Pazar Mayıs 19, 2024

Ölü paradigma ve ulus-devlet

“Osmanlı talancı bir imparatorluktu; ekonomik artığın üretiminden (köleci Roma, kapitalist Britanya gibi) ziyade, esas olarak vergi ve gasp yoluyla el konulmasına dayanıyordu; tutsak aldığı halkların yaşamları, üretim sistemleri pek umurunda değildi, esas olarak parazit bir yapısı vardı.” (Ergin Yıldızoğlu; http://globalpolitikultur.blogspot.com.tr/2007/11/pax-ottomana-ve-dier-masallar.html). Osmanlı’nın devamı olarak TC de talancı bir yapıdır ve Batı ile Doğu eksenleri arasındaki çelişkiler üzerinde sörf yaparak varlığını devam ettirebilmekte ustalaşmıştır.Osmanlıda olduğu gibi TC’de de birikimin,varlığın,mülkün,arazinin,servetin %90’I devlette merkezileşmiştir.Bu yüzden seçimlere katılmak yoluyla devletin mülküne ve talanına ortak olmak TC’de temel ekonomik faaliyettir.Bu nedenledir ki İstanbul burjuvazisi ve ”Anadolu Kaplanları” AKP-RTE’nin önünde eğilmekte,biat etmektedirler.Çünkü devlete hakim olan çizgi Türkiye’de ekonomik faaliyetin ana karar vericisidir.RTE çapında bir kasaba politikacısının devleti şahsında ele geçirebilmesinin ve toplumsal kesimlerin tabansızlığının da sırrı buradadır.Kemalistler bu düzeni Osmanlı’dan devralmış,daha da merkezileştirmiş ve basit üstyapı makyajlarıyla devam ettirmişlerdir.Köylülüğü üretim tabanlı ekonomik mekanizmalarla şehirleştirememeleri,dönemin dünya konjönktürü nedeniyle talan pastasını büyütememeleri ve vizyon darlığına bağlı olarak köylülük ve alt sınıflara gelir aktaracak mekanizmaları yaratamamaları iktidarın CHP’den DP çizgisine geçmesine neden olmuştur.Kemalizmin sağ kanadı olarak DP’den başlayıp AP-ANAP-DYP-AKP ile süren çizginin CHP çizgisinden farkı köylülük ve alt sınıflara “sınıf atlama” penceresi açabilmiş olmasıdır.RTE temsilinde neo-Osmanlıcı islamcı hareket de bu politikayı devam ettirmiş,köylülük ve alt sınıflara ciddi gelir desteğinde bulunmuş ve bu sınıflardan ciddi destek bulmuştur.Süregiden bu düzen içinde Kürd siyasal hareketinin stratejik yanlışı Batı’dan şablon sınıfsal analize dayanarak Türk soluyla ve emekçi sınıflarla ittifak çizgisini izlemesi ve Türk solunun ideolojik tasallutuna maruziyet düzeyidir.Oysa Türkiye’de kitleler “sınıf için mücadele” değil,”sınıf atlamak için mücadele” yolundadırlar.Solun başarısızlığının,sınıfların mevzilenememesinin ve demokrasinin oturmamasının ana nedeni budur.Gelişmiş kapitalist ekonomilerin tersine sınıf atlama mekanizmalarının sürekli açık oluşu,Kürdistan’da süregiden savaşın Türki kitleleri çürütücü etkisi,Türk solunun dahi milliyetçi- kuvva-i milliyeci çizgide mevcut düzenle uzlaşabilme potansiyeli hesaba alındığında Türkiye devrimi çizgisinden medet ummak siyasi intihardan başka birşey değildir.Sol donkişotluk olmadığı gibi bu intiharın sol bir politika olmadığı ortadadır.Kürdistan’da uygulanacak temel sol politika ülke kaynaklarının talanını ve bedelsiz ihracını engelleyecek ekonomik politikaları askeri düzlemde yürürlüğe koymaktır.Nihayetinde Şirvan’da Kürdistan’a ayak basmamışları zenginleştiren bakır madeninde bugün itibariyle 4 Kürdistanlı işçi hayatını kaybetti ve 12 si de göçük altında.Yakın ve orta vadede mevcut düzeni değiştirecek bir faktör de ortada görünmemektedir. ”Oyun değiştirici” olabilecek ciddi bir ekonomik kriz dahi Türkiye’de solun gelişiminden ziyade neo-Osmanlıcı çizginin korporatist-faşist çizgiye evrilmesine yolaçabilecek bir faktör olacaktır.

