Pazartesi Mayıs 20, 2024

Öldürülüyoruz Kirvem! (Ozan Uğur)

Bazen, bağırarak başlamak iyi bir yöntem mi diye düşünürüm. Böyle zamanlarda aklıma hep Hande’nin* 2015 Trans Onur Yürüyüşü’ndeki görüntüleri gelir. Oturup üstüne düşündüğümüzde, Hande’nin gazetecilere „görüyorsunuz ama yazmıyorsunuz!“ diye bağırdığı şeyin, aslında birilerinin „hassasiyetlerine“ uygun bir biçimde yaşamadığımız için insan haklarımızdan mahrum bırakıldığımız olduğunu görürüz. Giydiğimiz kıyafetler, yatakta seviştiğimiz pozisyon, eğlence anlayışımız, bedenimizde yaptığımız/yapmak istediğimiz değişikler, sekse olan arzumuzun oranının ve/veya yönünün aynı/eşit olmayışı, cinsiyet beyanımızın/ifademizin farklı oluşu ya da hiç olmayışı, aşkı algılayışımızın tek eşli ya da tek aşklı olmayışı, aile kavramını normlara uygun yorumlamıyor oluşumuz gibi aslında kendimizden başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen tercih ve/veya yönelimlerimizden kaynaklı; toplumsal tefrite maruz bırakılıyor, psikolojik veya fiziksel şiddet görüyor, güvenceli çalışma/barınma/ulaşım hakkımızdan yoksun bırakılıyor, eğitim/sağlık gibi sosyal hizmetlere erişimimiz engelleniyor, sistematik işkenceye uğruyor ve ÖL-DÜ-RÜ-LÜ-YOR-UZ!

Temel insan haklarından yoksun bırakılan herkes gibi de örgütlemek ve mücadele etmek istiyor, bunu da bir şekilde yapıyoruz. Ezildiğimiz yerden kalkıp hayatlarımızı kuşatan bu cendereyi dağıtmak için de olduğumuz „şey“ olarak mücadele ediyoruz. Bunu yaparken de bütün ezilenlerin kurtuluşunun aynı yerden olacağına olan inancımızla sadece LGBTİ+’lara yönelik nefretle ve şiddetle değil her türlü ayrımcılık ve şiddete karşı mücadele ediyoruz.

Bu mücadelenin doğalında işçi, köylü, kadın, Kürt, Alevi, Siyahi, göçmen, mülteci örgütleri gibi birçok dernek, parti, sendika/meslek odası, uluslararası örgütlenmelerle bir araya geliyor mücadele içinde birbirimizi tanıyor ve birbirimizden öğrenmeye çalışıyoruz. Şüphesiz bu her zaman böyle söylendiği ve yazıldığı gibi kolay olmuyor. Farklı ekonomik sınıflardan, cinsiyet kimliği/ifadesi ve cinsel yönelimlerden, uluslardan, kültürlerden, inançlardan/inançsızlık biçimlerinden birçok ezilenin ortak sorunu olan „genel ahlak“ gibi bir soruna karşı mücadele ederken kullandığımız „silahlar“ bazen bir şekilde siper yoldaşlarımızı rahatsız eder. Bu rahatsızlık da bilinçli ya da bilinçsiz olarak farklı şekillerde kendisini gösterir. Genellikle aslında iyi niyetlerle dile gelen bu tür söylemlerin altında da, sisteme karşı mücadele ederken kendi gerici ve sistemle uyum içinde olan yönlerimizle savaşmaktan kaçmamız yatar.

İçinde yaşadığımız ancak bir şekilde bir yerlerinden karşısında durduğumuz bu sistemin, geriliklerinden azade olmamızın mümkün olmadığı ya da bu geriliklerin kendi kendine yok olmayacağı aşikar. Tek bir ezilen sınıfın kurtuluşunun gerçek anlamda mümkün olmadığı da, sistemin her fırsatta can feda kazanılan haklara saldırdığı da öyle…

Bu nedenle de birilerinin emperyalizme karşı attığı bir kurşun, bir çığlık, bir taş, bir slogan, bir öpücük, bir sütyen, bazen bir tokat, bazen de bir göbek… Her ne olursa olsun, ezilenlere her tarafından saldıran bu sistemin herhangi bir tarafına indirilmiş her darbe, ezilenlerin ve dolayısı ile doğanın özgürlüğüne atılan bir adım olacaktır. Tabi ki atılan her göbek, birlikte mücadele ederken tek tek bizlerin de geri yönlerine çarpıp orayı sarsacak, ilerlememize yardım edecektir. Ancak bu çarpmanın bir sonraki aşamada geriliklerimizi yıkabilmesi için ezilenlerin adil, gönüllü ve özgür bir biçimde birlikte mücadeleye inanması gerekmektedir. Aksi takdirde atılan göbeğin çarptığı geri yönümüz yıkılmayacak ve hatta nasırlaşarak egemen sınıfların (ekonomik, cinsel, ulusal, kültürel, inançsal vb. tümü) koruma duvarı haline gelecektir.

