Çarşamba Mayıs 29, 2024

Sazansın be kardeşim! (İsmail Cem Özkan)

Her canlının hafızası vardır ama elde ettiği tecrübeyi bir başka kuşağa aktaracak hafıza sadece insanda var olduğu söyleniyor, çünkü henüz evrenimizde ki evrim devam ediyor bir bakmışsınız bizim gibi tecrübesini kendisinden sonra ki kuşağa aktaran bir canlı bulunur. Var olan bilgi ile sadece insan vardır elde ettiği tecrübelerini aktaran. İnsan zaman içinde kendi hayatı içinde biriktirdiği bilgileri kendisinden sonra ki kuşağa aktararak bir itici güç konumundadır. İnsanlık sürekli ilerleyecektir her ne kadar görünümde öyle gibi gözükmese de! Yani diyalektiğin temel maddesi neydi “ben babamdan ileri çocuğumdan geri olacağım”…

İnsanlık tarihi binlerce yıldır devam ediyor, birikmelerini ileriye taşıyarak ilerliyor ama teknolojinin insanı teslim aldıktan sonra ki hızı konusunda yapılmış bir araştırma yok, çünkü teknoloji insanlık hafızası olan arşivin dijitale dönüştürülmesi ile tarih boyunca görülmemiş bir bilgi kirliliği ve bilgi eksikliği ile karşı karşıyayız diye düşünüyorum… Her insan elinin altında ki dijital aletin aracılığı ile her türlü yaratılmış ya da gerçek bilgiye ulaşabilir ama Marks’ın değimi ile nereden baktığı önemini hala koruyor, çünkü bizler artık nasıl baktığımız ile ilgileniyoruz ve nereden baktığımız ile birbirimize hava atar konumunda küçümseyen bakış açısı içindeyiz. Şimdi biri bir fikir ortaya attığında, diğeri hemen internete girip istediği kanıtı bularak karşısındakini çürütecek kadar bilgiye ulaşabiliyor.  Ama o bilginin ne kadar sağlıklı olduğunu kontrol edecek her hangi bir denetim mekanizması yok, çünkü dijitalleşme her şeyi kolaylaştıracağını sanırken, insanları denetime almaya çalışan iktidarın elinde, bir silaha dönüştü.  iktidarı ve bilgiyi yayanı denetleyecek mekanizmayı bilerek ve isteyerek o mekanizma yaratılmadan görmezden gelindi… Ulus devleti ortadan kaldıran liberal ekonomi ve onun siyasi ayağı iktidarda elbette sermayeyi ve sermayenin ihtiyacına ve sermayenin özgürlüğü adına ulus devlet mekanizmasını çökertti ama yerine yeni bir devlet sistemi kuramadı. Bugün küresel boyutta yaşanan ve bir domino taşı gibi bir birini yıkan her karar bir kaos yaratmakta ve belirsiz ortamdan gücü olan güçsüzü içinde eritmeye çalışıyor ya da denetim altına almaya çalışıyor. Mutlak itan bekleyen ulus devletin iktidarı ve diktatörlerin yerini sermayeden güç alan ama ulusal çıkarları görmezden gelen köylü kurmazı liderler almıştır. Bu liderlerin tüm işlevi ulus devletin varlık sebebi olan sermeye birikimi için duvarları yıkmak ve ulusal firmaları teşviki ortadan kaldırarak küresel çaplı firmaların saldırınsa açık bırakmaktır. Orantısız rekabet koşulları altında elbette güçlü olan güçsüzü hiçbir yasayı dikkate almadan (ama dikkate alıyormuş gibi yapan) içinde eritiyor.

Dünyada esen rüzgar birbirine benzer popülist liderleri ve partileri sağlı sollu iktidara taşıdı ve bu sayede sağ ve sol kavramlarının da altı boşaltılmış oldu. Bugün sağ ve sol arasında fark sadece söylem düzeyindedir, çünkü iktidara gelen sağ ve sol liderler ve partiler küresel sermayenin hizmetinde hiç kusur ve engel çıkarmadan hizmet etmeye devam ediyor. Bunun en çıplak örneği Almanya başbakanı Gerhard Schröder olmuştur. Almanya Yeşiller partisinin lideri  Joschka Fischer emekli olur olmaz gidip küresel bir firmanın danışmanı olması tesadüfi değildir.  Almanya’da sağ ve sol aynı potada erimektedir, yerini daha popülist partiler almaya başlamıştır… liderleri popülist söylem yapamadığı an kaybetmeye başlıyor, çünkü onların öncüleri ve geçmişleri ne yazık ki popülist politikanın üzerine benzin dökmüş ve daha çok savunur ve uygulayıcısı olmuştur. Bugün alman SPD ve Grüne (Yeşil) Partisinden sol bir söylem beklemek aldatıcı ve boşunadır, çünkü onarlın dayanakları sermayedir ve kurmuş oldukları vakıflar projeler ile bu alana toplumun küçük birimine girecek şekilde hizmet etmektedir. Kısaca sağ sol aynı kulvardadır ve biri birine muhalefet etme yerine birbirini çıkarları gereği beslemektedir. Elbette bu beslemenin de bir sınırı vardır, erimeye başlamışlardır.