Kürd siyasal hareketinin yukarıda anlatılan “ölü” paradigmaya bağlılığı 7 Haziran seçimleri sonrasında AKP-Ergenekon ittifakının önünü açmakla kalmamış,TC’nin bozulmuş uluslararası ittifaklar düzenini kısmen tahkim edebilmesine de zemin sunmuştur.Rojava’da ortaya çıkan ana çelişkiye ragmen süreci bu kadar keskinleştirmemek ve AKP’nin Rusya ittifakına somut zemin sunmamak politik olanaklar dahilinde idi.Fırsatı kaçırmayan Ergenekon çizgisi İngilizlerin kuzeydeki Kürd aşiretlerine ayaklanmaları için para dağıttığı gibi asılsız iddialarla hem Türki kamuoyunun “çözüm” sürecinde etkilenen düşünce sistematiğini tekrar formatladı hem de AKP-Ergenekon ittifakındaki anlaşmazlıkları aşmaya ve AKP’yi Ergenekon çizgisinde tutmaya yönelik ciddi bir manipülasyonu harekete koydu.Zaten bu süreç öncesinde AKP-Ergenekon ittifakının Kürdistan’da barikat mücadelesine karşı geliştirdiği topyekün yıkım politikası da Kürd siyasal hareketinin hanesine bir eksi olarak yazılmıştı.Gülen cemaatiyle onyıllara dayanan ittifakını sonlandırdıktan sonra AKP-RTE’nin ittifak yapacağı iki ana odak vardı: Kürd siyasal hareketi ve Ergenekon.Süreç Rojava’daki temel çelişki,Kürd hareketinin legal alandaki kadrolarının hayalperestliği ve yetersizliği ve daha ötesinde artniyetli manipülasyonlar nedeniyle RTE-AKP’yi Ergenekon ile ittifaka mecbur kıldı.”Başını vermeyen şehit” hikayeleri düzeyinde bir ırkçı-milliyetçi altyapıya sahip RTE için de ilk seçenek bu olurdu ve RTE şaibeli 15 Temmuz darbe süreci sonrasında süreci ırkçı-milliyetçi Türk-İslam çizgisinde öylesine formatladı ki artık Egenekona da ihtiyacı kalmadı.

7 Haziran’da 80 parlamenterle TC meclisine giren HDP’nin kendisiyle ittifak görüşmesine gelen dönemin TC Başbakanını “kaçak çayını içer gider” sabotajına tabi tutan ilkel Türki solculuğunu bünyesinden tasfiye edememesinin bedelini yakılıp yıkılan Kürdistan kentleri,kayyım atanan Kürdistan belediyeleri,legal hareketin neredeyse tüm kilit kadrolarının zindanlara doldurulması ile Kürd hareketi ödemektedir.Dönemin TC Başbakanı Davutoğlu ile RTE arasındaki çatlaktan ,Ergenekon ile neo-Osmanlıcı islamcı iktidar bloğu arasındaki çelişkilerden yararlanma becerisini gösteremeyecekse Kürd hareketinin legal alana ihtiyacı var mıdır,tartışmak lazım.Daha öncesinde “seni başkan yaptırmayacağız” politikasızlığı da başkanlık sisteminin eyaletler çerçevesinde tartışılmasının ve Kürdistan kavramının somutlaşmasının önünü kesmişti.Legal siyaset Türki iktidar blokları arasındaki çelişkilerden kendisine siyaset ve yerel iktidar alanları yaratamayacaksa doğru politika sömürgeci devletin meclisine daha fazla meşruiyet sunmamaktır.

7 Haziran öncesi ve sonrasında ulusal hareket yönünde kayma gösteren aşiretlerin TC-AKP düzlemine bağlılık gösterileri de yine aynı ittifak hatalarından kaynaklanmaktadır.Aşiretleri ne kadar temsil edebildiği tartışmalı aşiret reislerinin sömürgecisine bağlılık şovları Kürdistan’da uluslaşmanın aşiretler ittifakı üzerinden iktidar alanları yaratma politikasından değil, bireyleri aşiret ilişkilerinin dışına çıkaracak bir ulus inşası üzerinden mümkün olacağını göstermektedir.Aşiretler ittifakı üzerinden Kürdistan uluslaşmasını Güney Kürdistandaki sonuçları itibariyle değerlendirdiğimizde dört parçada Kürdistan Ulusal Kurtuluş Hareketi’nin en önemli hastalığı olan parçacılığı güçlendirmesini bırakın,daha dar kapsamlı bölgeciliğe kadar ingirdeyebildiğini gözlemleyebiliyoruz.Bunun karşısında irredentist bir politika üzerinden ulus inşası PKK’yi tüm hata,handikap ve karşı iddialarına rağmen Kürdistan devletleşmesinin ana motoru haline getirmektedir.Aşiretler ittifakı çizgisi ise Güneyli yapıları işbirlikçi aşiretlerle,geçmişin cahşleri/bugünün hızlı “milliyetçileri” ile ittifaka zorunlu kılmaktadır.Bu Kürdistanda devletleşme programına yönelik en temel tehditlerden biridir ve başta PDK olmak üzere Güneyli yapıların potansiyelini de sıfırlamaktadır.

