Salı Mayıs 28, 2024

PARTİ VE KAYPAKKAYA ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK, TEORİK TEMELLERİNİ GÜÇLENDİR, ONU KAVRA ve GELİŞTİR

Partimizin kurucusu şahsında amaç ve araç, hedef ilişkisi bağlamında kuracağımız analiz-sentez ilişkisi bizim sorunu nasıl ele alacağımızla direk ilintilidir. Tarihsel olarak olaya baktığımızda İbrahim Kaypakkaya (İK) sıradan bir devrimci önder değildi. Onu komünist yapan doğrudan savunmuş olduğu ve yaptıklarıydı, yani teori ve pratik bütünlüğüdür.

71 silahlı radikal devrimci çıkışı ile birlikte Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda 24 Nisan 1972’de kurulan TKP/ML’nin kuramcısı ve kurucusu olması nedeniyle İK tarihsel bir şahsiyettir. Bazı tarihsel şahsiyetlerin tarihsel-toplumsal ve sınıf savaşımı seyrine bağlı olarak ortaya çıkması tesadüfi bir olgu değildir. Önderleri ortaya çıkması tarihsel-toplumsal zorunlulukların dayatması ile oluşmuştur.

İK gibi bir şahsa sahip olduğumuzdan onun varlığı ve taşıdığı önem büyük bir elzemdir. Çünkü; o tarihsel olarak ortaya çıkarken bir çok olayın üstündeki sır perdesini kaldırmıştır. Türkiye/Türkiye Kürdistanı topraklarında ülkenin tahlili, sınıfların tahlili ve devrimin yolu üçlemesinde vuku bulan bir şekillenişin ürünü olarak başta Kemalizm, devlet ve ulusal sorun bağlamında ve diğer sorunlarda da önemli belirlemeler ve tespitlerde bulunmuştur. Ve herşeyden önemlisi de o günki koşullarda devrimci hareketin Kemalizm kamburundan kurtulamamasına rağmen, İK Kemalizm’in sınıfsal tahlilini yaparak Kemalizm’den esaslı bir kopuş sağlamıştır. Kemalizm’e bağlı olarak devletin temel niteliğinin komprador-bürokrat burjuvazi ve büyük toprak ağalarının bir devleti olduğu belirlemesi yaparak devletin yönetim biçiminin de faşist diktatörlük olduğunu çok net şekilde vurguluyordu.

Ülkemizi tahlil ederken emperyalizm tarafından yarı-işgal altında olduğunu belirterek devrimin temel karakterinin Milli Devrim değil Demokratik Halk Devrimi olduğunu belirtiyordu. İK’yı ele alışımız ve değerlendirmemize bağlı olarak onun ortaya koyduğu düşüncelerin birer tohum olarak yeşerip gelişeceği gibi kimi yerde de asırlık bir çınar olarak ele alınması bir o kadar doğallıkla kaçınılmazdır.

İK’yı NEDEN SAHİPLENMELİYİZ?

Türkiye Devrimci Hareketi (TDH) içerisinde bizim esasen ele alacağımız ve devrimci bir çizginin sürdürücüleri olarak gördüğümüz üç önder çıkmıştır. Elbette bizler TDH içerisindeki önderlerden Mahir ve Deniz’i de sahipleniriz.

Ama bunların içinde birine özel vurgu yaparız. Çünkü sistemle ve devrimle programatik görüşleri sayesinde kopuş sağlayan, köprüleri yıkan, geriye dönüşü imkansızlaştıran, tarihsel olarak haklı olan ve tarihsel kopuşu da sağlayan, devrim yapmak için sınıf savaşmanın gerekliliğini net ve sarih bir plan eşliğinde ortaya koyan Kaypakkaya olmuştur.

Savaş boyutuyla ele almak belki bir çok yerde yanlış algılanabilir. Savaşın herşeye kadir olduğunu düşündüğümüzü sanabilirler. Doğrudur, biz savaşın herşeye kadir olduğunu savunan bir kuşağın devamcılarıyız. Savaş meraklısı değiliz, amma tarihsel-toplumsal olarak buna zorunlu olduğumuz için devrimci şiddetin yani devrimci savaşın, silahlı mücadelenin herşeye kadir olduğunu savunuyoruz.

