Pazartesi Mayıs 20, 2024

Okullarda şeriatçı rejim tamam! (H. Hayri ASLAN)

Eğitim bir kez daha “yaz-boz” oldu. “Yaz-boz” işi basit bir becereksizlik olayı değil, aslında postmodern ortaçağ rejimini yerleştirmede baya iyi beceriyorlar. Önce iyice bir çalkalıyorlar, sonra da kendi salyalarından mayalıyorlar. Aynı şeyi, ordu, polis, adliye ve diğer kurumlarda da yapmadılar mı? Kuralsız saldırılarla iyice bıktırıp yıldırdırmaya paralel olarak, o kapkara rejimi her yerde adım adım inşa ediyorlar... her yerde!

Ülkenin geleceğini karartma hamleleri böyle peş peşe gelirken, herkesin ayağa kalkması beklenmey mi? Ama hayır kimsenin fazla sesi çıkmıyor, pes perdeden birkaç politik konuşma, usulünden birkaç basın açıklaması, hepisi o kadar, her şey bir sonraki seçim mahaline erteleniyor. Basın ve ekranlarda “laikik”, “cumhuriyet” vs üzerine hamaset yapanlar alanlarda gözükmüyor. Sokaklara çıkan birkaç yüz kişilik yürekli kadın, genç, sosyalist, Alevi gruplarını da polis vahşeti ezip geçiyor!

Bu vaziyet insanda mevcut rejimin siyasal kurum ve aktörleri arasında sanki gizli bir mutabakat var kuşkusu uyandırıyor. Zaten ülkeyi bu hale elbirliği ile getirmediler mi? Sonunda “İmam Hatip” yetişmesi bir diktatör gelip oturdu ülkenin tepesine. Şimdi memleketin bütün okullarını kendi benzerlerini (dindar-kindar nesil) üretecek “imam hatiplere” çeviriyor. Çocukları bu molla yuvalarına zorlamak için gösterilen hilebazlık insanı dehşete düşürüyor. İyi eğitim veren okulların kadrolarını dağıtıp imam hatiplere çeviriyorlar, nüfusu beş binden az olan ilçe ve beldelere sadece imam hatipler olacak, imam hatip olmayan okullara da “imam hatip sınıfları” diye ucube bir “sızma” yöntemi uyguluyorlar.

Ülkeye dayatılan ortaçağ eğitim rejiminin yarattığı sonuçları daha bugünden görüyoruz. Son istatistiklerde bu okullardan mezun olan çocukların sadece züyde 17’si ünüversite sınavlarınaı kazanabildi... Başka ne beklenebilirdi ki, zaten istedikleri buydu. Bilimsel eğitimli insanlardan “afakı basan” diktatörlerin ve vasallarının “cahilin feraseti”ne güvenmeleri bundandır.

IMAM HATIPLER NEDİR?

İmam hatipler, 3 Mart 1924 tarih ve 430 sayılı Öğretim Birliği (Tevhidi Tedrisat) Kanunu’nun 4. maddesi çerçevesinde toplumun dini hizmetlerini yerine getirecek imam-hatip yetiştirmek amacıyla açılan meslek okullarıdır. Bu yasanın ardından kapatılan medreselerden biri ilahiyat okuluna ve 29’u da imam hatip okuluna dönüştürülüyor. Ancak laikleşme ve bilimselleşme sürecinin hızlandığı 1920 sonlarında, öğrenci sayısının giderek azalması üzerine önce imam hatipler ve arkasından da ilahiyat okulu kapatılıyor. Zaten bir süre sonra açılan “köy enstütüleri”nin cazibesi karşısında bu “imam” mekteplerinin rağbet görmesi mümkün değildi. Köy Enstitülerinin yaydığı aydınlanma karşısında toprak ağaları, dinbazlar ve kompradorlar hemen harekete geçtiler ve bu okulları kapattırdılar. 
Ardından bu gerici ittifak iktidara geldi ve “Demokrat Parti” 1951’de yeniden 19 imam hatip okulu açtı, ezanı da yeniden arapça okuttu. 
27 Mayıs 1960 darbesiyle iktidardan uzaklaştırılan Adnan Menderes’in yerine gelen Süleyman Demirel, imam hatip sayısını 39’a çıkardı. 12 Mart 1971 muhturası ile kurulan “reform hükümeti” imam hatip ortaokulları dahil tüm meslek okullarını kapattı, özel yüksek okulları devletleştirdi. İmam hatip ortaokullarının kapatılması üzerine imam hatip liselerine giden öğrenci sayısı, iki yılda yüzde 70’ler düzeyinde azaldı. 
1974’te Ecevit-Erbakan (CHP-MSP) koalisyon hükümeti imam hatip ortaokullarını yeniden açtı. Bu koalisyonun bozulmasından sonra Demirel öncülüğünde kurulan “Milliyetçi Cephe” (AP-MSP-MHP) döneminde bu okulların sayısı 339’a çıktı. 