„Sisteme karşı diye ahlaki yozlaşmayı da savunacak değiliz ki, kirvem“

Neyin „ahlaklı“ ya da yozlaşmamış olduğu tartışması bir yana birilerinin giydiği ya da giymediği şeylerin, ettiği ya da etmediği dansların kimi, niye rahatsız ettiği meçhul değil oldukça aşikardır. Zira kurmayı hayal ettiğimiz yeni bir yaşam biçimine daha şimdiden birilerinin sadece „farklı olduğu“ gerekçesiyle tehdit olduğunu düşünmek „yozlaşmış“ bir düşünce yapısının ürünüdür. Bugün Kürdistan ve Türkiye’de yaşanan faşizme şöyle uzaktan baktığımızda dahi bunu görmek mümkündür. İktidar yatak odama kadar girdiyse ve beni katlettikten sonra soyup etimden utanmanızı bekleyecek kadar aptallaştı ve çıldırdıysa; işte o zaman benim tercih ettiğim herşey, iktidarın iktidarını iktidarsızlaştırmaya yarar. İç çamaşırımdan tercih ettiğim yatak örtüsüne, sevişme pozisyonumdan çırılçıplak etime kadar herşey!

Ve ezilmeye karşı sızlanmayı bırakıp ayağa kalktığım anda da iktidarın karşı çıktığı herşey bir silaha dönüşür. Bu nedenle erkin „cıvıklık, ahlaksızlık, gereksiz…“ diye tanımladığı ve aslında kendimiz dışında hiç kimseyi ilgilendirmeyen bu tercih ve seçimlerimiz artık sadece bizi değil bizimle aynı ya da benzer yerlerden herkesi ilgilendiren bir silaha dönüşmüştür.

Peki kim bu erk?

Direkt bir cevap olacak ise „özgürlüğüme (ekonomik, cinsel, ulusal, kültürel, inançsal) kasteden şeyin kendisi erktir.“ Bu bazen kötü bazen iyi niyetli bir patron, polis, ebeveyn, büyük kardeş, şef, başkan, „arkadaş“, komşu ve hatta „yoldaş“ olabilir. (Tırnak içine aldığım „yoldaş ve arkadaş“ kavramları ilk etapta her şekilde „pozitif“ görünse dahi iktidar algısı kendisini günlük hayat ve mücadele içerisinde bu maskelerle korumaya alabilir. Hatta daha „demokratik“ bir biçimde kendisini eşit ve adil görünen ilişkiler içerisinde dahi gösterebilir. Tırnak içine almadığım kavramlar ise küçük ya da büyük iktidar biçimlerini doğalında barındırdığından her zaman ve herkes için tam anlamı ile pozitif olmayabilir)

Bu arkadaşça ya da yoldaşça kurulan egemenlik ilişkisi ise bizler sisteme karşı mücadele ederken sistemin barikatlarımıza soktuğu bir silaha dönüşür. Örneğin siz erkek egemen algının size izin vermediği bir mini eteği ya da elbiseyi belki de ilk başta sadece kendi „ahlaksızlık ya da yozluğunuzdan“ kaynaklı giyersiniz. Sonra bu mini etek kurduğunuz „yoldaşlık“ ilişkileri içindeki iki yüzlü ahlakı teşhir eder ve bir silaha dönüşür. Ancak bu silahın doğru ve stratejik kullanımı konusunda „yoldaşlarınızı“ ikna edene kadar ya da siz bu silahın gücünün farkına varana kadar egemen ilişki biçimleri nedeniyle sistemin silahı haline gelebilir.

Toplumun hassasiyetleri ve ahlakı nedeniyle karşı çıktığımız birşey aslında bir başkasının özgürlük talebi olabilir ve aynı sistem sizi 100 yıl sonra buna sahip çıkarak gerici olmakla suçlayıp, özgürlük düşmanı olduğunuzu iddia edebilir. Işte tam da burada attığı göbeği sistemin kendisini hapsettiği yerler dışında yoldaşlarının veya arkadaşlarının yanında atmayı tercih eden birisinin eylemini sorgularken bizim de yanlış düşünüp aslında farkında olmadan yıllarca sistemi güçlendirmiş olabileceğimizi anlamak gerekir.

Kimdir bu erk ve nedir bu ahlak sorularının cevapları ise tam da burda yatar: „Özgürce göbek atmam kimin özgürlüğüne tacizdir? Kimsenin! Nasıl özgürlük için ölümsüzleşenlere hakarettir kendimi ifade ettiğim bir mini elbiseyi giymek? Öyleyse gerçekten de özgürce göbek atamayacaksam, sizin gözünüzde de ‚ahlaksız‘ olarak kalacaksam ben bu yeni ya da eski düzeni niye isteyim?“

*Hande Kader, trans aktivist, seks işçisi. Katıldığı 2015 Trans Onur Yürüyüşü’nde polis tarafından darp edilerek göz altına alınmış ve bu sırada da direnmeye devam etmiştir. Yürüyüşü ve polis saldırısını çeken medya çalışanlarına „görüyorsunuz ama yazmıyorsunuz!“ diye bağırarak translara yönelik sistematik şiddet ve ayrımcılığın medya tarafından görünmez kılındığına, bu sayede polis saldırılarının desteklendiğine dikkat çekmiştir. Hande Kader, 2016 yılında seks işçiliği yaptığı Istanbul’da bir caddede çalıştığı sırada müşteri kılığında gelen transfobik kişi ya da kişilerce kaçırılmış ve yakılarak katledilmiştir. Cenazesi kayıp ilanı veren arkadaşları tarafından bulunmuş, polis hiç bir çaba harcamamıştır. Aynı şekilde birçok kadın kurumu, insan hakları kurumu, devrimci demokrat kurum „seks işçisi ve trans kadın“ olduğu için Hande Kader cinayetine gereken tepkiyi vermemiş, yine bu tepkisizlik nedeniyle LGBTİ+ aktivistlerinin çabaları ile örgütlenen meclis ziyaretleri ve sokak eylemleri güçlü olmasına rağmen yalnız kalmış ve Hande Kader dosyasında bugüne kadar tek bir ilerleme kaydedilememiştir.

(Devam Edecek) 

45557

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar