Salı Mayıs 21, 2024

Özel Mülkiyetin Dayanılmaz Çekiciliğinde Kadına Yaklaşımın Küçük Burjuva Hafifliği

Kapitalist (ve pre kapitalist) toplumlarda, özel mülkiyetli ekonomik toplumsal yapının; ideolojik, politik ve genel anlamda kültürel belirleyiciliği tartışma götürmez. Düşünceler, davranışlar, etiksel anlayışlar bu minval üzerinde şekillenir ve gelişir.

 Bu toplumsal yapı,  çelişmeler yumağı ile örülmüştür. Toplum içindeki çelişmelerde özdeşlik içerenler olduğu gibi bunu içermeyenlerde vardır. Ve her çelişmenin kendi zıttı ile olan mücadelesinde bir çözümü, ve bu toplumun ileriye dönüşümünü sağlayacak bütün çelişmelerinde çözümünü üretecek temel bir çelişme, emek sermaye çelişmesi vardır. Bu temel çelişme, kapitalist toplumun esas olarak kalın çizgilerle ayrılmış iki sınıflı toplum olmasıyla doğrudan bağlantılıdır.

Kadın, sınıflara bölünmüş toplumsal yapı içinden bağımsız değil, tersine aynı şekilde bu sınıfların birer üyesi olarak bu toplumun bileşenleri arsında yer alırlar. Bu anlamda, kadını sahip olduğu sınıf bağlamından ve tek bir sınıfsal yapı olarak  ayrı ele almak, daha baştan kadının kurtuluşu sorununa bakışın yanlışlığını ve ezilen kadının kurtuluşu önündeki bariyer yeniden kalınlaştırılmış olur.

Kadın üzerindeki baskının artarak devam etmesi, artı-değer sömürüsünün artarak devam etmesinden ayrı ele alınamaz. Burjuva demokrasisinin bazı normlarının daha fazla yaşandığı ülkelerde kadın hakları kısmen “daha ileri” olmasına karşın, baskıcı faşist rejimlerde ise kadınlar üzerindeki baskının artması, işçi sınıfı üzerindeki baskının artışıyla doğru orantılıdır. Bu gerçekleri reddetmek, daha baştan kadının üzerindeki baskıların ve baskıları durmaksızın üreten temel olguyu –sistemi ve kapitalist devleti- gözardı etmek emekçi-işçi kadını, kendini ezen sistemin karşısında silahsızlandırmaktır. Çünkü kapitalist sistem, erkek egemen anlayışı da, sermayenin üretimi gibi durmadan üreten bir sistemdir. Sermayenin yoğunlaşmasına ve merkezileşmesine oranla, işçi ve emekçiler üzerindeki baskıların artışı, aynı şekilde kadın üzerindeki baskının artışını getirir. Sermayenin birikiminin artmasıyla erkek egemen anlayışın üretilmesi de aynı yoğunluktadır.[1] Bütün bu olgular birbirinden bağımsız değildir.

Tartışmaların daha somutuna inersek; kadına uygulanan taciz, tecavüz, kadın cinayeti ve buna benzer baskıların ve suç olan eylemlerin artarak devam etmesi ve yaygınlaşması, kapitalist sistemin daha baştan kadını metalaştırması özel mülk  olarak topluma sunmasının bir sonucudur.

Kadın üzerindeki erkek baskısı, sistemden bağımsız gibi görülebilir ya da gösterilebilir. Ama gerçek böyle değildir. Kadın üzerindeki erkek baskısı tam da sermayenin toplumda yarattığı baskının bir başka görünür yüzüdür. Kadın üzerindeki erkek baskısının, erkeklerin biyolojik DNA’sının bozukluğuyla bir ilgisi yoktur. Çünkü erkeği kadın doğurur. Ama, erkeği kadın üzerinde baskıya, şiddete, tacize, tecavüze ve öldürmeye kadar götüren şey, kapitalist sistemin üretim karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bu görülmek istenmediği sürece, kadının mücadelesi kısır döngü içinde kalacaktır. Bu nedenle tek tek sineklere karşı mücadeleye evet, ama,  bu mücadele, sinekleri üreten bataklığı kurutmaya hizmet etmeli ve ona odaklanmalıdır. Yani, bataklık kurutulmalıdır.