12 Eylül 1980 askeri faşist darbesi gericiliği azdırdı. “Ülkenin geleceğini imam hatiplere emanet edelim” diyen ve 1966-1973 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan general Cevdet Sunay’ın yolunu izleyen cunta lideri Kenan Evren doğal olarak bu okullara dokunmadı, tersine dinsel eğitimi yaygınlaştırma yoluna gitti ve 1982 Anayasası ile “din kültürü ve ahlak bilgisi” dersini ilk ve ortaokullarda “zorunlu” ders yaptı. Daha da ötesi cunta hükümeti 1983’te Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) Özel İhtisas Komisyonu’na “Milli Kültür” raporu hazırlattı. Raporda şimdiki AKP diktatörlüğünün ağzından düşürmediği tüm “değerler” mevcut: “Türk-İslam sentezi”, “din-devleti”; “millet, din cemaati”; “milli kültür, İslam kültürü”; “milliyet, İslamiyet”; “milliyetçilik, İslamcılık”; “Türk milleti”, “yüzde 99’u Müslüman olan Türkler”; “laiklik, din düşmanlığı”; “bilim de Kuran’daki bilgiler”gibi kavram ve söylemlerle doluydu bu rapor. Bu anlayış doğrultusunda, 18 Haziran 1983’te 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda değişiklik yapılarak imam hatip lisesi mezunlarına, Harp Okulu dışında kalan yüksek öğretim alanlarına girme hakkı verildi.

İmam hatiplere gösterilen özen ve getirilen ayrıcalıklar, ANAP’tan sonra başlayan koalisyon hükümetleri döneminde de devam etti. Bunun sonucu olarak imam hatip okulu sayısı 1990’larda 600’lere ve öğrenci sayıları da 600 binlere yükseldi. Bunun gerici-islamci faşizm için yarattığı potansiyel avantajı gören Refah Partisi’nin lideri Necmettin Erbakan, partisinin 13 Ekim 1996 tarihinde toplanan 5. Büyük Kongresi’ndeki konuşmasında; “Bugünkü neslin İmam-Hatiplere ve Kur’an kurslarına yapılan yatırım sonucu olduğunu” keyifle dile getirir. Ne var ki Erbakan’ın ayaklarını yıkayıp öpen bu biatkar nesil, bir süre sonra onu terk etti ve Recep Tayyip Erdoğan’ın makat kılı oldu!

Tabii bu yalnızca Erbakan ve Erdoğan’ı mutlu eden bir gelişme değildi, ABD emperyalizmi ve onun Türkiye’deki ajanı Fettullah Gülen’i de çok mutlu etmişti. 1986’dan başlamak üzere devletin bütün kurumlarında örgütlenmesine hız veren bu dinci ajan devleti endişelendirmeye başlamıştı. Demirel, Milli Eğitim Bakanlığına 80 bin kişi üzerinde araştırma yaptırdı ve bu araştırma doğrultusunda hazırlattığı raporu Mayıs 1996 tarihlerinde toplanan 15. Milli Eğitim Şurası’na sundu. Durum çok vahimdi; halk kanser gibi yayılan yobazlaşmadan rahatsızdı! Bu okullara giden çocukların anne ve babalarından daha tutucu olması onları şaşırtıyordu. Hata bazı laik veya Alevi ailelerin çocukları bile ebevyenlerini “dinsiz” görmeye başlamışlardı. 28 Şubat 1997’de toplanan Milli Güvenlik Kurulu, önlem olarak 8 yıllık kesintisiz zorunlu eğitime geçilmesini hükümete önerdi. Öneri 18 Ağustos 1997 tarih ve 4306 sayılı yasayla TBMM’inde kabul edildi. Bu yasanın yürülüğe girmesiyle imam hatipler önemli ölçüde tasfiye edildi ve öğrenci sayıları 60 bine kadar geriledi...

ÖRGÜTLÜ KÖTÜLÜK İKTİDARDA

2000’başında küresel ekonomik kriz dalgası Türkiye’yi de sıkıştırmaya başlamıştı. İmam hatiplere darbe vurulmasında rol oynayan 28 Şubatçılar’a ve o dönemin hükümetine karşı rövanş için fırsat kollayan Fazilet Partisi “Laikliğe aykırı eylemlerin odağı” haline gelmişti. Ki zaten FP, kapatılan RP'nin devamıydı. Eli kulağındaki ekonomik krizi de istismar edeceği kesin olan yobazlığın her gerekçeyle camileri gösteri alanına çevirmeleri ve sokaklara sarkan toplu namaz gösterileri tehlikeli olmaya başlamıştı. Bu nedenle Yagıtay Cumhuriyet Başsavcılığı Fazilet Partisi’nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi’ne 11 Mayıs 1999'da dava açtı. FP, 22 Haziran 2001'de Sezer'in Cumhurbaşkanı, Ecevit'in Başbakan olduğu dönemde, AYM tarafından kapatıldı. Bu kapatma kararını engellemek için Başbakan Bülent Ecevit, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer üzerinden AYM’ye etki yapmaya çalıştı. Bu nedenle 19 Şubat 2001'deki MGK toplantısında „Anayasa fırlatma“ olayı yaşandı ve rovanşistlere fırsat veren büyük ekonomik ve siyasal deprem patladı. O zaman hükümet ortağı olan Devlet Bahçeli’nin MHP’si yine şimdiki gibi AKP’ye ydım etti ve ülkeyi erken seçime zorladı! 2002’de bir yardım da Baykal’dan geldi ve Recep Tayyip Erdoğan muradına erdi.