Sonuç olarak Noam Chomsky’e kulak vermek lazım: “Ulus devlet dönemi kesinlikle bitmemiştir. Ulus devlet çağında yaşıyoruz ve her geçen zaman yeni ulus devletler ortaya çıkıyor. Bu tür tezler ezilen ulusları kandırmaya yöneliktir”

59851

Zülküf Azew

Sitemizin yazarlarından olup politik ve teorik yazılar yazmaktadır.

Zülküf Azew

KATLİAMININ 30. YILINDA MADIMAK VE ES GEÇİLEN BAŞBAĞLAR.

Sözüm öncelikle komünist ve sol- sosyalist kesime: Ne zaman gerçek anlamıyla adil olmayı ve çifte sıtandartçı yaklaşımları terk etmeyi başaracağız acaba? Ne zaman 'bizim cenah' dediğimiz kesimlerce de  halka karşı işlenmiş ağır  suçları tereddütsüzce kınayacağız acaba?

Çok genelleme yaparak, üzerinde durmak istediğim esas konuyu bunun gölgesinde silikleştirmek  istemiyorum.

Her 2 Temmuz'da Madımak katliamı kınanırken; Başbağlar katliamı neden sessizce es geçiliyor acaba?

Komünistlerin Birliği Çağrılarına Dair

MKP’li arkadaşlar, arada kısa molalar vermekle birlikte, uzunca bir süreden beridir ki komünistlerin birleşmesi gerektiğine dair çağrılar yapmaktalar. Ve mütemadiyen yakınıp durmaktalar: "Muhataplarımızdan yanıt alamıyoruz" diye. 

Evet, görüldüğü kadarıyla muhatapları bu çağrılara ilgisiz olmalılar ki, yanıt vermiyorlar. MKP’li arkadaşlar da kendilerince bir basınç oluşturma adına; adeta Temcit pilavı misali, her fırsatta bu çağrılarını yinelemekte ve muhataplarını kamuoyuna şikâyet edip durmaktalar.

Aşka ve Hayata Dair Tutkulu Dizeler

“Şiirsiz toplum eksiktir.

Şiirsiz insan yalnızdır.”[1]

 

İzmir’in Şakran 2. Nolu T-Tipi Zindanı’nda yatan Hasan Şeker’in, ‘İki Acı Esinti’[2] başlıklı şiir kitabı; aşka ve hayata dair tutkulu dizeleriyle çıkageldi postadan…

Avrupa da İbrahim olmak!

18 Mayıs 1973‘den bugüne Kaypakkaya yoldaşın işkencede katledilişinin ellinci yılı.

50 yıldır söndürülemeyen meşaledir İbrahim Kaypakkaya!! Bu yazının amacı İbrahim Kaypakkaya‘yı anlatmak değil, Onu anlatan onlarca yazı yayınlandı bu yazı da başlıktan da anlaşılacağı üzere İbrahim Kaypakkaya‘yı Avrupa‘da anan ardıllarının pratik, teorik düzlemde, Kaypakkaya‘yı nasıl andıkları? Neyi, nasıl, ne kadar anladıklarını  irdelemek  bu yazının amacı.

“Devrimci Eylem Birliği” ve “Kaypakkayacı Güçlerin Birliği” Meselesi

Türk hakim sınıfları cumhuriyetlerinin ikinci yüzyılına hazırlanırken kendilerini yeniden örgütlüyorlar. Coğrafyamız komünist hareketinin önderi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed zindanında 18 Mayıs 1973 tarihinde katledilmesinin 50. yılında sınıf düşmanlarımız ikinci yüzyıllarına hazırlanıyor.

MLPD'nin Türkiye'deki seçim sonuçlarına ilişkin açık mektubu.

Sol ittifak için önemli bir başarı

MAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]

 

“Faşizm tarihte statik ya da sabit bir moment değildir ve

aldığı biçimlerin daha önceki tarihsel modelleri taklit etmesi gerekmez.

O, bir dizi ‘devindirici tutku’yla tanımlanan bir siyasal davranış biçimidir.

Bunlar arasında demokrasiye açık saldırı, güçlü adam özlemi,

insan zaaflarına duyulan nefret, aşırı erillik takıntısı,

saldırgan militarizm, ulusal büyüklük iddiası, kadınlara… aydınlara yönelik küçümseme…

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Sayfalar