Bu paragrafı şöyle uzatabiliriz: Reformlar için mücadeleye evet ve bu, daha ileri mücadele için olmazsa olmazlardandır. Ancak, baskıları üreten sorunun ana kaynağına inmek ve bunu çözmek için reformlar yetmez. Çünkü reformlarla yetinmenin anlamı; baskıları üreten sistemi yok etme yerine, onu kısmen reforme etmektir. Oysa, radikal çözüm gereklidir! Bu nedenle, bu mücadele daha ileri götürülmeli ve sosyalizm mücadelesiyle birleştirilmelidir. Kadının kurtuluş mücadelesinin özü burada yatar. Bu aynı zamanda, işçi sınıfı ve tüm emekçilerin kurtuluşudur. Bu aynı zamanda doğanın insan (ki bu kapitalist sistemdir) tarafından geri dönüşümsüz tahribatının önlenmesidir.

Sosyal, görsel ve yazılı medyada kadınlarla ilgili tartışmalar çeşitli biçimler altında yürütülse de ya da çeşitli biçimlere sokulsa da, temelinde özel mülkiyetli sınıf bakış açısının olduğu bir gerçektir. Çünkü, özel mülkiyetin ve bununla bağlantılı olarak sınıfların ortaya çıkışı, kadın üzerindeki mülkiyetle doğrudan ilişkilidir. Engels’in “ezilenlerin ezileni” olarak betimlediği kadınlar üzerindeki bu denli ağır baskıların varlığı ve kimi küçük burjuva çevrelerce de inceltilmiş bir şekilde, ama burjuva ideolojisinin kalın izleri ile sürdürülen tartışmalar,  kadını hala özel mülkiyet ilişkisi içinde ele almasından ayrı düşünülemez.

Özel mülkiyet sistemi ortadan kalkmadan kadın üzerindeki baskıların ortadan kalkmasını ummak ham hayal ve sosyal-politik gerçekliğin reddidir. Kapitalist sistem, kendinden önceki özel mülkiyetli toplumlardan aldığı bu toplumsal olguyu terk etmek bir yana, daha da geliştirmiş, kadını, daha özel bir şekilde metalaştırarak sermaye birikiminin bir parçası haline dönüştümüştür. İşte sorunun özü burada. Kadının metalaşması ve sermaye birikimi ilişkisinin yarattığı çelişmenin çözülmesi gerekir ki, kadının kurtuluşu gerçekleşsin. Yukarıda da belirttiğim gibi, kapitalist toplumsal yapının düğümlendiği emek sermaye çelişmesinin çözümüne bağlıdır.

Kadının kurtuluşu, kadın üzerindeki baskıları üreten toplumun yıkımı ve yeni bir toplumsal yapının –sosyalizmin- kurulmasıyla olabilir. Bunun örnekleri yaşandı. 1917 Sovyet Devrimi, Çin Devrimi ve diğer devrimler bunun en yakın örneğidir. Bu devasa toplumsal altüst oluşların yok sayılması ya da görmezden gelinmesi, küçümsenmesi, daha baştan, kadın üzerinde baskıyı üreten burjuva düzeni içinde çözüm aramayla sınırlı kalır.

Kadının kurtuluşu işçi sınıfının kurtuluşundan ayrı ele alındığında, kadının kurtuluşu için mücadele hedefine varamaz ve istemlerini gerçekleştiremez. Ancak, çok kısmi bazı hakları kazanabilir ki, bunlar burjuva sistemi içinde olan şeylerdir. Kadının burjuva sisteminin zincirlerinden ve cenderesinden kurtulması gerekiyor. Bunu kadın ve erkek işçi birlikte yapabilir. Ve bütün  kapitalist dünyanın baskı ve sömürü saraylarını yalnızca bu sınıf yakıp yok ederek kendi sınıfsız, sömürüsüz ve baskısız dünyalarını kurabilirler.

Kadın üzerindeki baskının çözümü  Gordion düğümünün çözümü gibidir. Ama burada İskender'in kılıcı geçersizdir. Bu toplumsal düğümü çözecek olan, kadın ve erkek ayrımı yapmadan, Prometheus’ların, yani, işçi sınıfı ve emekçilerin birleşik mücadelesidir. 

3065

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Yusuf Köse

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Sayfalar