Küreselleşme yaşandığı zaman dilimi içinde elbette ülkemizde bunun dışında değildir. Ülkemizde henüz ulus devleti tam oturmadan (ki hiçbir zaman o şansı yoktu, diğer batı devletleri gibi homojen olacak kadar sermaye devleti olarak geçmişi yoktu) ulus devletinin yıkılmasının ilk sesi 24 Ocak kararları ile 1980 yılında hissettik. Ve onu izleyen darbe bu süreci daha sorunsuz ve pürüzsüz bir şekilde sermayenin hizmetine sunacaktır. Artık sermayenin ‘gülme’ zamanı gelmiştir. Bir bir yaratılan karaborsa ortadan kaldırılmış ve ithal ürünler ülkemize girsin diye masum gibi gösterilen gümrük duvarları kalkmıştır. Özelleştirme artık ülkenin gündemindedir ve her gelen iktidar özelleştirmeden bahsetmektedir. Küçük adımlar ile başlayan bu yıkım süreci yeni bir devlet anlayışının da oluşması için ortam hazırlamıştır. Solun cezaevlerinde geçmişi ile baş başa bırakan askeri rejim hızlı adımlar ile yeni Türkiye’yi yaratmış ve halka kabul ettirilebilmesi için gündemler oluşturmaya başlamıştır. İktidar gündemi belirlemeye ve muhalefette ona yardımcı olmaya başladığı süreç liberal ekonominin ortaya çıkardığı bir düşünce ve davranış hali olarak yaşayarak gördük. Toplumsal muhalefet kendisini iktidarın reflekslerine önceliklerine göre belirlemeye başlamıştır. Parlamenter rejimden başkanlık rejimine geçiş bu tepki ile hayat bulmuştur.

Günlük ve bir incir çekirdeğini doldurmayan konular gündem olurken, sorunların üstü ya kapatılmış ya da sorunlar zamana yayılarak çözüme kavuşması beklenmiş ama çözüm olmadığını sık sık içine girdiğimiz sorunlar girdabından da anlaşılıyor. Küreselleşen dünyanın sorunları dışında bize özgü sorunlar yumağı içinde yarını düşünemez ve anını yaşayan bir topluluk oluştu. Denetim tamamı ile ortadan kaldırılmış, var olan hukuk kurallarında yazılı olandan çok sözlü olanın geçerli olduğu bir süreç içindeyiz. Değişen sistemin kendi içinde yapması gereken hukuki düzenlemeler de henüz tam olarak gerçekleşmemiştir ve sorun olarak sürekli hayatın içinde durmaktadır. Dünyanın hiç bir ülkesinde bizim kadar sık gündem değişen ülke yoktur diye düşünüyoruz ama biraz dışarıya çıkanlar ve küresel medyayı incelediğimizde genel sorunlar onlarda da olduğunu görebiliyoruz, bir birinin aynısı olmasa da benzerlikler çoktur…

Küreselleşme ulus devletini yıkmıştır ama yerine henüz hukuki düzenlemesi olan bir devlet anlayışı koyamamıştır. Sermeyenin ihtiyacı olan yardım eski ulus devletinin yıkıntısı içinde işçilerin üzerinden fazla fazla elde edilen artı değer sermayenin hizmetindedir. İşçiler bu küreselleşme ve liberalizm sürecinde elde etmiş oldukları tüm haklarını kaybetmiş gibiler, sendikalar işlevsiz ve daha genel söylem ile iktidarına yardımcı olmaktadır. Kısaca sermaye içinde işçi sendikaları vardır. Var olması muhtemel toplumsal patlamanın sibop görevini layığı ile yerine getirmekteler, o yüzden sendika liderleri maaşları halktan ve üyelerinden genelde saklanmaktadır… Ulusal sermayenin krizi, emekçilerin üzerinden elde edilen artı değerler ve mallarda ki fiyat ayarlaması ile geçiştirilmeye çalışılmaktadır. Bizim cebinizden alınan paralar ile iflas etmiş firmalara para aktarılıyor...

Bugünlerde suni olarak yaratılan gündemlerden biri geçmişte ulus devletinden kalan ilkokullarda okutulan ant meselesi. Kaldırıldı, yeninde okullarda olsun mu tartışmasını bir mahkeme kararı ile yeniden güdeme geldi. Bunu duyan ulus devletine özlem duyan küçük bir azınlık yeninden konsun diyerek iktidarın gündemine balıklama atladı. Çünkü geçmişte yaşanan tartışanları uygulamaları unutmuştu. Sık değişen gündemler elbette kendisine uygun bir kitle yaratır, geçmişini anımsamayan, okumayan, araştırmayan ama popüler söyle açık bir kitle. Popülizm zaferi bu geniş kesimi yaratmasıdır. Çünkü lider düşünür ve diğerleri ona biat eder. Bu geniş kesimin bir kültürü ve geleceğe aktaracağı bir birikimi de yoktur, çünkü dijital ortamda öğrendiklerini veya paylaşımları paylaşmak ve homurdanmaktır. Dikkat ederseniz arşivler ve kütüphaneler eskisi gibi nemli değildir, olsa da olur olmasa da derken eski binalara yapılan restorasyon gibidir. Kaleye çelik kapı yaparlar, çünkü o yaptıkları kapının arkasında çalınmaya uygun son model dijital alet vardır…

Yeniden ant meselesine gelirsek, ulus devleti ihtiyacı var diye, asimilasyona yardımcı olsun diye her sabah çocuklara söyletilen ırkçı antların da başarı oranı ortada, başarılı olamadı...

Antlar ve marşlar kim için yaratılır ve ne için kullanılır? Kısaca bunu düşünün.

Ulus devleti homojen olmak ister. Tek bayrak, tek millet, tek din, tek mezhep... Şimdi ülkemiz teklerden mi oluşur, öyle bir şey yok, çok kültürlü, çok dilli, çok dinli ve çok mezhepli bir ülke...

Ulus devleti projesi zaten ülkemizde oturtulamadı, çünkü işin maddi yönü ile ilgilenildi, diğer şeyler zamana iteklendi. Alevi ve Kürtlere karşı marşlar söylendi, antlar içildi... Onları hep sürgün diyarının öteki insanı olarak gördünüz ve algıladınız… Sonuç ne oldu?

Devletin asil sahibi olduğunu iddia ettiğiniz tek mezhep, tek din iktidara geldi, gelirken de yeri geldi diğerleri olarak görülen ötekilerin duyguları ve siyasi gücü kullanıldı... Sizi kullananlar ötekilerini de kullandı, siz olmasaydınız bugün ki iktidar olur muydu, çünkü siz kusura bakmayın ama “sazansınız” , onların istediği gündeme atladınız ve ak ile kara gibi onların dediğinin tersini söylediniz, bu sayede var olan desteğinizi de kaybettiniz, bugün iktidarın gücü sizin eseriniz! (burada “sazan” birikimini ileri kuşağa aktaramayan anlamındadır)

İktidarın belirlediği gündeme sazan balığı gibi atlayanlar ve onların “kaldıracağım” dediğini “kaldırtmayacağım,” “satacağım” dediğini “sattırtmayacağım” (12 Eylül’den sonra ki ilk siyasi tartışmayı anımsayan vardır sanırım, Calp (Halkçı Parti)  ve Özal (ANAP) tv ekranlarında ne yapıyordu? Karagöz Hacivat oyununda Özal galip gelmiş “sattırmam” denilen köprü iktidara gelir gelmez halka arz olunmuş ve satılmıştı) oyunu hala iktidarın belirlediği gündem içinde devam ediyor. Bir şey de ısrar ediyorsanız uyumaya devam ediyorsunuz demektir... Sizi uyutan bir çok gündem maddesi var ve sizler de “sazan” gibi atlıyorsunuz, yaşadığınız anı tespit edememiş, elinizden gidenleri göremeyen, kusura bakmayın “sazan balıkları” gibisiniz...

Gelmeyin oyuna diyeceğim ama zaten bu yazımı okuduktan sonra hemen unutacaksınız ve iktidarın gündeminin parçası olmaya devam edeceksiniz...

Her devletin vatandaşı, hak ettiği iktidarı, iktidarda tutar...

 

İsmail Cem Özkan

27078

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Garod – “Hasret” (Nubar Ozanyan)

Halkların coğrafyaları suç ve cinayet örgütü gibi çalışan devletler tarafından zorla boşaltılıyor. Soykırım, işgal, tehcir zulmüyle toprakları cehenneme dönüşen halklar; belirsizliğe, bilinmezliğe, karanlığa doğru zorla sürülüyor. Boyunlarında geleceksizlik zinciriyle birlikte adına yaşamak denilen zulme mahkum ediliyor.

Gerilla, haktır ve halktır (Nubar Ozanyan)

Sınırları ateşten ordularla kuşatılmış her dört parça toprakta, yaşam ve var olma hakkı ellerinden zorla gasp edilmiş Kürt halkının, direnme ve isyan etmekten başka çıkış yolu var mıdır? Kürtlere, ezilenlere kıyamet yaşatılırken her bir karış toprağına ölüm yağdırılırken, en dezavantajlı koşullar altında gerilla, çıplak elleri ve cesur yürekleriyle özgürlükleri uğruna savaşmaya devam ediyor.

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Sayfalar