Cumartesi Mayıs 18, 2024

Sermayenin Cennet Devleti

TC,  kuruluşundan bugüne, işçi sınıfı ve köylülerin ve tüm ezilenlerin karşısında gericiliğin kalesi oldu. Bir taraftan emperyalizmin ileri karakolu olurken, bir taraftan ise işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin karşısında yerini aldı. Hem ülke burjuvazisinin ve gericiliğin savunucusu olurken, hem de emperyalist burjuvazinin çıkarlarının koruyucusu oldu.

Özellikle SSCB’nin komşusu olması, emperyalist burjuvaznin daha fazla bu ülkenin kontrolünü elinde tutmaya itti. Bu nedenle de ideolojik ve pratik olarak da komünizm karşıtı bir politika izlemeyi hep ön planda yürüttü. 

Daha önceki tarihin devamı olarak 12 Eylül Askeri Faşist Cuntası’da, başta emperyalist burjuvazinin bölgesel çıkarlarını ve içeride neoliberal politikaların hayata geçirilmesi için gündeme getirilirken, bunların karşısında yer alan komünist ve devrimcilerin ezilmesi ve yok edilmesi politikaları vahşice yaşama geçirildi. Çünkü, işçi ve emkçileri sermayenin politika ve uygulamalarına karşı örgütleyip harekete geçirecek yegane güç bunlardı.

Dün 12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cunta’sını  (AFC) destekleyen burjuvazi, içeride komünist ve devrimcilere karşı, hiç bir zaman elinin altından bırakmadığı dinciliği öne çıkardı. Devrimciliğin karşısına siyasal islamı çıkardı, besledi, destekledi ve büyüttü. Anlı şanlı, kemalistler, “laik” burjuvalar, liberal aydınlar AFC’yi el üstünde tuttular. Türk egemen sınıfların işçi ve emekçiler üzerindeki “balyozu”, ABD emperyalizminin apoletli “boys”ları, kısa zamanda ülkenin tüm ilerici güçleri üzerinde terör estirdi. Ülkede bir avuç kalmış azınlıkları iyice sindirdi ve kovdu. Kürtlere karşı ise ırkçı politika ve uygulamalarını ayyuka çıkardılar.

AKP, işte böylesi bir emperyalist ve ulusal politikanın ürünü olarak ortaya çıktı. Ve AKP, hala burjuvazinin çok "demokratik seçimleri"ni kazanmaya devam ediyorsa,, ayakta kalıyorsa, devlete egemen hale gelmişse, bu Türk egemen sınıflarının ve emperyalistlerin isteği ve desteği ile olmuştur.

Sınıflar arası mücadele, salt, ezilen sınıflarla (işçiler, emekçiler) burjuvazi arasında olmuyor. Egemen sınıfların kendi aralarında, iktidarın nimetlerinden daha fazla yaralanmak, daha fazla sermayeye sahip olmak içinde yapılıyor. Ve bu mücadelede yeri geldiğinde oldukça sert geçebiliyor, birbirinden karşılıklı kelle alabiliyor. Buna ülke tarihi çok yakından tanıktır.

Bugün, AKP ve Erdoğan’dan “şikayetçi” olan burjuvazinin bir kesimi, şikayetlerinin tek nedeni; devletin nimetlerinin (emekçilerin sömürüsü), “eşitçe” paylaşılmadığını, daha doğrusu, AKP’nin temsil ettiği sermaye  kesmine daha fazla peşkeş çekilmesindendir. Bunların, AKP’nin, toplumu, zorla, dinin kara örtüsü altına sokması, kadınları kara çarşafa kapatması, okulları bütünüyle imam hatiplere çevirmesinden fazlaca bir şikayetleri olmadığı açıktır. Önemli olan sermayenin karının artması, yani büyümesi ve bu büyümenin önündeki sınıf engellerinin, yani, işçilerin direnişlerinin kırılması ve yasaların bütünüyle kendi çıkarları doğrultusunda yapılmasıdır. Bunlarda, AKP burjuvazisinin “iman” gücüyle yerine getirilmektedir.