50-60 yıl boyunca oy ve iktidar kaygısıyla örgütlenmesi teşvik edilen, göz yumulan, ülkenin ayrıcalıklı kesimi olarak sol ve devrimci akımlara karşı her türlü destek gören yobazlığın iktidara yerleşmesi artık mahkeme kararları felan ile engellenmezdi. Üstelik bunlar İran’daki gibi anti-amerikancı bir toplumsal başkaldırıyla değil, Amerikan uşağı ve onların Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşgüdümcüleri olarak Körfezdeki asalak Arap petrol krallarının muazzam para desteği ile iktidara geliyorlardı. Yani arkalarında devasa küresel gericilik vardı!..

AKP’nin DARBE SERİLERİ

15 Temmuz darbesini kontrol altında tutmak-başarısızlığa uğratma-kendi darbesine dönüştürmek amacıyla dahiliyeti bulunan iktidar her türlü kontrolden tamamen çıktı ve diğer kurumlardaki gibi eğitimide de şeriat rejimini baş döndürücü bir hızla inşaa etmeye başladı.
AKP iktidara geldiğinde 450 cıvarında imam hatip vardı ve öğrenci sayısı da 60 bindi. Şimdi 1149 imam hatip lisesi (İHL), 1961 de imam hatip ortaokulu (İHO) bulunuyor ve bunların toplam öğrenci sayısı 677 bin 205’i İHL, 525 bin 295’i İHO’de olmak üzere 1 milyon 202 bin 500’e ulaşmış durumda! Bu kadarla da kalmadilar MEB cinsel tacavüz ve toplu katliam sabıkalısı tarikat vakıfları ile protokol imzaladı, eğitimi adeta bu karanlık yuvalara ve Diyanet’e devretti. Nğfusun yüzde 30’nu oluşturan Kürtlerin ana dilde eğitimine izin vermezken arapça dolaylı olarak zorunlu bir eğitim dili haline gelmiş bulunuyor...

Burada sadece orta eğitimdeki feci vaziyet üzerinde durduk, aynı durum yüksek öğretim ve üniversitelerde de sözkonusu. Örneğin ülkenin en laik bilinen Orta Doğu Teknik Ünıversitesi’nde (ODTÜ) bile 3 camii ve 17 mescit olduğunu düşünürseniz facıayı anlarsınız!

DÜŞÜNÜN! ÇOCUKLARINIZ O OKULLARDA NELERLE KARŞILAŞIYORLAR?

 

Sizin anlayacağınız okullarda şeriat rejimi tamam! 
Düşünün: Çocuklar Mühendis olmak, doktor olmak, hukukçu veya edebiyatçı olmak için gittikleri “cumhuriyet” okullarında 1500 yıl önceki Arap Emevi atmosferi içinde buluyor kendilerini! Her biri farklı tarikatlara mensup örgütlü kötülük tarafından hemen kuşatılıyorlar; tarikatların her biri kendi tarafına çekmeye çalışıyor çocukları. Çocuklar şaşkın, öğretmene koşuyorlar, öğretmenin agresif suratında gözleri tehditkar biçimde büyüyor. Müdüre koşuyorlar, o öğretmenden beter, sopayla kovalıyor cocukları. Mahkemeye koşuyorlar, onlar da “parmak kesen şeriat” zaten; “katlanacaksın kuzum, bilim öğreneceksin de ne olacak, ahiretin için şehit ol daha iyi” der eve gönderirler. Zaten kimsenin mahkeme kararlarına aldırdığı da yok, AHİM kararlarını bile takmıyorlar... 
Bu yürek sızlatan durum karşısında nasıl dayanabiliyorsunuz? Çocuklarınızın ne korkunç ortamla karşı karşıya bulunduğunu düşünün ve lütfen artık bir şeyler yapın, sonra çok geç olacak!


Bu yazı fazla uzadı, dinsel aygıtlara tanınan diğer ayrıcalıklar ve diğer alanlardaki şeriat inşaasını sonraki yazılarımıza bırakalım...
16 Kasım 2017

43884

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

TURAN TALAY’IN ANISINA…

Onu maalesef ki çok erken denilebilecek bir yaşta, henüz 68’indeyken, 11.10.2023 tarhinde yitirdik. Bu ani ve erken ölümü tüm sevenlerini, yoldaşları ve dostlarını derinden sarstı ve acılara boğdu.

Akciğer kanserine yakalanmıştı. Hastalık, özelliklede ikinci kez nüksettikten sonra çok hızlı ve sinsi bir şekilde gelişti. Öyle ki doktorların her şeyin normal göründüğünü söylediklerinin kısa bir süre sonrasında yapılan muayende, kanserin kafaya sıçradığı ve de yayıldığı tespit edildi. Artık tıbben yapılabilecek bir şey de yokmuş. 

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Sayfalar