Devrim bir alt-üst oluş sürecidir. Eskiyi yıkarken yeniyi inşa etme görevidir, yıkım ve inşa birbirinden bağımsız değildir. Bu bakımdan Kaypakkaya’nın kavranması aynı zamanda tarihsel ZOR’un da kavranması ve hayata geçirilmesidir.

Günümüz koşullarında her ne kadar terminolojik ve teorik olarak mevcut konjektürde bir değişiklik olmamasına rağmen 72’de söylenen sözlerle yetinmek yerinde çakılı kalmaktır. Bunu şundan ötürü belitmekteyiz ki; 72’de söylenen yeterli olsaydı bizler yeni şeyler söylemezdik. Gerek ülkemizin içerisine girmiş olduğu durum, gerek ekonomik kriz, gerek Kürt Ulusal Meselesi’nin gelmiş olduğu süreç olsun, uzlaşma süreci ya da adına ne denirse densin ki bizim yıllar önce belirttiğimiz olgu gerçekliğini korumaktadır. Kürt Ulusal Meselesi konusunda PKK’nin 1993’ten itibaren silahlı reformizm temeliyle hareket ettiği gerçeği halen ortadadır. Dönem dönem silahlı eylemlerden vazgeçerek uzlaşı sürecine girmesi bizim tespitlerimizle ya da eleştirilerimizle de birlikte Kürt Ulusal Meselesi’nin demokratik muhtevasını desteklediğimiz olgusunu ortadan kaldırmaz.

Bugünden yarına ya da 72’de bizim söylediklerimiz doğrulanmıştır. durum bu mihmalde devam ederken “kalkıp da nasıl olsa 72’de belirtmiştik, yeni bir şey söylemeye gerek yok” dememiz politik miyopluktan başka bir anlam ifade etmez. Bu tarz savunu aynı zamanda yenilenmeye, ilerlemeye ve doğallığında diyalektik materyalizmi ve çelişki yasasını da inkar etmektir.

TARİHSEL OLARAK KOPUŞ

Kim ne derse desin bir ülkeyi tahlil ettiğimiz de orada ezilen ulus ve milliyetler varsa buna ilişkin özel program ve örgütlenme anlayışı, mücadele araçları ve metotları olmadan yola çıkmak iki kişilik yola tek başına çıkmaktır. Ve bu anlamıyla devrim alt-üst oluş süreciyse ezilen ulus ve azınlıkları hesaba

katmayan bir anlayışın sahipleri devrimi gerçekleştiremez. “Bir ulusu ezen bir başka ulus asla özgür olamaz” (Lenin) Devrim iddiasında olanların yapacağı başta Kürt ulusu olmak üzere diğer azınlık milliyetleri hesaba katmak zorundadır. Doğal olarak İK bu özelliği bağrında taşıyan Komünist bir önderdir. İK ve TKP/ML birbirinden kopmaz bağlarla bağlıdır.

Tarihsel hafızamızı tazelediğimizde Kürtler bu ülkede halk mı ulus mu tartışmalarının ayyuka çıktığı bir dönemde hiç çekinmeden bugün ülkemizde Türkiye Kürdistanı’nda yaşayanların yani Kürtlerin bir ulus olduğunu belirtmiştir. Halk ve ulus kavramı iki ayrı kategoridir. Halk kavramı, devrimden çıkarı olan tüm kesimleri kapsarken ulus kavramı ise, dil, toprak, iktisadi yaşam biçimi ve kültürel şekillenişi bağrında taşıyan bir bütünden oluşur. Diğer bir ifadeyle ezilen ulus olgusundan bahsettiğimizde ayrılıp ayrı bir devlet kurma hakkı olduğunu kavramamız gerekir. Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda bu sorunu ortaya çıkaran ve koyan doğal olarak İK olmuştur.

Devrim iddiası ile yola çıkmışsak birincisi ve en önemlisi gittiğimiz yolu doğru kavramaktır. “O yolu bilmekle o yolda ilerlemek” ayrı ayrı şeylerdir. İK, Mustafa Suphi sonrası dönemde ülkede estirilen faşist baskı, sindirme ve katliam politikası düzeninde 50 yıllık sağ pasifist, reformist ve parlamentarizm (kritisizm) ahmaklık hattından bir kopuş sağlıyordur. Kimilerince Kemalizm ilerici, burjuva devrimcisi, kimilerince anti-emperyalist kimilerince ise milli burjuvazinin temsilcisi olduğu belirtilmekteydi. Böylece devletin karakteri de bunlara bağlı olarak ele alındığı için yarı-sömürge kavramını da almıyorlardı. Bu olguyu temellendirme ise daha çok 1950 sonrasında ABD ile girdikleri askeri-ekonomik ilişkilerinde buluyorlardı. Sanki 1950 öncesi ülkemiz egemen sınıflarının emperyalizmle bir bağlantısı yokmuş da kendini dünyadan yalıtmış, cam fanusta yaşayan bir devletmiş algısı yaratılmaya çalışılmaktadır.

Bu sorun çok kapsamlı ve net olmasına rağmen biz burada birkaç noktaya vurgu yapma ihtiyacı hissetmekteyiz, ki bunlar belirtilmeden İK’nın neden radikal bir kopuşu teşkil ettiğini belirtmemiz mümkün olmaz. Yaşadığımız ülke gerçekliğinde Osmanlı İmparatorluğu döneminde kendi içinde iktidara gelen ve kendilerini İttihak ve Terakki Cemiyeti (İTC) olarak tanıtan asker ve bürokrat zümresi iktidarı gasp ettikten sonra yeni Osmanlıcılık adı altında Türk-İslam sentezi (Pan-Türkizm), Trans-Kafkasya devletler birliği daha doğrusu eski ata yurtlarının tekrardan ele geçirilmesi temelinde gerici devletler tarafından da desteklenerek 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na gelene kadar bir devlet geleneğini yaratmışlardır.

Enver-Talat-Cemal üçlüsü, Osmanlı askeriyesindeki “güçlü(!)” paşalar olarak bilinendir, bu kişiler Türk-İslam sentezi, Türkçülüğün geliştirilmesi, ulus olarak Türk kimliğinin egemen hale getirilmesi ve ideolojik söylem ve argümanlarını bu temel tez üzerinden üretenler başta Türk kimliğine sahip olmayan ulus ve azınlıklar üzerinde katliamlar uygulamıştır. Bunların en belirgin olanı 1915 Ermeni Katliamı, Rum-Pontus’ların katledilmesi, techir ve mübadele yolu ile sürgün edilmeleri..vb. Rusya’da 1917 Ekim’inde devrimin patlak vermesi sonucu Fransa-İngiltere-Almanya emperyalizmi tarafından hem Rusya içerisinde Beyaz Rusya olarak tabir edilen gericilerin desteklenmesi söz konusuyken hem de bu üçlüye Trans-Kafkasya olgusu gösterilerek “Türklerin ana yurdu asıl geldikleri yerdir” denerek oradaki halklarda hedef gösterilmiştir. Bu konuda Sarıkamış Allah-u Ekber Dağlarında 90bin askerin “kazık” çakarak, donarak ölmesi çıkılan yolun neye hizmet ettiğini gösterir. Osmanlı ülküsü, Trans-Kafkasya olgusu ve emperyalizm menşeli Yeni Osmanlıcılık ne Rusya devrimini engellemiştir ne de Osmanlı’nıın parçalanmasının önüne geçmiştir. Ve doğallığında bugünkü Misak-i Milli sınırları içerisinde razı olan emperyalizmle işbirliğine razı kalmıştır.

Emperyalistlerle yapılan anlaşmalar sonrası sömürge statüsü gitmiş, ve yerine gönüllü olarak yarı-sömürge yarı-feodal statü Enver-Talat-Cemal üçlüsü yerine geçen ve yine kökleri İTC’ye dayanan M. Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak “üçlüsüne” geçmiştir ve bu ülke bu üçlü tarafından yönetilecektir.

72 STRATEJİK ÖNDERLİK ÇİZGİSİNE SAHİP ÇIK ÇİZGİYİ UYGULA VE GELİŞTİR

Tarihin her bir döneminde önderler açığa çıkmıştır, bu bütün devrimci hareketler açısından da böyle olmuştur. Sınıf savaşımının seyrine bağlı olarak toplumsal olayları diyalektik materyalizm şeklinde ele alan, bunun devrimle bağlarını kuranlar, önderliğinin gereklerini yerine getirebildiği oranda önder olabilirler. İK ortaya çıktığında doğaldır ki sınırlı sayıda MLM eser bulunuyordu. Kimilerinin araştırma-inceleme komitesi kuralım dediği dönemde o ısrarla MLM ile ilişkiler kurarak MLM’yi kavrıyordu. Yetersizlikler ve olanaksızlıklar içerisinde önder yoldaş Türkiye ve Türkiye Kürdistanı’nda devrimin yolunu çiziyordu. Onun kısacık yaşamında “MLM’yi kavrayamadım” gibi söylemler ve tespitler yoktur.

Bugünkü daha doğru bir ifadeyle İK sonrası süreçte temel ertelenemez görev İK çizgisinin geliştirilip uygulanmasıdır.

Geliştirme, zenginleştirme, ilerletme derken bu kavramların birçoğunuza tanıdık gelmesinin yanı sıra bir antipati taşıdığı da bilinmektedir. Yaşadığımız onca deney ve tecrübeden sonra İK çizgisinden ayrılanların temel argümanı ve teorik formülasyonu İK çizgisinin geliştirilmesi teziydi. Ama ne hikmetse çizgiyi geliştirelim diyenlerin son durağı mücadelenin farklı bir aşaması olmuştur. Çizgi farklılıkları hariç kopanlar mücadelede sebat etmeyip bırakıp gidiyorlardı.

Doğaldır ki buna zemin olan da bizim kendi pratiğimiz olandır. Devrim bir trendir, her istasyonda inenler olacağı gibi yeni binenler de olacaktır. Giderken devrimci ahlağa ve kültüre bağlı gidenler sayıca azdır. Bundan dolayı da “çizgiyi geliştirin” diyenlere yaşanan onca olumsuz örnekten sonra “ACABA” diye bir çelişki yaşamaktayız.

Bazı evrensel doğrular vardır, her yerde aynıdır ve değişmez. Beyaz beyazdır, siyah siyahtır, kırmızı kırmızıdır. Bunu kim derse desin değişmez. Ama burada aynı zamanda bu doğruların kim tarafından getirildiğinden ziyade ne için söylendiği yani amaç ve araç ilişkisi önemlidir.

Bugün ertelenemez görevimiz, 72 Stratejik Önderlik Çizgisinin devamı ve pratikteki yansıması olan taktik önderlik olarak Merkez Komitesi’nin stratejik önderlik olarak karar verdiği 72 manifestosunu uyguladığı anlık hareketlere yedirebilmesi, hareket ve eylemlerinde 72 manifestosunu temel alarak dönemsel politikalar kurup işletmesidir. 72 Stratejik Önderlik çizgisinin taktik önderlik olarak belirttiğimiz yani kongre ve konferanslarda yetkinleşmiş, partinin önderleri olarak seçilmiş Merkez Komitesi’nin görevi taktik önderlik çizgisinin 72 stratejik çizgisi ile bütünleşmesi, o çizginin günün koşullarına sınıf savaşımının doğal yasaları gereği kavranması, geliştirilmesi ve döneme ve/veya ana uygulanmasıdır. Stratejik önderlik 72 çizgisi ise taktik önderlikte Merkez Komitesidir. Bu noktada kim ki geliştirmeye karşı çıkar, diyalektik materyalizmin ilerleme yasasına, çelişki kanununa karşı çıkmış zır cahil olur.

“Geçmişin ölü fikirlerinin ideolojik yükü ağırdır!” Geçmişe takılıp kalmak, yanlışlarda ısrar etmek bizi geriletir. Hali hazırda hiç kimse geliştirmeye karşı çıkmaz ama pratik olarak şüphecilik bilimsel olmaktan uzak bir tutum halini alabilir. Yanlış yapanların, yanlış çizgiyi uygulayanların ve/veya çizgiyi uygulayamayanların yanlışlarını savunacak değiliz herhalde. Bizim kastettiğimiz bugün bu çizginin tam anlamıyla geliştirilmesi ve uygulanmasıdır. “Kaypakkaya’ya sahip çık, çizgiyi savun, onun kurduğu partiyi güçlendir” temel yönelimimiz olmalıdır.

HALİL AHMET 

44450

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

Sayfalar