Bazı liberaller, “laik burjuvazi” diye bir kavram çıkardı. Bu, 1800’lü yılların ortalarında kaldı. Artık burjuvazinin “laik”liği, sermayenin büyümesiyle yakından ilgilidir. “Laik”lik, sermayenin büyümesine, burjuvazinin palazlanmasına hizmet ediyorsa, burjuvazi “laik” ve hatta Çin burjuvazisi gibi “komünist” dahi olurlar. Ama, “laik”lik, sermayenin çıkarlarına ters geliyorsa, en geri dinciliğe dahi sarılırlar. Dincilik, ya da günümüz islam şeriatçılığı (aynen Suudi Arabistan’da olduğu gibi) neoliberal politikaların önünde engel değil, tersine, onu yürütmenin bir arcı haline getirilmiştir. Başka türlü ayakta kalması söz konusu dahi olamaz.

AKP’nin dinciliği, şeriatçılığı ve siyasal islamcılığı ve Türk devletini siyasi islam kılıfına büründürülmesi, emperyalist neo liberal politikaların önünde engel değil, tersine bu politikaların en iyi (burjuvazinin çıkarlarına uygun) bir şekilde hayata geçirilmesidir. ABD, AB burjuvazisi boşuna AKP’yi desteklemedi. AKP, bunların eliyle büyüdü, palazlandı, işçi ve emekçiler üzerindeki faşist iktidarını pekiştirdi.

Türk burjuvazisi, AKP’nin siyasal islamcı politikasıyla, toplumu dizayn etmeye çalışıyor. Özellikle de işçi sınıfı ve emekçiler içinde biat külütürünü, yani, kayıtsız şartsız boyun eğme politikasını yerleştirmeye çalışıyorlar. AKP’de, bunu, toplumu kutplaştırarak yapıyor. Sunni, alevi kutuplaştırmasından diğer azınlıklara karşı dışlayıcı politikaları öne çıkarıyorlar. Böylece, sınıf mücadelesinin önüne geçmeyi ve onu en gerilere itmeyi hesaolıyorlar. Tabi, böylesine kutuplaştırıcı bir politika Erdoğan’ın iktidarda kalmasına da zemin hazırlıyor.

Faşist AKP iktidarı, siyasal islamı bir rejim haline getirmesi ve burjuvazinin bunu desteklemesi, Türkiye’nin, Avrupanın kıyısında  yeni bir Pakistan olarak çıkma tehlikesini ciddi bir şekilde taşımaktadır. Türk egemen sınıfları, din savaşlarını kontrol edebileceğini umuyor olmalı ki, “kutuplaştırıcı politikayı” pek önemsememiş gözüküyor. Ancak, toplumsal gelişmeler her zaman kontrol altında olmaz, onu yaratnaları ya da körükleyenleride kendi kör bıçağı altına yatırabilir. Özellikle dinsel kutuplaşmanın başını çeken Erdoğan ve diğer AKP politikacılarının boğazında böyle bir kör bıçak duruyor. İD’i (İŞİD) desteklemek, onun bölgede varlığını pekiştirmesi için her türlü yardımı yapmanın, ülke içinde karşılığı olmaması düşünülemez. Çünkü, sunni dinciliğin geliştirilmesi, bunun en geniş bir şekilde devlet eliyle propagandasının yapılması, ülke içinde de İD’nin örgütlenmesinin koşullarının yaratılmasını beraberinde getiriyor.

Ancak, bu dinci kutuplaştırıcı politika, burjuvaziye uzun süre “yar” olmaz. Çünkü kitleler, özellikle de işçi sınıfı, uzun süre din lapasıyla daha fazla oyalanamaz. Ekonomik ve sosyal gerçekler her zaman öne çıkar ve kendi koşullarını ve içinde taşıdıkları çelişkileri sınıf mücadelesi arenası içine kaçınılmaz olarak sokar. 

Türk egemen sınıfları arasında bir çelişme var. Bu doğru. Ancak, sanıldığının aksine, AKP karşıtı gibi gözüken sermaye grupları, Erdoğanın tüm politikalarına karşı değiller. Karşı oldukları yan, sömürüden daha az pay almaları, devlet olanaklarının kendilerine daha fazla cömertçe sunulmamasıdır. Son cumhurbaşkanlığı seçiminde bunu açıktan gösterdiler.

