, kısa sürede dünyanın dört bir yanında devrimci, ilerici güçler nezdinde çok ciddi saflaşmaları da beraberinde getirdi.

“Çizgimiz Nubar Ozanyan’dır!” (Deniz Aras)

7 Ekim sabahı Filistin Ulusal Direnişi’nin Siyonist İsrail işgalciliğine ve zulmüne karşı “Aksa Tufanı Operasyonu” başlatması başta siyonizm olmak üzere bölge gerici devletleri ve siyonizme koşulsuz destek veren emperyalistlerde şok etkisi yarattı.

Hamas öncülüğünde başlatılan ve aralarında Filistin Ulusal Hareketi’nin tarihsel öznelerinden Filistin Halk Kurtuluş Cephesi gibi devrimci örgütlerin de yer aldığı “Operasyon Odası” tarafından yönetildiği açıklanan bu hamle, tüm dünyada olduğu gibi coğrafyamızda da tartışmalara yol açtı.

Yerini Bulan Her Vuruş Acı Verir!

Komünist partileri yaptıkları eylemleri kamuoyuna açıkladıkları gibi, yanlış yaptıkları eylemleri de kamuoyuna açıklar ve özeleştirisini yaparlar. Yanlış eylemlerin özeleştirisinin yapılması, o partinin dürüstlüğünü gösterir ve bu tür özeleştiriler kitlelere ve parti kamuoyuna güven verir.

Arif Alıç, 1978 yılında Hıdır Aykır ile Bayrampaşa  Hapishanesinden kaçtı. Parti tarafından kırsal (Dersim) alana gönderildi. 1981 yılının ortalarında, TKP/ML üyesi bir kişi tarafından öldürüldü.

Bu makaleyi, yazarken ölüm haberini aldığım, sevgili yoldaşım Turan Talay'ın anısına adıyorum.

Türk Tekelleri Afrika'yı Çok Çooook Sevdi!

TKP-ML Ortadoğu Parti Komitesi:Faşizm Ve Siyonizm Kaybedecek, Filistin ve Rojava Kazanacak!

Ortadoğu ezilen halklarının ezeli düşmanları olan Faşist T.C. ve Siyonist İsrail devletlerinin halklara yönelik saldırıları ile ezilen Rojava ve Filistin halklarının direnişine şahit oluyoruz. Bu gerici güçler, tüm teknolojik üstünlük ve emperyalist devletlerden tam destek görmelerine rağmen, Filistin ve Rojava halklarının direncini, mücadele kararlılığını kıramıyorlar. Egemenlerin tüm saldırılarına rağmen belirleyici olan yine halkın öz direnişi ve kararlılığı oluyor. Filistin ve Kürdistan halkları; İsrail Siyonizmine, T.C.

Sayfalar