Cumartesi Mayıs 18, 2024

Rojava’nın işgaline müsaade etmeyeceğiz!

Ortadoğu’da ve özellikle Suriye’de suların yakın zaman durulmayacağı çok açık! Mezhep, aşiret ve bölgecilik üzerinden gelişen savaşlar, başta Türkiye ve İran olmak üzere bölge devletlerinin ve emperyalistlerin de müdahalesiyle her geçen gün daha fazla kanın dökülmesine yol açmaktadır. Türk devleti; Sünni mezhepçiliği ve Türk ulusçuluğu üzerinden bu kanlı savaşlarda Kürtlerin hiçbir kazanım elde edememesi düzleminde saldırgan bir politika yürütüyor.

Suriye’yi “parçalayıp”, çok geniş bir coğrafyaya “İslam Devleti” kurulmasına hiçbir ses çıkarmayan ve ne taşıdığı artık kanıtlanmış olan 2000 tır ile bu “devlete” destek veren Türkiye, şimdi en tepesindeki isim aracılığıyla Kürtlerin kazanımlarına saldırıyor. Erdoğan, İslam dünyası için kutsal olan ve tarih boyunca savaşlara ara verilen Ramazan ayında; savaş çığırtkanlığı yapıyor. Katıldığı bir iftarda şunları söylüyor: “Suriye’nin kuzeyinde devlet kurulmasına asla müsaade etmeyeceğiz. Bedeli ne olursa olsun, bu konudaki mücadelemizi sürdüreceğiz.”

Tel Abyad’ın özgürleştirilmesiyle DAİŞ’in şah damarı kesildi! Rojava kantonları ise daha da güçlendi. Rojava’nın konfederal bir yönetimle ya da ayrı bir devlet olarak var olması artık tamamen bir realite durumundadır. YPG/YPJ güçleri ilk hamlede Rakka’ya yönlendirilseler de Afrin’le diğer kantonların birleştirilmesi için askeri harekat yapacakları da kesindi. İşte bu gerçeklikte, Türk devlet yetkilileri peşpeşe güvenlik zirveleri yaptılar. Bu güvenlik zirvelerinin ana konusunun ne olduğu da, sonuçları da Erdoğan’ın yukarıdaki cümlesiyle açıklanmış oldu. Fakat çok geçmeden, güvenlik zirvelerinin asker kanadının sızdırdığı daha ayrıntılı bilgilerle Rojava’ya yönelik askeri hareket hazırlığının yapıldığını öğrendik.

Elbette ki Türkiye’nin “Suriye’ye tampon bölge” adı altında işgal talebinin olduğu biliniyordu. Bunun da ötesinde; Nisan ayında o dönem Milliyet gazetesinde yazarlık yapan fakat bu haberlerinden bir süre sonra ayrılmak zorunda kalan Aslı Aydıntaşbaş Türkiye, Katar ve Suudi Arabistan’ın Esad rejimini devirmek üzere bir askeri ittifak oluşturduklarını yazmıştı. Yemen’e karşı oluşturulan askeri ittifakın benzerinin Suriye için düşünüldüğü ortaya çıkıyordu.

Bu haberden kısa bir süre sonra CHP’li Gürsel Tekin, tarih vererek bir işgalden bahsetti. Hükümetin buna yanıtı “şimdilik böyle bir planlama yoktur” mealindeydi. Bu haberlerin hepsini de önemli bir gerçeklik payı olduğu ortadaydı. Temel mesele, Türkiye’nin özellikle ile olan yakın ilişkisiydi. ABD; cihatçı örgütlerin varlığını hem kendisi o bölgedeki varlığına hem de İsrail’e yönelik ciddi bir tehdit olarak görmektedir. El Nusra, ÖSO gibi yapılanmaların hiçbiri DAİŞ’e karşı aktif olarak savaşamıyordu! Bu en başta, ideolojik yakınlıklarının getirdiği özellikle DAİŞ’e doğru olan savaşçı akışıyla bağlantılıydı.

Türkiye’nin ısrarıyla  “Eğit-Donat” adı altında bir projeye başlatıldı. Fakat kısa bir süre sonra ABD’nin açıklamalarından bu projeye yerel örgütlerin pek sıcak bakmadığını bu nedenle esasta kadük kaldığını öğrendik.

Gelinen aşamada ABD, Esad’ın varlığını artık sorun olarak görmemekte, DAİŞ’e karşı savaşımı esas almaktadır. Bu durum ABD önderliğindeki koalisyon güçleri ile PYD’nin ortaklaşabilmesini getirmiştir. İşte bu gerçeklik, Türkiye’nin Rojava’ya girme hesaplarını alt üst etti. Fakat yine de çok ses çıkarmadı. Sonuçta DAİŞ hem Tel Abyad’ı hem de Cerablus’u elinde tutuyor ve kantonları birbirinden yalıtıyordu. Bununla birlikte önce Kobanê’ye, sonra Cizîre’ye saldırarak kantonların sürekli olarak savaş halinde kalmasına yol açıyordu. Hesaplanan, DAİŞ’in saldırıları ve mevcut ablukaya Rojava kantonlarının dayanamayacağı idi.

“İhtimaliyat hesapları ve çelişkiler”

Yapılan güvenlik zirvesinden “sızan” bilgilere göre Türkiye; Kobanê ve Afrin kantonları arasındaki bölgeyi işgal etmek istiyor. Bu bölge esas olarak DAİŞ’in denetimindedir. Öncüpınar’ın olduğu küçük bir bölge de ÖSO’nun elindedir.  Türkiye “DAİŞ terörüne karşı” bu bölgede tampon bölge oluşturmak istiyormuş!! Türkiye; YPG/YPJ güçlerinin hakim olduğu alana hiçbir şekilde asker sokamayacağını, bunun kesin olarak yenilgi anlamına geldiğini görmüş bulunuyor. YPG/YPJ güçlerinin batıda Afrin’e doğru bir hamle başlatmadan, tam da aynı zamanda DAİŞ’e destek çıkmak için bu bölgeyi işgal etmek istediği açıktır. Açıktır ki şu anda bu bölgenin başka güçlerin elinde olması, oranın Rojava bölgesine ait olmadığını göstermez. Yani Türkiye, kendi aklınca, “süper zekasıyla” dünyanın dört bir tarafından destek alan Rojava’ya dokunmamış gibi bir izlenim yaratmaya çalışıyor. YPG/YPJ güçleri, Afrin’e doğru bir harekat başlatırsa, Türkiye saldırıya uğramış olacak vs…

Yeni bir hükümet kurulmadan, kısa bir süre önce istifasını sunmuş bir hükümetin böyle alelacele operasyon hazırlıkları yapması bu nedenlerledir. Bunlarla birlikte, güvenlik zirvesinde askerin “pasif” direnişi ve toplantı konusu sızdırışı da önemli bir konu olarak ele alınmalıdır. Çıkan haberlere göre; Davutoğlu’nun askeri operasyon için hazırlık talebine Genelkurmay Başkanı “ihtimaliyat hesapları” yaparak cevaplamış ve aynı zamanda emri yazılı vermesini istemiş! Buna göre Genelkurmay; Rusya, İran ve ABD’nin tepkilerinin dikkate alınmasını istemiş!

Bu hamlenin Suriye’ye karşı savaş olduğu, Esad’ın da askeri olarak cevap verebileceği belirtilmiş. YPG/YPJ’nin olası saldırılarından bahsedilmiş vs… Her ne kadar sonrasında gazeteler aracılığıyla (28 Haziran, Milliyet) ordu yetkilileri, “biz her şeye hazırız” deseler de; Erdoğan-Davutoğlu projesinin bu “sızıntılarla” önemli bir darbe aldığı görülüyor!

Bununla birlikte, Türkiye’de “askeri vesayet geriletildi” naralarının ancak çıkarlar çatışmadığı müddetçe geçerli olduğu ortaya çıkmış oluyor. Türkiye, NATO üyesidir! Ordusunun eğitimini, teçhizatını NATO desteğiyle sağlar. NATO’ya bağlı tüm orduların da esasta ABD’nin denetiminde olduğu dünyanın bildiği bir gerçektir.

“Rojava’nın işgaline hayır!”

Şu anda tüm seçenekler ortada durmaktadır. DAİŞ’i kontrol altında tutması koşuluyla ABD, Rojava’nın bahsi geçen bölgesinin işgaline göz yumabilir. Bu işgali engelleyebilecek tek güç; halkların mücadelesidir. Örgütlü bir askeri güç olan YPG/YPJ’nin bu işgale direneceği kesindir. Bununla birlikte, Türkiye “sınırları” içerisinde devrimci, demokratik mücadelenin yükseltilmesi bu işgalin önündeki en büyük engel olacaktır. “Rojava’nın işgaline hayır!” diyerek komünist devrimcilerin güçlü bir işgal karşıtı cephenin oluşması için hiç zaman kaybetmeden çalışmalara başlaması gerekir. Irak işgaline karşı oluşturulan platformlara benzer birlikler yaratılabilir. Bu birliğin amacı aynı zamanda yıllardır otomatiğe bağlanmış şekilde çıkarılan tezkerelerin engellenmesi olmalıdır.

Komünist devrimcilerin; Kürt ulusunun devrimci, demokratik taleplerini sahiplenme ve Kürt hareketine bu eksende destek verme politikasının, legal/illegal, silahlı/barışçıl her alanda büyütülerek sürdürülmesi önemlidir. Bu bilinçle, mücadelemizi büyütmeliyiz.

49787

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Sayfalar