AKP-İD İşbirliği 

Daha önceki yazımda belirttiğim için yeniden uzunca üzerinde durmayacağım. İD, emperyalist burjuvazinin ürünü olarak ortaya çıktı. Özellikle Suriye’nin kaosa sürüklenmesi ve parçalanmasıyla birlikte, İD’nin ortaya çıkarılması ve geliştirilmesi içinde zemin oluşturuldu. Özellikle Türk devletinin İD ile yakın bir işbirliği söz konusudur. Musul Konsolosluğunda bulunanların “rehin” alınmasıysa tamamen AKP-İD arasında danışıklı dövüş olarak gözükmektedir. AKP, ABD ve AB gibi emperyalist ülkelerin İD’e yönelik yaptırım ve saldırılarını önlemek için böyle bir yol seçildiği gözlemleniyor. Nitekim, ABD önderliğindeki AB’li emperyalistlerin İD’e yönelik hava saldırılarına çekince koyması ve gerekçe olarak da “rehinleri” göstermesi, bu olayın danışıklı-dövüş olduğunu gösteriyor.

AKP’nin dış politikasında tek dayanağı İD kaldı. Onunda ortadan kalkması, bütün politikalarının geri tepmesi olacaktır. Ayrıca, yukarıda da belirttiğim gibi ülke içinde de İD’nin örgütlenmesi söz konusudur. İçerde bombaların patlaması, AKP’nin sonunu getirebilir.

Burada bir gelişmeyi daha vurgulamak gerekiyor. ABD önderliğindeki batılı güçlerin İD’e (Irak ve Suriye içlerine) hava saldırısı kararı almalarının arka planında Rusya-Ukrayna sorunu olduğu görmek gerekiyor. Rusya’nın, Ukrayna’nın doğusundaki faaliyetleri ve bundan geri adım atmamasına karşılık, “İD terörüne karşı savaş” gerekçesi adı altında Suriye’de Esad rejminede açıktan saldırma olanağı verdi. Bir başka söylemle, Ukrayna’ya karşı Suriye’de esad rejminin bütünüyle ortadan kaldırılması resti.

Kısacası, emperyalistler arasındaki dalaş, enerji yataklarının kontrolü, pazar paylaşımı ve egemenlik alanlarını genişletme mücadelesi, emperyalist savaş tamtamlarının sesini de yükseltmişe benziyor. ABD ve AB’nin politikasına destek vermeyen ya da bölgesel çıkarlarına zarar verebilecek bir AKP ve Erdoğan iktidarda kalamaz. Bu nedenlede AKP ve onun başı Erdoğan, ABD ve AB’ye gereksinimi vardır ve onların çıkarlarına karşı duracak ne ekonomik ne de siyasal bir durmu söz konusu değildir.

CHP Muhalefetçiliği, AKP’yi Ayakta Tutma Politikasıdır 

Türk egemen sınıfların muhalif kanatları, AKP’nin kendilerini kısmen dışlayıcı politikaları dışında diğer politikalarına destek veriyorlar. CHP’de toplumu yeniden dizayn etme politikalarına destek vermiştir. Muhalifliği, kiiteleri sessizliğe davet etmenin ve pasifize etmenin ötesine geçmemiştir. Çünkü, Türk egemen sınıfların muhalif kanadı böyle istiyor. Son Cumhurbaşkanlığı seçiminde de kitleleri sağcılaştırma ve "sermaye düzenin bekası" politikalarını daha net ortaya koymuşlardır.

CHP’nin, düzen partisi olduğu ve egemen sınıfların bir kanadının temsilciliğini yaptığı açıktır. CHP’nin sınıfsal niteliğini belirsizleştirmeye çalışan ve onu ezilen sınıflardan (halktan) yana göstermek isteyen bazı küçük burjuva kesimler mevcut. Bunların görmek istemediği ya da kabullenemedikleri CHP’nin düzenin, yani sermayenin koruyucusu bir parti olduğudur. Bu nedenle de, kitlelere CHP’yi “ilerici” bir parti olarak göstermeye çalışıyorlar ve kitleleri böylesi bir gerici partinin peşine takmak istiyorlar. Çünkü bu küçük burjuva kesimlerin kendi politikaları da düzenin revize edilmesinin ötesine geçememektedir.

Burjuvazinin tüm kanatları, Erdoğan’ın seçilmesi için her türlü olanağı sundular. Bu nedenle de CHP-MHP’e ye seçilmeyecek bir kişiyi aday gösterttiler. Bu aynı zamanda, burjuvazinin, ülkeyi daha da gerici bir ortamın içine, özellikle de siyasal islam gericilği içine çekilmesine açıktan verilen bir destekti.
AKP’yi bir zaman destekleyen liberal aydınların bir kesimi, gelinen aşamada, kendilerini “ihanete uğramış” olarak görmeleri, onların ideolojik duruşlarıyla ilgilidir. Onlar, her zaman, burjuvazinin iki kliği arasında yer almışlardır. Birinden birine top gibi ortada yuvarlanıp durmuşlardır. Ama, tek koktukları işçi sınıfının sınıf mücadelesi ve sosyalizm olmuştur. Burjuvazinin işçi ve emekçilere karşı mücadelesini ise doğal bir hak olarak kabullenmişlerdir.

Emperyalistler ve Türk egemen sınıfların bir kanadı, Erdoğan ve AKP’yi, ekonomiye zarar vererek yıkmak istemediler. Seçimlerle yıkılmasını ya da en azından hizaya getirlmesi politikasını yürüttüler. Piyasaya çıkarılan telefon konuşmaları (tapeler), Erdoğan önderliğindeki AKP’yi yıpratmak ve uzlaşmaya zorlamaktı. Özellikle emperyalist burjuvazi AKP ve Erdoğan’ı açıktan yıkma savaşına katılmadı. Sıcak parayı (sermaye) çekme (2001 Şubat Krizi’nde olduğu) gibi bir yönelime girmediler. Çünkü %70’i emperyalist sermayeninin elinde olan borsanın düşmesi, emperyalist sermayenin zararınaydı ve daha 2008 krizi atlatamamış ve yeni bir kriz kapının eşiğine gelip dayanmışken (en azından durgunluk), Türk ekonomisinin zayıflatılması ya da açıktan krize sokulması, emperyalist burjuvazi ve Türk burjuvazisinin (muhaliflerde dahil) zararınaydı ve böyle bir yönelime girmeye karşı çıktılar.

Ayrıca Erdoğan’ın yıkılması, kayıt dışı para (sermaye) akışını ve bundan çıkarları olanları (ki, bu uluslararası sermaye ve özellikle de Arap petrol krallıkları)[1] da büyük zarara uğratacaktır. Bu nedenle, Erdoğan önderliğindeki AKP uluslararası sermaye tarafından açıktan desteklenmiştir.  Erdoğan kayıt dışı paralarla ayakta duruyor dense yeridir. Üstelik Erdoğanın cumhurbaşkanı seçilmesiyle sıcak para akışı artmış. Bu da, uluslararası sermayenin, Erdoğan ile olan ilişkisini ve ona güvenini ortaya koyan bir veridir.

Emperyalist burjuvazinin AKP ve Erdoğan’dan rahatsız oldukları yanlar var. Özellikle “dış politika” ve içeride anti-semitiz (ya da anti-İsrail) politikanın yürütülmesidir. Oysa, el altında İsrail ile ekonomik ilişkiler yürütüldü. AKP döneminde İsrail ile Türk devletinin ticareti %170 arttı. Örneğin, 2005 yılında 1.5 milyar dolar olan ikili ticaret, 2011 yılında 4 milyara yükselirken, 2014 yılı tahminleri ise 5 milyarı geçeceğidir.[[2] Bu veriler, AKP’nin “anti-İsrail” propagandasının esas nedeninin kitleleri aldatmaya yönelik olduğunun göstergesidir.

 Erdoğan ve önderliğindeki AKP’nin yıkılmaması için yoğun çaba harcaması, kendi yasalarını dahi kuşa çevirmesi, hukuk tanımaması, burjuvazinin kendi yasa ve kanunlarını kendine göre "yormlaması" ve uygulaması ve istediği gibi hareket etmesinin arkasındaki güç, yerli ve uluslararası sermaye çevrelerinin açıktan desteğini almasındandır.

Sermaye Cenneti Türkiye

AKP, “Bugünün alçaklıklarını dünü alçaklıklarıyla maruz göstermek”(Marx[3] politikası izliyor. Kitlelerin en geri duygularına hitap ediyor. Dine, dinsel ve mezhepsel farklılıklara sarılıyor ve bunları birbirine karşı kışkırtıyor. TC’nin kuruluşundan beri sürdürülen ırkçı politikalar nedeniyle ülkede kalmayan azınlıklara ve Kürtlere yönelik ırkçı-faşist politikaların sürdürülerek, kitleler içinde ırkçılık ve şovenizm geliştiriliyor. Ve bunlar, bir taraftan AKP’nin iktidarda kalması için araç olarak kullanılırken, bir yandan ise işçi ve emekçiler arasındaki sınıfsal daynışma, örgütlenme ve sınıfsal hareket etmenin yolu tıkanmaya çalışılıyor.

Kendinden önce yürütülen “alçakça politikalar”ı kulanarak, kendini “madur” gösterirken, yine dünün (kendinden önceki burjuva iktidarların) alçaklıklarına sarılıyor. 12 Eylül’e karşı çıkar gibi yapıp, 12 Eylül yasalarını aratacak denli faşist yasa ve uygulamalarla kitlelerin karşısına çıkıyor.

AKP ve Erdoğan, yerli ve uluslararası sermaye için bir cennet yaratı. Son 8 ayda 1270 işçi “iş kazası” adı altında öldürüldü. Sadece Soma’da aynı anda 301 maden işçisi diri diri madene gömüldü. Son 14 yılda 13 bini aşkın işçi iş kazasından öldü. Bunlar resmi olarak açıklanan rakamlar. Ama bir de açıklanmayan, kayıt altına alınmayanlar var. Diğer yanda, sigortasız, kayıt dışı çalışma, kölelik ücretiyle çalıştırılma ve taşeronlaştırılma ise, ülkenin, sermaye açısından tam bir cenete, işçiler açısından ise cehenneme çevrildği bir yer haline getirilmiştir. Cennetin olduğu yerde cehennemin olmaması düşünülemez. Her şey kendi karşıtıyla vardır. 

Bir ülkede iş kazalarının fazlalığı, o ülkede sermayenin hoyartça hareket etmesinden ve işçileri kölece (tüm sağlık ve güvenlik tedbirlerinden yoksun ve aşırı kar için) çalıştırmasından kaynaklıdır.

AKP’nin 12 yıllık iktidarı sürecinde bir çok “torba yasası” çıkarıldı. Ve bu yasaların hiç birinde işçilerin lehine bir madde yoktu. Son (10 eylül 2014’de mecliste kabul edilen) torba yasası da aynı niteliğe sahiptir.

OECD’nin[[4] 2014 verilerine göre, dünyada, gelir dağılımı sıralamasında Şili ve Meksika’nın ardından Türkiye 3. sırada yer alıyor.

Devletin resmi istatistik kurumu TUİK’in bir yıl önceki (Eylül 2013) açıklamasına göre, nüfusun en alt ve en üst % 20’lik dilimi arasındaki gelir farkı 8 kat artmış. Yani, en üst %20’lik dilim en alttakininin aldığı toplam gelirden 8 kat fazlasına el koyuyormuş. TÜİK bunu böyle açıkladığına göre, artık saklanamaz bir durum olmasından kaynaklıdır. 

Bir avuç burjuvazinin cenneti, milyonlara ise cehennem olmaya devam ediyor. Bu iki zıt sosyal yaşam ve toplam gelirden alınan pay arasındaki eşitsizlik ve bundan kaynaklı çelişki, AKP ve Erdoğan’ı en çok köşeye sıkıştıracak olgulardan birisi olarak durmaktadır. Ne var ki, burjuvaziyi köşeye sıkıştıracak olan işçi sınıfıdır. Bütün baskılara karşın grevlerin sürmesi, yer yer direnişlerin olması, toplumsal protestoların varlığı, AKP ve arkasındaki sermaye çevresini köşeye sıkıştıracak olgular olarak gözükmektedir.

AKP iktidarı büyük baskı ve hukuksuzluklarla iktidarda durabilmektedir. Ancak, ona karşı işçi sınıfı örgütlülüğü, devrimci demokrat muhalefetin varlığı ve daha geçen yıl GEZİ gibi bir toplumsal kalkışmayı yaşamış bir ülkede, burjuvaziye fazla rahat yüzü gösterilmeyeceği de bir gerçektir. 12.09.2014  

 

 

85210

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Sayfalar